Nitelikli, bilgi içeriği yüksek, akademik ya da yorum içeren kapsamlı yazılar… Bu başlık altında kıymetli yazarların ve akademisyenlerin özel, kısa ya da uzun, alana özgü metinlerini bir arada bulabileceksiniz. Fihrist olarak idealist bir bakış açısıyla nitelikli metinler ortaya koyma arzusundayız. Dolayısıyla, bu başlık, sizler için geniş bir arşiv oluşturma niyetinin ürünü. Yararlanmanız dileğiyle…

Kadim Zamandan Günümüze: Zaman, Hızlanma, Teknoloji ve Birey

Yazar: Ayşegül Karayama

Modern teknolojiyi şimdiki haline getiren birey, “hızla” çoğalan soyların bireyidir. Ancak günümüz teknologlarını geçmişin mühendislerinden ayıran unsur da zamanın kendisi, hatta “zamanın ruhu”dur. Buradaki zamanın ruhu kavramını; bildiğimiz, genel ve teknik anlamıyla bahsedilen ve Bora’nın da dediği gibi Alman filolog Klotz, 1760’da bu adla yayımladığı çalışmasında, belirli bir çağa mahsus olanı anlamayı sağlayacak zaman aşırı ölçütlerin ve kavramsal araçların neler olabileceğini sorgulamıştı (Bora, 2018). Ancak bu şekilde daha somut olmaktan ve sadece belirli şekilde dönemlerin kendi içindeki düşünme, hissetme, davranma tarzı gibi genel algılardan veya açıklamalardan çok daha fazlasıdır.

Buna karşın Herder, 1769’da yazdığı bir makaleyle bu zaman-aşırı yoruma itiraz ederek, belirli bir zamana mahsus olan, o zamanın mahiyetini tayin eden bir tinsel gücün varlığına işaret etti (Bora, 2018). Bunu da Latincesinin aksine Zeitgeist adıyla kullandı. Bireyi dönüştürdüğü düşünülen zamanın ruhu; Zeitgeist’ın içerdiği ruhtur. Tinsel bir gücün içinde bulunduğu zamanları, dönemleri dönüştürmesiyle; bireyleri de değiştirerek ihtiyaçlarını, ihtiyaç algılarını, arzularının azlığı ya da çokluğu derecesinde düşünme ve yapıp etme biçimlerini etkilemiştir. Kadim insan topluluklarında bireylerin zaman ihtiyacı, gündelik yaşantılarına paralel biçimde şekillenmiştir. Zaman ihtiyaçlarını belli dönemlerde yeni doğan inanç arayışlarına ayırsalar da çoğunlukla bu inanç meselesi de bir noktada yaşamlarını sürdürecek şeylerin bereketlenmesi, çoğalması, var olması arzusundan doğmuştur.

İnanç meselesi dışında bireyler zamanlarını ürün yetiştirerek, toplayarak, saklayarak yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Bu sürdürüş için de gereken teknolojik aletler artık Tarım Devrimi’nden sonra keşfedilmiş, kullanılmaya başlanmış ve geri dönüşü olmayan bir teknoloji furyasına dair önemli adımlar atılmıştır. Geçmişin mühendisleri zamanlarını bu yönde kullanarak bugünün doyumsuz ve denetimci haliyle var olan teknologlarından ayrılarak, zaman ihtiyaçlarını çoğunlukla gündelik ihtiyaçlarına, belki inançlarına, ritüellerine, törenlerine vb. dayandırmışlardır. Bunların temel sebebi de yaşam ve yaşamı sürdürme arzusudur.

Ancak bireylerin ihtiyaç fazlasıyla –artı değer ile- tanıştığı zamanlardan beri geliştirdiği teknolojinin; günümüz teknolojisi ve gelecek zaman teknoloji sisteminin hızını ve zamanı etkileyen bu sistemi dönüştürdüğü açıkça görülmektedir. Günümüz teknologlarına bakınca ise, yaşamı sürdürme arzusu için gerekli bütün ihtiyaçlara sahip ama doyumsuz ve zaman üretip zaman bırakmayan teknolojiye sahip bireyler görürüz.

