Nitelikli, bilgi içeriği yüksek, akademik ya da yorum içeren kapsamlı yazılar… Bu başlık altında kıymetli yazarların ve akademisyenlerin özel, kısa ya da uzun, alana özgü metinlerini bir arada bulabileceksiniz. Fihrist olarak idealist bir bakış açısıyla nitelikli metinler ortaya koyma arzusundayız. Dolayısıyla, bu başlık, sizler için geniş bir arşiv oluşturma niyetinin ürünü. Yararlanmanız dileğiyle…

Said, Mitchell ve Burke Perspektifleriyle Şarkiyatçılık

Yazar: Ayşegül Karayama

Batı’nın Şark’ı

Şark’ın ele alacağımız hâli ve bu meseleye dahil olmasına sebep olan Şarkiyatçılık meselesi; günümüze kadar en çok Edward Said tarafından tartışılmış olup, 18. yüzyılın sonları bu tartışmaların başlangıcını oluşturmaktadır. Öncelikle şunu bilmemiz gerekir: Şark diye adlandırdığımız bölgelerin kadim zamanlardan günümüze sömürgeleştirilen bölgeler oldukları ve Batı ülkelerinin de sömüren, sömürgeci, etken ve etkileyen konumunda oldukları açıktır. Bu tartışmaların da aslında tartışılmaya imkân ve “mekân” bulabilmesinin en büyük olumlu yanı -Batı için-, Batı’nın, ayrıca bir iktidar unsuru olmasından gelmektedir.

Bu iktidar hâlini de, Şark’ı hem sömürge hâline getirip hem de bu sömürgeciliğini meşru kılmaya çalışmasından, ona olan ilgisinden öngörebilmekteyiz. Zaten günümüze kadar olan ama en çok Said’in vurguladığı hâliyle Şark, neredeyse Avrupa’ya özgü bir buluştu; Antik Çağdan beri, gönül maceralarının, egzotik varlıkların, akıldan çıkmayan anılarla görünümlerin, olağanüstü deneyimlerin mekânı olagelmiştir (Said, 2008). Said, bu söylemiyle şimdilik sadece Avrupa’nın nitelendirdiği Şark’tan söz eder ve onun Avrupa için olan öneminden bahseder. Bu önem elbette yalnızca olumlu gözüken bir içerikle değil, bahsettiğimiz sömürge ilişkisinden; bir iktidar mekânı olarak-Şark’tan ve bu hâliyle tam karşısında inşa ettiği Batı’dan -belki de Batı’nın kendi kendine inşa ettiği bir Batı’dır, paradoksal biçimde- dolayısıyla bu zıtlık içeriğiyle de var olmuştur.

Bu hususta da Said, “Şark, Avrupa’nın yalnızca komşusu değildir; Avrupa’nın en büyük, en zengin, en eski sömürgelerinin mekânı, uygarlıkları ile dillerinin kaynağı, kültürel rakibi, en derin, en sıkı yinelenen Öteki imgelerinden biridir” (Said, 2008). Eklemesiyle aslında bize en başından beri bir iktidarvari ilgi ile beslenen Şark, iktidarlığı için Şark’ı nesnesi hâline getiren Garp ikilisini göstermekteydi. Bu süreçte paralel olarak Amerika için Şark ise daha çok Uzakdoğu’yla (Çin, Japonya vb.) bağlantılıydı. Batı’nın inşa ettiği Şark ile inşa olan Batı hakkında da ek olarak Said’in dediği gibi “[…]ayrıca Şark, onun karşıt imgesi, düşüncesi, kimliği, deneyimi olarak Avrupa’nın (ya da Batı’nın) tanımlanmasına yardımcı olmuştur” (Said, 2008). Şark’ın bir mekân olduğunu vurgularken bu vurgunun içinde iktidar ilişkisi barınmakla beraber bir statiklik değil, dinamiklik yer alıyordu. Said de Şark için belli bir yer değil demiş ve bunu bize göstermiştir.

Burada söz ettiği belli bir yer olmayan-Şark ise; söylemlerde, metinlerde, sömürüyle elde edilmiş bir emek veya bir nesnede, bir sergide var olan Şark’tır. En çok da “temsil edilen” Şark. Bu temsil bağlamında ise Mitchell, Said’in çok sık ele almadığı ama farklı bir biçimdeki sıklıkla vurgu yapacak ve Avrupa’da temsil edilen Şark’ı bize bu metnin başından beri ele aldığımız haliyle sunacaktır. Bu temsil biçiminden önce ele almamız gereken, Şarkiyatçılık fikrinin aslında Napolyon’un 1789 yılında Mısır’ı keşfe gitmesine; bu keşfin belgeleştirilmesine dayanmasıdır.

