Nitelikli, bilgi içeriği yüksek, akademik ya da yorum içeren kapsamlı yazılar… Bu başlık altında kıymetli yazarların ve akademisyenlerin özel, kısa ya da uzun, alana özgü metinlerini bir arada bulabileceksiniz. Fihrist olarak idealist bir bakış açısıyla nitelikli metinler ortaya koyma arzusundayız. Dolayısıyla, bu başlık, sizler için geniş bir arşiv oluşturma niyetinin ürünü. Yararlanmanız dileğiyle…

İran-Osmanlı Zihin Dünyaları: Fikri ve Edebi Etkileşimler

Yazar: Emel Uzun

Türk-İran kültürel ilişkileri; kökleri yüzyıllar öncesine uzanmakla beraber Osmanlı Medeniyeti gibi muazzam bir dönemde yoğunlaşan bir geçmişe sahiptir. İki medeniyet arasındaki dinî, politik ve coğrafi münasebetlerden tezahür eden edebi etkileşimlerin mahiyet ve derinliği kendisine ayrı bir  müşahede sahası bulur. Türklerin İslam’ı kabulü ile hız kazanan edebi etkileşimler, farklı düzeylerde ve yoğunluklarda devam ederek günümüze kadar devam etmiştir. Bu çalışma, edebiyat dönemlerinin modernleşme ekseninde düşünülen iki temel tasnifi merkeze alarak ilerleyecektir: Birincisi, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerini içeren modernleşme öncesi dönem; ikincisi ise Tanzimat ve Meşrutiyet’in dikkate alınacağı modernleşme sonrası ilk dönemlerdir. 

Çalışmada Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde muayyen çağını yaşayan (yakalayan) edebi münasebetlere değinildikten sonra, ana izleği teşkil eden Meşrutiyet dönemlerindeki ilişkiler belirlenmeye çalışılacaktır. Bu ilişkiler, sürecin tarihsel arka planlarıyla beraber genel eğilimler ve öne çıkan temsilcileri üzerinden değerlendirilecektir. Değerlendirmede, Fars edebiyatı kaynaklı ilk dönem edebi etkileşimin ikinci dönemde taraf değiştirdiğine; yeni oluşan Türk edebiyatının Fars edebiyatı üzerindeki tesirlerine dikkat çekilmesi nihai hedeftir.

 

GİRİŞ

Malazgirt Savaşı (1071) ile Anadolu’nun Türklerin hakimiyetine girmesi; İran ve Anadolu sahaları için siyasi olduğu kadar bu coğrafyada cereyan eden kültürel münasebetler için de mühim bir gelişmedir. Medeniyetleri aynı zamanda demografik kökenli, kuvvetli bir tesire maruz bırakan bu hadiseden sonra İran’dan Anadolu’ya büyük göçler yaşanır. Özellikle Moğolların baskısının arttığı dönemlerde daha da hız kazanan göç hareketleri Anadolu Selçuklu Devleti’nin kuruluşundan yıkılışına kadar devam edecektir. İlmi, irfani ve edebi bir zümreyi de ihtiva eden bu dalgalar, Anadolu’ya kültürel mahiyette büyük bir zenginlik kazandırır. Önemli nedenleri, Selçuklu sultanlarının sanatı ve edebiyatı himaye etmesi gibi durumlarla izah bulan bu gelişmeler neticesinde Anadolu, yeni ve köklü bir medeniyet olarak yükselecektir. “Göçmenler arasında İranlı münevverlerin büyük çoğunluğu teşkil etmesinin nedeni, Selçuklu hükümdarlarının Fars dili ve edebiyatına temayül göstermesiydi” (Sadrniya, 2018).

 

Farsçanın Anadolu’ya nüfuzunun tarihi kökenleri Türklerin İslamiyet’i kabulüne dayanır. Türkler İslâm dininin kaidelerini Farslardan öğrenmiş, dolayısıyla yeni dinin kavram ve terimleri de Farsça olarak dinî kültüre yerleşmiştir. İslam temelli tasavvufi ekollerin İran kaynaklı olması ve bu ekollerin Anadolu’ya yerleşmesinde Farsça yazılmış tasavvufi eserlerin güçlü bir vasıta olma durumu, edebiyatımızdaki Farsça tesirinin ilk nedenlerindendir. “Müslümanlığın kabulünden sonra tarihi ve coğrafi nedenlerin yanı sıra ortak dinin yarattığı kültür birliği, Türklerin İran edebiyatından daha çok etkilenmesine sebebiyet vermiş, Türk şiiri de İran edebiyatını örnek alarak gelişmiştir” (Yıldız, 2004).