Doyumsuz Birey

Modern teknoloji çerçevesinde kadim zamanlardan itibaren günümüze yaklaştıkça, ürettiğinin fazlasıyla karşılaşmaya devam eden birey, gittikçe bu fazladan haz duymaya başlayacaktır. Başında zorunluluk içinde yaşamını sürdürmekten başka çaresi olmayanlar artık fazla ürünler ve dolayısıyla fazladan zaman ile karşılaşacaktır. Teknolojinin de en basit, ilkel halinin bile temel amacı; zamanı daraltarak, ilksel biçimde üretilenden daha fazlasını üretmek, kişiye kolaylık sağlamaktır.

Her halükârda artık fazladan zaman kazanma fikri oluşmuştur teknolojiyle birlikte. Bu “zaman kazanma” fikrinden doğan fazladan zaman, yeni inançlara, yeni ritüellere, sosyalleşmeye, yaşam yeri değiştirme fikrine, kentleşmeye, göçlere yer açmıştır. Tarihte yaşanan iyi – kötü çoğu olgunun temeli, teknolojinin beklenenden büyük bir hız kat ediyor oluşu ve bunun sonuçları sebebiyle oluşmuştur. Bireyler, büyük bir heyecanla ve hızla ürettiği teknolojik yapıların günümüzdeki sonuçlara sebep olacağını fazla net görememişlerdir. Oysa bundan yıllar öncesinde her şey gayet tabii kadim topluluklardaki gibi ihtiyaç bağlamında üretilmişti. Yüzyıllar öncesinin mecburi ihtiyaç aletleri olan baltadan, kazmadan, kürekten; uzay araçları, mikroçipler, laptoplar veya ziyadesiyle el yordamıyla yapılan/kullanılan tüm araçlardan uzaklaşmış dokunmatik araçlara geçişi ve bu serüveni anlatmak, insanın bu serüven içerisinde silikleştiğini; kendi kendini silikleştirdiğini görmek demektir.

Bu zamanın yozlaştırışı, Eliade’nin kozmogonisinin[1] işaret ettiği değişmeye benzemektedir. Birey, ürettiği şeylerin mükemmelleştiğini zannederken aslında mükemmel olanın kusurunda yabancılaşarak kendiliğinden uzaklaşmaktadır. Bu uzaklaşma, silikleşme, mükemmel olanın kusurudur. Görüngüyü öze, rayihaya tercih etmektir.

Bir şeyin fazladan oluşuyla karşılaşan birey, hiçbir sebep fark etmeksizin ve kaçınılmaksızın doyumsuzlaşmaya başlamaktadır. Birileri bu fazlalığı kullanmasa bile, fazladan olan bir şeylere sahipliğin verdiği farkındalıkla doyumsuzdur. Bilakis bir noktada, fazladan olan şeyi; örneğin fazladan zamanını kullanmama şansı da yoktur. Bu fazladan boş vakitte, birileri “vakit bulamadığı” eylemlerini yapmak için kullanırken birileri de hiçbir şey yapmayarak kullanabilir. Gariptir ki, yoğun iş temposunda ışık hızında geçen zamanda işine gittiği ve geldiği, gününü bitirdiği kişi boş zamana sahip olabilir ve hiçbir şey yapmama lüksüne sahiptir. Bu boş vakit veya fazladan zaman; insanların geçmişten günümüze kadar ürettiği teknolojisinin masumane zaman kısaltma, pratikleşme vaatlerinden ileri gelmektedir. Zaten doyumsuz olan bireylerin, internetin hayatımıza girişiyle internetin hızının da gittikçe daha süper-iyi olmasını bekleyen bireylere dönüşmesi fikri artık gerçekleşti.