Bunun önemi, daha sonra sıkça vurgulanacak olan “Şark’ı bilerek Şark’a sahip olmak” sözünde yatmaktadır. O zamana kadar İslam dünyası sömürgeci güçlere dayanırken, bu keşif ile keşfin görsel ve tarihsel olarak belgelenmesi, Şarkiyatçılık fikrine temel oluşturarak bize bilme biçimlerinin önemini vurgulamaktadır.

Daha sonra Said “Şark hakkında yazan (sosyolog, antropolog vb.) kişi Şarkiyatçıdır, yaptıkları çalışma ve araştırmalar da Şarkiyatçılıktır” diyerek, Şarkiyat, Şark ile Garp arasındaki ontolojik ve epistemolojik düşünme biçimi bilgisiyle Şarkiyatçılığın akademik öneminin ve yerinin de üstünde durmuştur. Burada aynı zamanda Şarkiyatçıların Şark’ı tanımlarken Şark sayesinde elde ettikleri statüyü vurgulamaktadır. Çünkü bundan sonra iktidar mekânı olarak-Şark’ın en büyük temsilcileri ve vârisleri onlar olacaklardı.

Şark da Garp da insan inşası kültürel coğrafyalar içinde bulunurken, kendi kültürel coğrafyasını ayrı ayrı temsil ettikleri görülse de, aslında birbirlerini destekleyen, birbiri olmaksızın anlamı genişlemeyecek ve birbirlerini yansıtmakta olan yaratılar, tasarımlardır her şeyden önce. Bu noktada Burke’ün Öteki’yi yaratmaya dair gözleminde bir benzerlik vardır: Burke, iki bakış biçimiyle, birincisi; “Öteki, daima kendimizin bir yansımasıdır,” der ve ikincisi; “kendimizin tam tersi, zıttımızdır” der (Burke, 2003, s.137).

Bunlar oluşturulurken kalıp yargıların kullanılmasından bahseder, biz de bu aynılık ve zıtlığı Şark ile Garp’ın paylaşarak birbirinin vazgeçilmezi bir ikilik oluşturduğunu görmekteyiz. Aynı zamanda Burke, Batılı bakışın bir eril, bilimsel, turist (Mitchell’de bu turist bakışın önemi büyüktür; Şark’ın temsiliyeti ve gözlenmesi açısından), sömürgeci bir bakış olduğundan söz ederken Şarkiyatçılığın da bu anlamda nasıl bir Şark inşa ettiğinin önemini vurgular. Tüm dilemmaların oluştukları ilk andan itibaren daha sonrasında birbirlerini başka biçimlere doğru inşa etmektedirler. 

Benzerlikle belirli bir grubun, dinin, azınlığın mensubu insanlar da; kendinden olmayan veya hoşnut bulmadığı diğer insanları ya kendinin aynısı/yansıması olarak görür ya da aynısı/yansıması olarak görse de bu aynılık, onun görmek istemediği bir form olup akse çevrilir ve bu, zıttı şeklinde yorumlanagelir. Yani bir beyazın gözünde bir siyah olsa olsa kendi gibi bir “insan”dır ancak kendisinin silikleşeceği, üstünlüğünü kaybedeceği korkusuyla beyaz, onu tehlikeli addeder, Öteki kılar/Ötekileştirir. Bu söylemin kendisi tam olarak Şark ile Garp arasında da form bulmaktadır. Batı’nın bir şekilde, bilhassa sanatında, birçok ressamın sanat eserlerinden de bildiğimiz gibi; bir biçim değiştirme ve alay etme yöntemiyle Şark’ı biçimsizleştirmeye çalıştıklarını görürüz. Zaten Burke’ün dediği gibi Ötekileştirmenin kalıp yargılar vesilesiyle de oluşturulması, biraz psikolojik açıdan, kendinde görülen imajın tam tersi bir imaja dönüştürülmesi ve bunun “arzusunun” geliştiğini görmemiz mümkün.