 

İlmî ve edebi faaliyetlerin mühim bir kanadını teşkil eden tasavvufun, Anadolu’nun huzurlu ikliminde başlayıp gelişmesi sonucu, kültür ve edebiyat alanında Osmanlı’ya zengin bir miras kalır. Bu miras başta Attar, Mevlâna ve Hâfız gibi birçok mutasavvıf şairin eserleriyle oluşan güçlü bir birikimdir. Bu birikim üzerinden Fars dili ve edebiyatının Anadolu coğrafyasında yükselişi Osmanlı döneminde de devam eder. Selçuklu Devleti’nin zayıflaması ile beylikler dönemine giren Anadolu sahası, Farsça ve Arapçadan tercüme edilen dini- tasavvufi mahiyetli eserlerle klasik edebiyatımıza güçlü temeller inşa eder. Nitekim beylikler dönemi, Germiyanoğulları mahiyetinde yetişen Şeyhoğlu Mustafa, Şeyhî, Ahmedî ve Ahmedî-i Daî gibi şahsiyetleri klasik Türk edebiyatına kazandırmıştır. Daha pek çok kazanımdan sonra Osmanlı’nın güçlenerek Anadolu beyliklerini sınırlarına dahil etmesiyle edebiyatımız yeni bir aşama kaydedecektir. “Osmanlı edebiyatı, çağ içinde muayyen fasılalarla teşekkül etmiş iki edebiyatın; Arap ve Fars edebiyatlarının kuvvetli tesirleri altında müşterek medeniyetin son yaratıcı büyük halkası olarak teşekkül eder” (Yıldız, 2004).

 

Klasik Türk edebiyatı 1450’lere kadar devam eden oluşum evresinde İran edebiyatından oldukça etkilenir. “Bu dönemde Fars dilinin yeri ve önemi Osmanlı coğrafyasında yalnızca ilim ve irfan ehlinin nezdinde yükselmekle kalmamış, Sultan Selim ve Sultan Süleyman gibi Osmanlı padişahları Farsça şiirleri kaleme almıştır. Sûdî-i Bosnevî’nin Gülistan ve Bostan ile Hâfız Divanı Şerhi, İsmail Ankarevi’nin Mesnevi Şerhi gibi Osmanlılar döneminde Fars edebiyatına ait eserlere yazılan şerhler, Fars dili ve edebiyatının o dönemki önemli mevkiini göstermektedir” (Sadrniya, 2018). 1600’lere kadar Farsça etkisi nispeten azalır. Ancak 1700’lere gelindiğinde, özellikle Sebk-i Hindî üslûbu üzerinden İran edebiyatının gücü ve yoğun tesiri tekrar hissedilir. Osmanlı münevverlerinin icra ettiği ve kuruluşundan son evresine kadar Osmanlı saray çevresinde itibar gören bu edebiyat, yüksek zümre edebiyatı olarak addedilmiş, halk arasında kendisine bir alan açamamıştır. Osmanlı entelektüel dünyasının sınırlarında teşekkül eden klâsik edebiyatımızda Fars şiirinin teveccüh ve taklidi, dönemlere göre farklı düzey ve yoğunluklarla 19. yüzyıla kadar devam etmiştir. Fars nüfuzu, Tanzimat ve Meşrutiyet edebiyatlarında hissedilse de bu dönemlerde edebiyatımız artık yeni bir döneme girecek, Farsça dil ve edebiyatı eski itibarını ve merkezî konumunu kaybedecektir.

 