Günümüzde insanlar başta internet unsuru olmak üzere her şeyin önce “en iyi” sine sonra “en hızlı” sına aç vaziyettedir. İnternetin süper-iyi olması beklentisi asla eskimeyecek, teknoloji niteliği geliştikçe yeni doyumsuzlukların yanında yeni beklentiler de eklenmeye devam edecektir. Keza doyumsuz insan bir kere doyumsuzluğu yaşamış, nüfus bir kere ilerleme mecburiyetinde bırakarak artmış, teknoloji de bir kere ilksel biçiminden ayrılmıştır, bu geri dönüşü olmayan bir eylemliliktir.

Mesafesizlik Üretimi

Kadim zamanın mühendislerine karşın günümüz teknologlarının, hızla ürettiklerinin yanında yakınlığın uzaklığını da üretmesi mümkündür. Üretilen teknoloji, kendi içinde de mesafesizlik üretir. Daha sadece yirmi yıl öncesinde mektuplaşmanın önemi çok daha fazla iken, şimdi dijitalde yazılan tonlarca kelimenin yeri ve hali, durumu gözler önüne sermektedir. Mektubun, gönderenin yazılarından ziyade; dokunuşunu, kokusunu, anını taşıyabiliyor oluşu, günümüz dijital konuşmaların taşıdığı veya taşıyamadığı şeyi açığa çıkarmaktadır.

Aynı zamanda anın kendisini taşıyan mektup, mekânı da canlandırır gönderildiği yerde. Yeni teknolojinin vaat ettiği hızlı yakınlık, pratiklik görünürde var olsa da taşıyamadığı tüm unsurlar onun masumane mesafesizlik yaratma girişimini anlamsız kılmaktadır. Bu mesafesizlik, mesafe arzusu taşıyan bir mesafesizliktir. Uzaklığı bilmeyi arzular. Bu mekânsızlık ise, mekân arzusu içerir. Günümüz teknoloji furyası bu yakının uzaklığını ters yüz de edebilir, aynı mekânda bulunulsa bile uzak kalmayı gerçekleştirebilir.

Bireyler kamusal alanda içine girdiği teknolojisindeyken ruhu uyur, bilinci yavaşlar, yanındaki bedenin ruhunu görmez, duymaz ve bir türlü iletişime geçemez. Bu da bir tür yakınlığın uzaklığıdır. Heidegger bu mesafesizlik için “[…]yine de tüm mesafelerin bu şekilde aceleyle ortadan kaldırılması, bir yakınlık getirmemektedir, çünkü yakınlık mesafenin kısalığından oluşmaz. Ekrandaki görüntüsüyle olsun ya da radyodaki sesiyle olsun mesafe bakımından en yakınımızda bulunan bir şey, bize hala uzak kalabilir. Mesafe bakımından bize ölçülemeyecek derecede uzakta bulunan bir şeyse, yakınımızda olabilir…” (Heidegger, 2006, s. 151). Diye ekler ve öyle ya da böyle teknolojinin mesafe kısaltma, yakınlaştırma arzusunun yersizliğini devamında eklediği gibi mesafenin kısalığının kendisinin yakınlık olmadığını, mesafenin uzunluğunun da uzaklık olmadığını vurgular. Bu mesafesizlik kadar mekânsızlık da, bireyleri kendilerine yabancılaştıkları gibi oldukları mekâna da yabancılaşarak anın farkına varamamayı mecbur kılar. Bireyin içinde olduğu mekân ile kendiliği arasındaki estetiği bozan, elinde tuttuğu teknolojisi olacaktır çoğu zaman.

Bulunduğu yeri gözlemekten ziyade paylaşarak enformasyon yığınını yığınlaştırmaya devam ederek, anını öteleyecektir. Her şeyden önce insanın kendi eliyle serileştirdiği, doyumsuzluğunun bir sonucu olan günümüz teknolojisi, bireyin anını görmezden getirerek onu silikleştirmeye devam edecektir. İnsanın insanlarla, hayvanlarla ve bitkilerle olan; kısacası doğaya olan uzaklığının sebebi de temelde insan-doğa sömürüsü şeklindeki ilişkisinden gelmekte olup, çoğunlukla modern teknolojiye işaret etmektedir. Han’ın da noktaladığı gibi;