Şarkiyatçılık dendiğinde Şark’ı Şark olarak kuran bir temsil sisteminden bahsettiğimizi belirterek, “temsil sistemi”nin bilgisinin üzerinde duran Burke: Şark, Batı’nın edebi, akademik ve siyasi metinlerle; resim, fotoğraf gibi görsel sistemlerle inşa ettiği bir “batılı bilgisidir” der bu minvalde. Burada tekrar bir iktidar ilişkisi bağlamı ve Şark’a sahip olmak fikrini görmekteyiz. Said de kültürler ve tarihlerin anlaşılabilmesi için iktidar yapılarının da incelenmesi gerektiğini söylemekteydi. Burke’a benzer olarak, Garp ile Şark arasındaki ilişkiyi bir iktidar, egemenlik ilişkisi olarak görür; “derecesi değişken, karmaşık bir hâkimiyet ilişkisidir” der. Aynı zamanda Said, Şark’ın Şarklandırıldığını, Şark’ın Şarklılaştırıldığını söylerken biz de akabinde -yüzeysel de olsa-, Batı’nın bunu kendi gücünün alanı olarak ve meşrulaştırması olarak yaptığını; kendini farklı yaratılarda bularak, kendini ve fikir DNA’sını Ötekilere aşılayarak çoğaldığını, geliştiğini görmekteyiz. Bu bağlamda Said’in dediği önemlidir ki: “Şarkiyatçılık, Şark’a ilişkin uçuk bir Avrupa’lı hülyası değildir, nesillerdir önemli parasal yatırımların yapıldığı, yaratılmış bir kuram ve uygulama bütünüdür” (Said, 2008).

Esas meselemiz Şark’ın tanımlanırken dışarıda olarak bu tanımlamaya girmesi, dışarıda görmeden bu tanımlamayı yapamayacak olmamızsa; Şarkiyatçılığın temel koşulu da Said’in dediği gibi “dışsallaştırma”dır. Marx’ın 18. Brumaire’inde de söylediğinden beri, ayrıca Şark’ın Şarklandırılmış olması dolayısıyla Şark, temsil edilmesi gerekendir; kendilerini temsil edemezler ve bu temsilliği de batı “hegemonyası” yapar. Yazınlarda da olacağı gibi, gerçek bir varlık, varlık olma fikrinden uzaklaşacak, temsil edilecek ve sonunda Şarkiyatçılık Şark’ın dışında kalarak Batı ile temsil edilmeye; anlam ve imkân bulmaya devam edecektir. Said biraz da Şark’ın yazınlar sonrası vücut bulan hâlini “Modern Şarkiyatçılık” olarak tanımlayacaktır. Daha sonra buna “[…]Dünya, elektronik çağda yaşayan bir Batı yurttaşı için dolaysızca ulaşılabilir hâle geldiyse, Şark da daha bir yakına geldi; artık Şark, bir mitos değil, Batı’nın, özellikle de Amerika’nın çıkarlarının kol gezdiği bir yer olsa gerek” diyecektir, İngiltere’den sonra Amerika’nın gücünü artırdığı bilgisiyle. Dolayısıyla bu teknolojik çağın teknolojik yanı da büyük oranda -günümüzde de- Şark meselesini, onun gizemini derinleştirmiş, hep tartışmaya açık tutmuştur.

Bu yakına gelme hâlinin önemini Mitchell’de sıklıkla göreceğiz ve onun bize aktardığı “sergileme” ve “temsil” unsurlarını en başından beri aslında bir temsil sistemi olarak Şarkiyatçılık fikrinden çıkararak ayrıca düşünebileceğiz. Mitchell, bir Mısır sergisinden yola çıkarak bize Mısır sergisinin Kahire’nin eski yüzüne benzetilmek istenmesini, bu sergide Kahire’nin o hâline dair yapılmış tüm ayrıntıları ile Şark’ın nasıl temsil edildiğini açıklamıştır. Bu serginin gezgini Mısırlı Şarkiyatçılar ise görmek istedikleri Mısır yerine bir Şark temsili karşısında şaşkınlıklarını gizleyememişlerdir. Bunun ardından gerçekleşen bir Şarkiyat Kongresi ile Mısır sergisinin utanç verici, gösterişli yanını Batılı kimliğinden ayrılarak ele almak isteyen Mitchell, aslında bunun neredeyse imkânsız olduğunun farkına varmadan bize, Şark’ın nasıl tanımlandığı konusunda bir yol çizecektir.