MEŞRUTİYET DÖNEMLERİNDE OSMANLI-İRAN ZİHİN DÜNYASI

Osmanlı ve İran meşrutiyetlerinde, söz konusu toplumların kendi sosyal ve politik koşulları belirleyici olmakla beraber; bu toplumları modernleşme hareketlerine yönelten benzer arayışlar da mevcuttur. Her iki toplumda meşrutiyetteki zihniyetin oluşumunda politik kaygılarla beraber “Batı düşüncesinin, özellikle de aydınlanma ve Fransız ihtilali ideallerinin” etkisi ortaktır (Zarinebof, 2008). Söz konusu zihinsel dönüşümlerinde de etkileşim hâlinde olan Osmanlı ve İran’ın ortak hassasiyetlerinin önemli bir boyutu yine dinîdir. Kuvvetli bir cephesi ‘İttihad-ı İslâm’ düşüncesine dayanan bu münasebet, matbuat dünyasının imkânlarıyla güç kazanır. İttihad-ı İslâm düşüncesini İran mütefekkir ve şairlerinden Ârif Kazvini de destekler ve tüm Müslümanları bu fikir etrafında toplanmaya davet eder: “Küfür ile din savaş hâlindedir, küfrün ilerleyişi bizim ayrışmamızdandır / Ey Allah’ım bizim nifakımızdandır / Kâbe bir, Allah bir, kitap bir, bu ikilik reva mıdır? / Ey Allah’ım nasıl reva olur / Bırak inadı, birlik elini uzatalım / Mezardan uzanan el Mustafa’nın elidir” (akt: Başçı, 2016, s. 60 – 61).

 

Batı emperyalizmine karşı geliştirilen ve ideolojik platformda boy gösteren “Osmanlı – İran ittifakı, Osmanlı ve İran entelektüelleri ve reformistlerini bir araya getirdi” (Zarinebof, 2008). Kendi sınırlarında sosyal, siyasî ve ekonomik yönelimlere sahip olan her iki medeniyeti benzer bir zihin dünyasına ve reformist anlayışa iten bu süreçte; meşrutiyete yönelen tüm hamleler iki tarafın aydınlarınca takip edilip desteklenmiştir. Modernleşme süreçleri yakın tarihlere tekabül etse de, Osmanlı’nın kozmopolit yapısı, jeopolitik konumu ve Avrupa ile daha yakın ilişkiler kurabilmesi gibi nedenlerle; Osmanlı meşrutî idareye İran’dan daha önce geçmiştir. Dolayısıyla, “İran’ın bu yoldaki dikkatini Osmanlı üzerine çekmiş ve Dersaadet’te gerçekleşen her hareket İran tarafından dikkat ve umutla işlenmiştir” (Nuhoğlu, 2019). İran siyaset ve edebiyatının önemli şahsiyetlerinden Melikü’ş-şuarâ Bahâr, 1908 Osmanlı 2. Meşrutiyet hareketinden duyduğu memnuniyeti müstezat tarzında kaleme aldığı ‘Ehlen ve Sehlen / Hoş geldin’ başlıklı şiiriyle ifade eder: “… Ey yüzü daima Hakk’a dönük Osmanlı milleti / Ey yönü sürekli Allah’a olan Osmanlı milleti / Sizin gücünüzle kırıldı Hak düşmanlarının gücü / Sizin cesaretinizle mutluluğu hazmetti ümitlerin gönülleri” (akt: Nuhoğlu, 2019).

 

İran, Osmanlı Meşrutiyet sürecini takip ettiği gibi kendi meşrutiyetini kurmak için Osmanlı’nın ürettiği formülleri, reformist hareketleri ve örgütlenme biçimlerini model almıştır. “Osmanlı siyasal literatürünün ve modernleşme süreçlerinin ürettiği Nizam-ı Cedit, Islahat, Tanzimat, Meşveret, Meclis, Meşrutiyet, Encümen, Kanun-i Esasî gibi terimler ve olgular İran’a Osmanlı versiyonlarıyla geçmiştir” (Işık, 2021). Hatta İstanbul, Osmanlı için olduğu kadar İran meşrutiyetinde de özellikle örgütlerinme çabalarında önemli bir merkezdir. “Kirmani, İsfehani, Meragai gibi aydınların faaliyette bulunduğu İstanbul, İran basınında önemli bir yere ve şöhrete sahip olmuştur. İran’ın yurt dışında çıkan gazetesi Ahter’in I. Meşrutiyet sonrası İstanbul’da yayımlanmaya başlaması Türk modernleşmesinin pratiklerinin İran’a aktarımını sağlamıştır… II. Meşrutiyet’in ilanından hemen sonra İstanbul, İran Meşrutiyetinin önemli simalarının merkezi hâline gelmiştir” (Işık, 2021).