“Modern teknoloji insanı yeryüzünden uzaklaştırır. Uçaklar ve uzay gemileri yerçekimini insanın elinden alır. Yeryüzü, uzaklaştıkça küçülür. Yeryüzü üzerinde ne kadar hızlı hareket edilirse, o kadar daralır. Yeryüzü üzerinde mesafeleri kaldırmaya yönelik her girişim insanla yeryüzü arasındaki mesafenin de giderek artmasına yol açar. Böylelikle, insanı yeryüzüne yabancılaştırır. İnternet ve elektronik posta coğrafyayı, hatta yeryüzünü ortadan kaldırır. […] Modern teknoloji insan yaşamını yeryüzünden yoksun bırakır.” (Han, 2018, s. 50)

Seri (Eylem) Üretim

Günümüzde bireylerin teknoloji sayesinde kendilerine yabancılaşma halinin serüveni, Sanayi Devrimi’nin Fordist Üretim getirisinden dolaylanarak bugüne gelmektedir. Başlangıçta bu üretim biçimiyle organik robotlara dönüşen bireyler için günümüz teknolojisinin mesafesizlik vaatleri, zamandan kısaltıp kolaylık sağlama fikri; hızlı iş temposuna sahip yaşantısında kolaylık olarak görülmektedir. Uzun uzadıya yürümesi gereken yerleri, kendi kendine yürüyen bantlarla hızlandırabilir.

Mektupla günlerce gönderilmesini beklediği bir haberi anında gönderebilir. Aynı zamanda da bireyin yoğun iş temposunda vaktini ayıramadığı birçok şey olacaktır. Bunlardan en önemlisi; yabancılaştığı kendisini, kendiyle kalarak dinlemek ve kendiyle konuşabilmektir. Bireyi kendiliğinden ayrıştıran teknoloji hastalığı, salgınlaşarak önce düşünme yetisine sıçramakta ve daha sonra tüm duyularını köreltmektedir. Birey sadece gözlemeyi öteleyen, dokunmayı veya işitmeyi beklemeyen birey değil, düşünmeyi “arzulamayı” bile eyleyemeyecek noktada yabancılaşmış bir bireydir. Bu noktaya gelebilmek için kendini kaptırdığı hız, seri çalışma zorunluğundan sebeplenebilir. Haliyle günümüzün zaman algısında, sürekli bir şeyleri yetiştirme çabası, onları kendinden önce görme ve yetiştirilen şeylerden “kalırsa” kendine zaman ayırma durumu var.

Zamanın bu denli verimsiz, özverisiz kullanılışı ve bu kullanılışa sebep olan unsurlar zamanı bir tür krize, çıkmaza sokmaktadır. Günümüzün zaman krizinin önemli nedenlerinden biri, vita activa’nın, eylemlilik yaşamının mutlaklaştırılmasıdır. Bu mutlaklaştırma, insanı bir animal laborans, “çalışan hayvan” derekesine indiren bir çalışma buyruğuna yol açmaktadır. (Han, 2018) Baştan beri söz edilen seri eylemlilik, yabancılaşmış bireyin seri –eylem- üretim hali onu animal laborans’a çevirmiştir. Salgınlaşan teknoloji hastalığı insanın fiziksel güçlerinin önüne geçtiği gibi, düşünce güçlerinin de önüne geçmişti; buna örnek olarak tefekkür yoksunluğunu verirsek zaman krizinde silikleşen bireyi tam olarak tasvir etmiş olabiliriz. Bireyin kendi halinin farkında olamama sebebi de derin düşünme – vita contemplativa’yı[2] gerçekleştirememesi, zaten “duramadığı” için yapamamasıdır. Ayrıca animal laborans halinde bir bireyin bunu gerçekleştirmesi neredeyse imkânsızdır.