Said’in dışarıdaki şeklinde tanımladığı Şark’ı ve Şarklıları, Burke’ün Ötekileştirilmiş olarak tanımladığı Şark’ı ve diğer yanda Mitchell’in temsil edilen, teşhir edilen, nesneleşmiş hatta nesnelleşmiş toplumun teşhir öznesi hâline gelmiş Şark’ı var elimizde kalan. Mitchell diğer yanda bu oluşumun kişiler üzerindeki etkilerini de bize sunmakta ve Şark’ı böyle gören kişilerin de nasıl gerçekliklerinden ayrışıp bir temsile hayranlık duyabildiklerini ele alacaktır. Evet, asıl vurgu “gerçekliğinden sıyırtılmış” Şark ve sergi olarak-Mısır’dan yola çıkarak, sergi olarak-Avrupa’dır. Şark, Mitchell’de sergilenendir ve sergilenirken öyle sunulur ki, gezgin bakışlar sergiden çıktığında gerçek ile imitasyonu/illüzyonu ayırt edemez olurlar. Sorun da budur ki, Şark bu sebeple gerçeklik nosyonunu yitiren bir nesne hâline, metaa hâline gelmiştir.

İngiltere ise bu sergilerin ev sahibi olarak aslında sergilenenin sergilenmesiyle, kendisi bir sergiye dönüşecek ve tüm bu unsurlar sayesinde otoritesini çoktan kazanmış veya tazelemiş olacaktır. Bir yanda var olan bir gerçekliği tüm sahte unsurlarla sunan Batı’da bir iktidar, diğer yanda da bu gerçekliğin esrikliğinde; Doğu’ya gidip aslını görme arzuları uyanan gezgin gözler bulunmakta. Ancak var olan bu gerçekliğin sunuluş şekli, fotoğraflara ve resimlere; imitasyonlarına indirgenmesi sebebiyle, daha sonra gerçek Doğu’ya giden ve gören Batılılara aslı-yavan gelecektir. Gerçeğin deneyimlendiği yerde yine bir fotoğraf çekme, resmetme arzusuna dönecektir.

Özetle Şark: Şark olmaklığıyla hep resmedilen, yazılan, araştırılan, ilgi duyulan, daima merak edilen, nesne hâline gelen; bir unsura indirgenen, teşhir edilen ve bu teşhir etmeyle ilgi odağı olmayı, bu başarıyı kendi üzerine çeken bir Batı’dır. Said’e göre dışarıdaki, yalnızca Avrupa’nın komşusu değil içinden bir parçası, ama parçası olduğu kadar eliyle karşısında tutarak baktığı parçasıdır. Burke’ün dediği; Batı’nın “bakış”ı ile Ötekileştirilen, itibarsızlaştırıldığı, kendinde olanın aynı olarak Doğu’yu görüp, bu aynılığı akse çevirdiğiyle Şark hâline getirdiğidir Şark. Mitchell’de daha ticari, daha kapitalistvari, daha iktidarvari bir amaçla temsil edilen ama temsil ettiğiyle temsil ve emsal olmak isteyen bir Batı’dır Şark.

Kapitalist çalışmanın fabrika işçisinin bedenen ve zihnen odaklanıp, tüm benliğiyle odaklandığı işi gibi; sergisindeki bir gözlemcinin kendiliğinden -Batılılığından- çıkıp tüm dikkatini ve odağını vermesidir Şark. Bir yabancılaşmanın örneği, kendimizden farklı olduğu için ilgimizi çeken bu yabancıyı, içimize konuk ederek ilgimizde ve arzumuzda birer temsili olarak taşıdığımızdır Şark. Yanılsamaların, sergilemelerin gerçek-dışılığının mekânı hâline gelen bir sergi olarak dünya[1]da; Doğu’nun isimsiz, kıvrak sokaklarının Batı’da bir labirent hâli; yansımaların sebebi olarak aynanın kendisidir Şark. İşte bu aynalık, taşıdığı “aynı” ve “yansıma” ile, sistem içinde öyle kıymetli hâle getirilmiştir ki; sergileyen bile gerçekliğini hâlâ kavrayamamış olup, Orada olandır Şark.