 

Tanzimat döneminde Osmanlı aydınlarının dikkatini Avrupa’ya yöneltmesi Osmanlı düşünce sahasında ciddi değişikliklere sebebiyet verir. Osmanlı meşrutiyeti bu aydınların zihin dünyasının ve reformist anlayışının bir sonucu olarak ortaya çıkar. Dönem entelektüellerinin fikri ve ilmî gayretleri neticesinde varlık bulan bu hareket, İran’ın aydın kesimine de tesir eder. “Bu tesiri, hem özellikle yozlaşmış idari kurumları ve bozulmuş kamu idaresini düzene sokup İstanbul’daki Dârü’l-fünûn’u örnek alarak Tahran’da yeni bir Dârü’l-fünûn tesis eden Emir Kebir, hem de Emir Kebir’in vefatından sonra 20. Yüzyıla kadar sadrazamlıkta kalarak İstanbul’daki sefareti döneminde yakından müşahede ettiği ıslahatları Nasreddin Şah döneminde uygulamaya çalışan Hüseyin Han-ı Sipahlar’ın girişimlerinde görmek mümkündür” (Sadrniya, 2018).

 

OSMANLI-İRAN MEŞRUTİYET DÖNEMLERİNDE YENİ TÜRK EDEBİYATININ FARS EDEBİYATINA ETKİLERİ

Türklerin İslamlaşmasında Arap medeniyetinde doğan dinin Farslardan öğrenilmesi durumuna karşın, medenileşmeye dair kavram ve pratikleri de önemli bir ölçüde Osmanlı ile etkileşimi üzerinden İran öğrenir. Edebi aktarımda da aynı şekilde bir vasıta ya da model alma durumu söz konusudur. Nitekim Klasik dönem edebiyatımızda Arap menşei nazım şekilleri ve aruz gibi edebi kazanımlar İran edebiyatından aktarılmıştır. Yüzyıllar sonrasına gelindiğinde; Tanzimat döneminde bu etkileşimin tarafları yer değiştirecek; Batı kaynaklı edebi form ve akımların İran edebiyatına girmesinde Osmanlı, önemli ölçüde vasıta ve model olacaktır.

 

Osmanlı aydınlarının başta Fransa olmak üzere Batı ile kurduğu yakınlık, fikir ve edebiyat dünyasını da etkiler. Bu dönemin siyasi ve sosyal atmosferi yeni bir edebiyatın oluşumunu da gerekli kılmıştır. Başta Namık Kemal olmak üzere, İbrahim Şinasi ve Ziya Paşa gibi meşhur Osmanlı şair ve yazarları edebiyatımızdaki yeniliğin öncüleridir. Özellikle Fransa’nın fikirsel ve yazınsal dünyasını örnek alan bu isimler, toplumun siyasi ve sosyal dönüşümünde kalemleriyle rol almışlardır. “Namık Kemal edebiyatı meşrutiyet rejiminin kurulması ve milletin kalkınması yolundaki idealine vasıta yapmıştır” (Engin, 2011). Türk edebiyatına ‘vatan, hürriyet, millet’ kavramları Namık Kemal ile girmiştir. Klasik edebiyatın içerik ve formuna getirdiği eleştirilerle, dikkatleri fikir ve düşünce esaslı “toplum için sanat yapma” anlayışına çekmiştir.

 

Türk edebiyatına Batı tesirini ilk yansıtan ise Şinasi’dir. Edebiyatımızda nesir türü ile tiyatro eserlerinin ilk örnekleri onunla görülür. Ziya Paşa’nın ise “sosyal tespitler içermesi ve modern bir zihniyet taşıyan görüş ve tahlilleri ile terkib-i benti önemlidir” (Engin, 2011). Yeni Türk şiiri Abdülhak Hamit ile güçlü ve modern bir ruh kazanır. Recaizade Mahmut Ekrem ise romantizm akımını Türk edebiyatıyla tanıştıran bir şahsiyet olarak dönemin önemli aktörlerindendir. Yeni Türk edebiyatının teşekkülünde en büyük pay ise Tevfik Fikret’e izafe edilir. “Tevfik Fikret gibi hürriyetperver bir Türk şairinin uhdesinde bulunan Servet-i Fünûn dergisi etrafında toplanan edebiyatçılar, yalnızca Türk edebiyatında yeni bir çığır açmakla kalmayıp meşrutiyet dönemi İran edebiyatındaki değişimde de tesirli olmuştur” (Sadrniya, 2018).

