Nitelikli, bilgi içeriği yüksek, akademik ya da yorum içeren kapsamlı yazılar… Bu başlık altında kıymetli yazarların ve akademisyenlerin özel, kısa ya da uzun, alana özgü metinlerini bir arada bulabileceksiniz. Fihrist olarak idealist bir bakış açısıyla nitelikli metinler ortaya koyma arzusundayız. Dolayısıyla, bu başlık, sizler için geniş bir arşiv oluşturma niyetinin ürünü. Yararlanmanız dileğiyle…

Denize Açılan Şehir, Şehire Açılan Deniz - Levant Şehirleri

Bazı şehirleri anlamlı kılan ve yaşatan, denize olan kıyılarıdır. Bu kıyılar ki onları ayakta tutar ve tarih perdesinde hatırı sayılır bir yere oturtur. Kimisi ticarete, kimisi deniz tarımına açar kapılarını. Bazısı ise, yalnızca kıyılarının güzelliğiyle ünlenir, sahip olunmak istenir. Şehrin coğrafi konumunun, insanın tabiatı üzerinde de tesiri vardır. Deniz şehrinin insanı başka, dağ şehrinin insanı başkadır. Kıyı kentlerinde doğup büyüyen bazıları için “denizsiz şehirler, adeta penceresiz evler gibidir.” Kıyı şehrinin insanı denize bakmadan, ufku görmeden yaşayamaz olur. Fakat, denizin yalnızca böyle romantik bir anlamı yoktur. Deniz şehirleri, ülkeler için ufka açılan birer kapıdır aslında. Özellikle, deniz ticareti kara ticaretinden daha avantajlı olduğu için, bir deniz şehrine sahip olmak, medeniyetler için zenginliğin ve gücün kapısı olarak görülür. Denize açılan şehirler, yeniliklere de açılır bir bakıma. Bu sebeptendir ki, ilk deniz şehirlerinin Akdeniz’de kurulmasıyla birlikte, modern şehrin inşası burada başlamış olur.

Akdeniz, hem deniz ticaret yollarının bolluğu, hem de av zenginliği açısından en gözde deniz şehirlerine ev sahipliği yapar. Bir yandan büyük deniz savaşlarının yaşandığı bir çatışma alanı, öte yandan medeniyetlerin ve kültürlerin alışveriş yaptığı bir buluşma yeri halini alır Akdeniz. Birçok medeniyet yükselir çevresinde. Nedir bu Akdeniz? Binbir şeyin hepsi birden. Bir peyzaj değil, sayısız peyzajlar. Bir deniz değil, birbirini izleyen birçok deniz. Bir uygarlık değil, birbiri üzerine yığılmış birçok uygarlık.” der Braudel, Akdeniz için.

M.Ö 3000’li yıllarda Fenikeliler gelir, denizciliğin temellerini atar Doğu Akdeniz’de. Doğusunda Lübnan dağları, batısında Doğu Akdeniz kıyılarının olduğu alanda bulunan Fenikeliler, bölgenin kıyılarından faydalanarak liman şehri olgusunu ortaya çıkarırlar. Ticarette ve gemicilikte çok gelişmiş bir toplumdur Fenikeliler. Denizcilik alanındaki yetenekleri sayesinde, Akdeniz civarında pek çok koloni kurar ve bölgeye uzun bir süre hükmederler. Doğu ve Batı arasındaki ticarete aracılık ederek ithalat ve ihracatta da büyük gelişim gösterirler. Smyrna, Tripoli, Cebal-Byblos, Beryte, Sidon, Tyros, Akkho liman şehirlerini kuran Fenikeliler, Mısırlılarla ticarete başlar. Daha çok zeytinyağı ve koku maddelerinin ticareti yapılır. Ancak Fenikeliler, siyasi bakımdan gelişim gösteremedikleri için, kısa zamanda Mısır’ın nüfuzu altına girerler. Uzun yıllar sonra Mısır işgalinden kurtulan Fenike, M.Ö 9. yüzyılda ise, Asurlular ile çatışmaya başlar. Fakat, Asurlular, bölgeyi uzun süre zapt edecek kadar etkili olamazlar. Fenike M.Ö 6. yüzyılda Pers istilasına uğrar.

Sonrasında ise, bölgeye Büyük İskender hakim olur. Büyük İskender, Mısır’da bir Yunan kültür merkezi oluşturmak ister. Rodoslu mimar Dinokrates’in hazırladığı plan ile M.Ö 332’de İskenderiye şehrini kurarak, kente kendi ismini verir. Büyük bir liman kenti haline getirilmeden önce, yoksul bir balıkçı kasabasıdır İskenderiye ve Asya ile Avrupa arasında hızla artan deniz ticaretine kucak açması sayesinde giderek gelişir. Helenistik ve Semitik öğretilerin -dolayısıyla Yunan biliminin- merkez noktası olduğu için, kültürleri de birbirine karıştıran bir şehir olur.