Bu güç ve kıymetlilik, Batı’nın karşısındaki, dışındaki olmaklığıyla artan güç ve kıymettir. Dolayısıyla ilk elden Batı’nın kendi emelleri uğruna bu mekân içinde kendine yer edinmesi, kullanmasıdır asıl meselemiz. Ve artık Mitchell’in de dediği gibi; “Şark sadece ‘yeniden keşfedilen’ bir şeydi” (Mitchell, 2001, s.71).

Sonuç Yerine

Buraya kadar Şarkiyatçılığın ne ve nasıl olduğundan, kimleri barındırıp kimler aracılığıyla bir “Şarkiyat” oluştuğundan söz ettik. Şarkiyat’ın Şarkiyatçılarından/Oryantalistlerinden, onların kullandığı kaynakların kaynağı olan gerek sergisinden, gerek yazınlarından ve bunların öneminden bahsettik. Doğu-Batı ikiliğinin, Şark-Garp hâlini almasının en başında Batı’nın sömürgeleştirmesiyle başlayabileceğini ve iktidar ilişkisinin de buradan üreyebileceğini ele aldık. Bu ilişkinin tam olarak Gramsci’nin bize aktardığı hâliyle “hegemonya”sı ile kurulduğunu, rıza ile oluşan bu orta-mekânın daha uzun vadede kıymetli olduğu sonucuna vardık.

Bu iktidar ilişkileri alanının, Batı ile Şark tartışmalarının ve temsillerinin kendisi olduğunu, aynı zamanda alanın kendisinin bir mücadele içerdiğini de tahmin edebildik. Çünkü bu mücadele; hâlihazırda hâlâ neyin ne olduğunun tartışılmakta olması ve Şarkiyatçının “ben Batı veya Doğu düşüncesinden sıyrılarak bu tartışmaları yapacağım” deyişindeki arzunun, ötekileştirmenin kendisinde vücut buldu. Yine de biliriz ve anlamaya çalışırız ki: diğer yandan biz de günümüzde Türkiye’de Cemil Meriç ve Peyami Safa’nın tartıştığı Doğu-Batı ilişkisinde de tersine çevrilme ve bu ikisi arasındaki ilişkiyi evlilik üzerinden yapılan imgelemlerde anlamlandırmaya çalışırız. Burada ince ve zarif kadın olan Batı’nın, yaşlı ve arzulayan erkeğidir Doğu. Belki de Helen ve Faust’un ilişkisinde Helen bir naif öpücüğüyle Doğu’yu etkileyen, büyüleyen Batı’dır. Büyülenen ve öpülen ise Türkiye’dir, Doğu’dur bu minvalde.

Son olarak Said’in Şarkiyatçılık bağlamında ele alarak yaydığı bu geniş mesele/tartışma, hiçbir zaman Şark’a yönelik merakın dinmeyeceği gibi, gelecekte tartışılması bitmeyecek bir meseledir. Tüm kutuplar, tüm düşünüşlerin ardında gölgesini bulunduran sistem işlerliği de, iktidar ölçütüyle bu meselede kendine yer bulacaktır. Bu, hem bir mücadele alanı, hem bir iktidar ilişkisinin yuvası, hem de Orada-Öteki olanın dinmeyecek akışıdır.

Kaynakça

Burke, P. (2003). Tarihin Görgü Tanıkları. P. Burke içinde, Ötekiler İçin Kalıpyargılar (s. 137). İstabul: Kitap.

Mitchell, T. (2001). Sergideki Mısır. T. Michell içinde, Mısır’ın Sömürgeleştirilmesi (s. 71). İstanbul: İletişim.

Said, E. (2008). Giriş. E. Said içinde, Şarkiyatçılık: Batı’nın Şark Anlayışları. İstanbul: Metis.

[1] E. Said’in Şarkiyatçılık eserinde, Giriş kısmında, Heidegger’den esinlenerek belirttiği betimleme.

 

Nitelikli, bilgi içeriği yüksek, akademik ya da yorum içeren kapsamlı yazılar… Bu başlık altında kıymetli yazarların ve akademisyenlerin özel, kısa ya da uzun, alana özgü metinlerini bir arada bulabileceksiniz. Fihrist olarak idealist bir bakış açısıyla nitelikli metinler ortaya koyma arzusundayız. Dolayısıyla, bu başlık, sizler için geniş bir arşiv oluşturma niyetinin ürünü. Yararlanmanız dileğiyle…

Bülten'e Üye Ol

Fihrist Kitap Çalışmalarından Haberdar Ol