 

Meşrutiyetle beraber İran edebiyatı da yeni bir döneme girer. Bu dönemde “İran edebiyatının Mirza Feth Ali Ahûnzâde, Mirza Melkum Han, Mirza Ağahan-ı Kirmani ve Talibov gibi öncülleriyle İbrahim Şinasi, Namık Kemal ve Ziya Paşa gibi Türk aydınları arasındaki düşünce benzerliğini göz ardı etmek mümkün değildir. Bu yıllarda yenilikçiliği savunan İranlı aydınlar, Türk muadillerine benzer bir şekilde eski edebiyatı eleştirerek biçim ve içerikte bir yenilik meydana getirmenin gerekliliğini vurguluyor ve mazinin edebi mirasının kültürel yenileşmenin karşısında engel teşkil ettiğini düşünüyorlardı” (Sadrniya, 2018). İran edebiyat tarihinde 15. yüzyıldan 18. yüzyıla kadar geçen dönem, eski dönem şairlerini taklitten öteye gitmeyen, durgunluğun hâkim olduğu kısır bir dönem olarak telakki edilir. “Klâsik İran şiirlerini birebir taklit eden Kaçar hükümetine bağlı şairler, yaşadıkları çağın olaylarına ilgi göstermemiş, milli ve toplumsal meseleleri görmezden gelmişlerdir. Yazdıkları şiirlere kendi sanat anlayışlarından hiçbir şey katmayan bu dönem şairleri, ‘Bazgeşt’ yani ‘geriye dönüş’ olarak ifade edilebilecek bir dönem ile anılmışlardır” (Bağrıaçık, 2020).

 

İran meşrutiyet döneminin kaotik ikliminde edebi dönüşümün boy gösterdiği ilk tür şiirdir. Geleneksel şiir anlayışı, yenilik arayışında olan dönemin şair ve ediplerince tenkit edilir. Edebi sahada yürütülen tartışmalar sonucunda Bazgeşt edebiyatından uzaklaşılarak “Meşrutiyet edebiyatı” olarak ifade bulan yeni bir anlayışa geçilir. “Bu dönem yaşanan gelişmeler, edebi ve sanatsal estetik kaygılardan ziyade toplumsal değişimin bir gereği olmuştur” (Bağrıaçık, 2020). Osmanlı edip ve şairlerinin kendi topraklarında cereyan eden fikri hareketleri, edebiyat cephesinden desteklemeleri de İranlı aydınlara örnek teşkil eder. Toplumcu sanata evrilen bu anlayışın model alınması aynı zamanda Batı edebiyatının yeni Türk edebiyatına tesirlerini görüp kendi edebiyatlarında arayışta bulunan edip ve şairleri geleneği terk ederek edebiyatta yeni bir döneme açılma hareketlerine yöneltir.

 

Geleneksel İran şiirinin ağır terkip ve edebi sanatları da bu dönemde terk edilmiş sade ve doğal bir ifade biçimi tercih edilmeye başlanmıştır. “İran meşrutiyet dönemi edebiyatı Batı edebiyatının ve yeni oluşmakta olan modern Türk şiirinin etkisiyle konu ve şekil olarak ciddi bir değişime girmiştir” (Bağrıaçık, 2020). Klâsik İran şiirinin beslendiği en önemli kaynaklardan olan dinî-tasavvufî etki de muhtevadan dışlanır. Sosyal içerikli bir mahiyet kazanan bu dönem şiiri, konularını ‘vatan, özgürlük, Batı, kadın, gelenek eleştirisi, eğitim’ gibi mefhumlardan alır. Yeni Türk edebiyatında da benzer mefhumların işlendiği dikkate alınırsa içerik olarak da bir etkilenmeden söz edilebilir. Ancak, bu durumu daha çok dönem zihniyetinin sanata yansıması üzerinden bir etkileşim olarak değerlendirmek mümkündür.

 