Büyük İskender’in ardından, Ptolemaios Hanedanı bölgeye hükmeder ve bu dönemde şehre saraylar, tapınaklar ve kütüphaneler başta olmak üzere birçok yapı inşa edilir. Özellikle, kütüphaneler sayesinde şehir, döneminin kültür başkenti haline gelir. “Orada insanlar her dilden konuşur. Her türlü kıyafet görülür. Doğu’nun da Batı’nın da tüm ırklarıyla karşılaşılır. Bu çeşitlilik, bu karışım, bu kargaşa İskenderiye’nin gerçek karakterini oluşturur.” der Eugene Poitou şehir hakkında. Philip Mansel ise, “İskenderiye zamanın ilerisinde bir şehirdi.” der. Bu ilerilik hem bilim, hem kültür, hem de ticaret anlamındadır. Bütün bu özellikleriyle İskenderiye, Doğu limanları arasında belki de en önemli kenttir.

Akdeniz, İskender’in ardından Romalılar’ın, sonrasında da sırayla Cenevizliler ve Venedikliler’in hakimiyeti altına girer. İşte Levant tanımı tam da bu sırada, İtalyan şehir devletleri bölgede ticaret yapmaya başladıklarında ortaya çıkar. Levant ismi, genel anlamıyla güneşin doğduğu yer anlamına gelir ve Doğu Akdeniz kıyılarında bugünkü Suriye, Lübnan, İsrail ve Mısır’ı kapsayan alanı tanımlamak için kullanılır. Hem bir bölge, hem de bir kültürdür Levant. “Levanten” tabiri aslen doğu Akdeniz coğrafyasının Avrupa kökenli sakinlerini tanımlarken, zamanla bölgedeki Levant kültürünü benimsemiş yerli grupları da kapsar hâle gelir. Levant kültürü, Doğu’da yaşadığı halde, Batı’nın özelliklerini barındıran, Doğu’nun daha ilerisinde olan toplumun kültürünü ifade etmek için kullanılır.

Osmanlı Devleti güç kazanmaya başladıkça, İtalyanlar’ın bölgedeki üstünlüğü gittikçe azalır. Osmanlı ilerleyişi, bir yandan İtalyan etkisini azaltırken, bir yandan da Fransa ve İngiltere’nin bölgeye girmesine olanak sağlar. 16. yüzyılda, Fransa ve İngiltere ile ticari yakınlaşmalar gerçekleşir. İngiltere, Doğu’ya açılabilmek için Levant Company adında bir şirket kurar ve saraydan aldığı izinle, Batı Anadolu’nun en önemli liman şehri haline gelen İzmir üzerinden ticaret yapmaya başlar. Fransızlar aynı amaçla, Compagnie de Levant’ı kurar. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise, başta Lübnan ve Suriye olmak üzere bölgenin hakimiyeti, manda yönetimi ile Fransızların eline geçer.

Beyrut, en önemli Levant şehirlerinden birisidir. 1975-1995 yılları boyunca süren iç savaş dönemine kadar, uzunca bir süre Ortadoğu’nun kültürel ve ekonomik merkezi olur. Doğu’nun Paris’i şeklinde anılmasında, yıllar boyu bölgenin en lüks ve popüler şehri olmasının yanı sıra, Fransız mandası altında yönetilmesinin etkisi büyüktür. Beyrut, asıl olarak II. Dünya Savaşı’ndan sonra gelişir. Fakat, Lübnan ve diğer Levant bölgeleri 19. yüzyılın ilk yıllarından itibaren İngiltere ve Fransa sayesinde ticari önem taşıyan alanlar olmuştur. Beyrut Limanı’na mal getiren İngiliz gemilerinin sayısı 1842’de on beş iken, 1861’de bu sayı elli yediye; taşınan yük ise, 2000 tondan 27.000 tona yükselir. Milletlerarası ticaret, bankacılık ve finans şirketlerinin yoğun faaliyetleri -1982’de İsrail’in Güney Lübnan’ı işgaline kadar- ekonomiyi geliştirir ve şehrin yükselişini sağlar. Hem mimari açıdan, hem de eğitim ve kültür bakımından Levant’ı Levant yapan şehirlerden olur Beyrut.

Denizin sunduğu imkanlar, limanlarıyla ayakta kalan şehirler için bir lütuftur. Şehir denize açılırken, deniz de bütün nimetleriyle kendini şehre açar. Bu lütuf, büyük devletlerin iştahını daima kabartır. Çünkü, kıyıları denize açılan şehirler, hem kudret hem de bilgelik verir topluma. Fakat denize sahip olmak -hele ki Akdeniz’e sahip olmak- hiç de kolay değildir. Akdeniz’in Doğu limanları, coğrafyanın hem insan hem de şehir üzerinde ne kadar belirleyici ve bağlayıcı olabileceğini bütün ihtişamıyla gözler önüne serer.

Nitelikli, bilgi içeriği yüksek, akademik ya da yorum içeren kapsamlı yazılar… Bu başlık altında kıymetli yazarların ve akademisyenlerin özel, kısa ya da uzun, alana özgü metinlerini bir arada bulabileceksiniz. Fihrist olarak idealist bir bakış açısıyla nitelikli metinler ortaya koyma arzusundayız. Dolayısıyla, bu başlık, sizler için geniş bir arşiv oluşturma niyetinin ürünü. Yararlanmanız dileğiyle…

Bülten'e Üye Ol

Fihrist Kitap Çalışmalarından Haberdar Ol