Üslup, kalıp ve ifade tarzlarında yeni yapılar kazanan İran şiiri; temeli meşrutiyet dönemine dayanan bu yönelimleri sayesinde özellikle 1920’lerden sonra edebi devrim niteliğinde eserler kazanacaktır. “Mirzade Aşkî ile Takî Rafet gibi isimler tarafından ortaya konulan eserler, şüphesiz yeni Türk edebiyatı ve başta Tevfik Fikret ve Servet-i Fünûncular olmak üzere yenilikçi Türk şair ve yazarlarının yoğun tesiri altındadır” (Sadrniya, 2018). Bu tesirin ilk izleri “İran’da Meşrutiyet döneminde Ali Ekber Dehhoda’nın ‘Seher Kuşu-Marge Sahar’ başlıklı şiirinde müşahede edilmektedir “(Sadrniya, 2018). Söz konusu eser, sembolik-romantik kurgusuyla, biçim ve yapı özellikleriyle yeni İran şiirinin örneği kabul edilir. “İlk defa Yahya Aryenpur’un ‘es sabâ ta Nima’ isimli eserinde zikrettiği üzere Dehhoda adı geçen şiiri, vezin ile kalıp, üslûp ile beyan ve kafiyedeki nitelik bakımından Recaizade Mahmut Ekrem Bey’in Yad Et Beni veya Azerbaycan Cumhuriyeti’nin inkılapçı şairi Mirza Ali Ekber Sabir’in Recaizade’nin şiirine yazdığı satirik naziresinden iktibas etmek suretiyle kaleme almıştır” (Sadrniya, 2018). Recaizade Mahmut Ekrem’in Dehhoda’ya örnek teşkil eden şiirini, Fransız şair Alfred de Musset’in bir şiirinden etkilenerek yazdığı düşünülmektedir. Osmanlı romantizmi ile Fransız sembolizminin kaynaştırılarak kurgulandığı Seher Kuşu, bu niteliklere sahip ilk Farsça şiir olarak edebiyat çevrelerinin dikkatini çeker: “Ey seher kuşu bu karanlık gece / Kötülükleri artık bırakınca / Sabahların ruh bahşeden nefesi / Uyuyanların başından humarlığı alınca / Güzel güneş altın rengi / Saçlarının düğümünü çözünce / Allah kemaliyle görünüp / Çirkin şeytan hapsedilince / Yad et bu ölmüş mumu yad et” (akt: Sadrniya, 2018).

 

Dehhoda’dan sonra yetişen Cafer Hamene, Taki Refet ve Mirzâde Aşkî; şiirde romantizmin ilk temsicileri olarak yeni İran edebiyatında önemli yer edinirler. Üç şairin de Recaizade’nin romantizmiyle başlayan akıntıdan etkilendiği düşünülür. Cafer Hameneî, romantizm tesirinden daha çok etkilenmesi nedeniyle dikkatleri bilhassa üzerine çekmiş, akımın İran şiirindeki öncüsü sayılmıştır. Bu dönem içinde değerlendirilen Mahmut Ganizâde-i Salmâsî’nin Hezeyan şiiri de romantizm izleri taşır. Hezeyan ile beraber dönem şiirlerinin bazı biçim ve ifade tarzlarında Servet-i Fünûn etkisi gözlemlenir. Aşkî’nin İstanbul’da yaşadığı dönemlerde ve sonrasında yazdığı bazı şiirlerle, İstanbul serüveni öncesinin şiirleri karşılaştırıldığında; aradaki izlek, üslup ve şekil farkından da, şiirinin benzer etkilere maruz kaldığı anlaşılır. “ Nevrûzînâme, Rüzgâra Kapılan Yaprak gibi bazı şiirlerinde ve ayrıca ömrünün son yıllarında yazdığı İdeal Manzume başlıklı şiiri form, hayal, ifade tarzı ve duygu bakımından Recaizâde Mahmut Ekrem, Abdülhak Hamit ve Tevfik Fikret’in şiirleriyle büyük benzerlikler göstermektedir” (Sadrniya, 2018).

 

Yeni oluşan Türk edebiyatının İran edebiyatına etkileri, opera ve manzum tiyatro gibi daha önce görülmemiş türler üzerinden de tetkik edilebilir. Kara Kefen ve İran Şairlerinin Dirilişi adlı manzum tiyatrolar Fars edebiyatının bu türde yazılan ilk örnekleridir. Eserler bir süre İstanbul’da yaşayan ve Osmanlı edebiyatını tanıyan Mirzade Aşkî tarafından yazılmıştır. Aşkî, Abdülhak Hamit tesirinde kalmış, onun manzum tiyatroları ile mukayese edilebilecek eserler ortaya koymuştur. İran meşrutiyetinin ilanından sonra Fars şiirine giren Fransız menşei dörtlük nazım şekli de Osmanlı vasıtası ile dönem edebiyatı içinde yer alır. Osmanlıda bu nazım birimi ilk olarak Tanzimat döneminde Akif Paşa tarafından kullanılır. Ardından, dönemin öne çıkan şairlerinin ve Servet-i Fünûncuların kullandığı dörtlük nazım birimi İranlı şairler tarafından örnek alınır. “Bu nazım biriminin, Türk edebiyatını tanıyan Cafer Hameneî gibi şairlerin vasıtasıyla Fars şiirine girdiği ve İranlı şairler tarafından ilgi gördüğü anlaşılmaktadır” (Sadrniya, 2018).

 

SONUÇ

Osmanlı ve İran edebiyatlarının, Meşrutiyet dönemlerinde üretilen eserleri, her iki edebiyatta da ileride gelişecek çağdaş dönemleri için geçiş özelliği taşımaktadır. Bu noktada önem arz eden Meşrutiyet dönemi edebiyatları, geleneğin karşısında güçlenip yükselerek çağdaş edebiyat dönemlerinde başlangıç teşkil ederler. Estetik işlevlerinden ziyade toplumsal faydayı merkeze alan Osmanlı ve İran Meşrutiyet dönemi edebiyatları, bir nevi ideolojik hizmet görerek yeni bir sanat anlayışını da beraberlerinde getirmişlerdir. Osmanlı’nın İran edebiyatına tesirlerinin nedeni ilk ve ağırlıklı olarak fikri mahiyette telakki edilmelidir. Etkileşimin asıl kaynakları, Meşrutiyet edebiyatından önce Meşrutiyet hareketlerinin tetkikini gerektirir. Nitekim Osmanlı-İran mütefekkirleri tarafından siyasi ve sosyal zeminleri değiştirilen bu toplumların etkileşimlerinin de bu minvalde doğması ve edebiyata yansıması tabiidir. Denilebilir ki; yeni oluşan Türk edebiyatının İran edebiyatına tesirleri meşrutiyet hareketlerinin düşünsel tesirlerinden doğar ve beslenir. Bu durumun tam karşıtı da iddia edilebilir. Öyle ki; tarihte örneklerini gördüğümüz üzere, pek çok fikir hareketini başlatan; bir edebiyat faaliyeti veya bir yazar ve eser akıntısıdır. Bir başka deyişle; en güçlü fikir ve düşünceler edebi bir ortamda varlık ve ifade alanı bulur.

 

KAYNAKÇA

Bağrıaçık, Yeşim Işık. “İran Meşrutiyet Döneminde Coşkulu Bir Şair: Ârif Kazvinî”, Şarkiyat İlmi Araştırmaları Dergisi, 12 / 3 (2020), 427-447.

Engin, Ertan. “Vasfi Mahir’e Göre Türk Edebiyatında Dönemler ve Şahıslar”, Türklük Bilimi Araştırmaları Dergisi, 30 (2011), 73-96.

Işık, Yasemin. “Emperyalist Çağda Modernleşme-Türk Modernleşmesi ve İran (1800-1941)”, Asya Araştırmaları Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi, (2021), 227-234.

Nuhoğlu, Güller. “Melikü’ş-Şuarâ Bahar ve Osmanlı Meşrutiyeti Hakkındaki Bir Şiiri”, Şarkiyat Mecmuası, (2019), 23-41.

Sardniya, Bâgır. “Yeni Türk Edebiyatının Meşrutiyet Dönemi Fars Şiirine Etkisi”, çev. Umut Başar. Milli Kültür Araştırmaları Dergisi, 2 / 2 (2018).

Yıldız, Alim. “Süleyman Nazif’e Göre İran Edebiyatının Tesiri” Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, (2004), 153-201.

Zarinebaf, Fariba. “Alternatif Moderniteler: Osmanlı İmparatorluğu ve İran’da Meşrutiyetçilik”, çev. Hatice Uğur, Dîvân Disiplinlerarası Çalışma Dergisi, 13 / 24 (2008), 47-78.

Nitelikli, bilgi içeriği yüksek, akademik ya da yorum içeren kapsamlı yazılar… Bu başlık altında kıymetli yazarların ve akademisyenlerin özel, kısa ya da uzun, alana özgü metinlerini bir arada bulabileceksiniz. Fihrist olarak idealist bir bakış açısıyla nitelikli metinler ortaya koyma arzusundayız. Dolayısıyla, bu başlık, sizler için geniş bir arşiv oluşturma niyetinin ürünü. Yararlanmanız dileğiyle…

Bülten'e Üye Ol

Fihrist Kitap Çalışmalarından Haberdar Ol