Zaten zamanın aldığı kriz hali, aşırı hızlanmanın yarattığı durdurulması neredeyse imkânsız olan sürati; içinde bu hızlanmayı biraz olsun yavaşlatacak unsurları barındırmaz. Bu tür bir hızlanma durumu, anlamsal ve duraksal şeyleri kendisine bir engel olarak görecek ve kabul etmeyecektir. Han’ın da dediği gibi “hızlanma dünyanın semantik açıdan kısırlaşmasına yol açar. Mekân ve zaman artık çok da anlamlı değildir” (Han, 2018, s. 48). Özellikle modern teknoloji çağında bireyler; ayıracakları zamanı da yine dijital aletlerine ya da onları tüketmek için satın almaya ayırmak isteyecektir.

Bu böyle bir döngüselliktir, elbette birey ürettiklerinin sahibi olmak isteyecek ve onu kullanmaya başladığı an büyüsüne kapılacaktır. Bu çemberden çıktığı an fevkalade derin düşünceye yönelebilir ancak çıkması da bir hayli zor olacaktır. Yönelmeleri gereken derin düşünme, duyularını da harekete geçirebilecek, yerini ve halini fark ettirebilecek bir düşünmedir. Derin düşünmeyi yapabilen birey, sabah kalkıp işe giderken yine seri biçimde geçip gittiği tüm yolların sonunda durması gereken araç yolculuklarında, geçiş anlarında, eline son model telefonunu alarak yapay bir dünyaya girmek yerine bir kitap alarak daha gerçekçi bir dünyaya sokabilir.

Telefonların dünyası yapay, kitapların gerçek olduğu söylendiğinde aksine telefona herkesin “çevrimiçi” biçimde var olarak “anlık” şeylerini paylaştığı ve kitapların ise ölü, uydurulmuş kişilerden oluşturulduğu akıllara getirilir. İşte bu gerçeklik – yapaylık çizgisi bu noktada ayrılmaktadır. Kitabın gerçekliğine atılan adımın önündeki eşik ile dijitalin adımı ve dahiliyeti bir değildir. Burada kast edilen kitaptaki eşiğin kapsadıkları, dijitalin kapsadıklarıyla aynı kıvamda değildir.

Kitabın ve eşiklerinin bir rayihası varken, dijitalin yoktur. Han’ın da dediği gibi “Eşikler ve geçişler gizemin, müphemliğin, değişimin, ölümün, korkunun olduğu kadar özlemin, umudun ve beklentinin de alanlarıdır” (Han, 2017, s. 51). Kitabın tutkusunun, akıllı telefonların ruhsuzluğunun var oluşu genele yayılarak; kitap gibi, derin düşünme eyleminin an esansını taşıyan; efsun, umut, hatıra, ölüm, yaşam gibi anlamlı unsurlar taşıyanların yanında teknoloji, tüm bunların olmadığı bir şeydir. Teknolojinin tekdüzeliği ile rayihası olan tüm madde ve madde olmayanların farkı bu eksikliktedir. Teknolojinin içerdiği bu aşırı hız, aslında onun tek sıkıntısı değildir bu eksikliğe bakılırsa. “İvme kendi başına asıl problem olmadığı için çözüm de yavaşlama değildir. Yavaşlama kendi başına bir ölçü, bir ritim, bir rayiha üretmez” (Han, 2017, s. 67).  

Disiplin ve Denetimin Teknolojisi

Bu yolda ruhunu vermiş, kendinden eksilterek başkalarını da eksiltmeye göz dikmiş kişilerden oluşan bir Teknokrasi doğmuştur teknoloji uğruna. Teknoloji ile bireyleri büyüleme hedefiyle, teknolojiye tutsak etme arzusuyla icat edenler, yani “bilgi iktidarı” ve sermayesiyle bu yolu konforlaştıran “para iktidarı”ndan oluşur. Teknokrasi rejiminin erklerinden önce ise klasik siyasi iktidar yöneticileri düşünülecek olursa, teknolojiyi teknokratik şekilde kullanmayı gayet iyi bildikleri söylenebilir. Bilhassa geleceğin yöneticileri olan teknologları da nerede ve nasıl kullanacağını iyi bilir siyasi iktidarlar. Bu doğrultuda disiplin toplumundan denetim toplumlarına geçiş çizgisi, teknolojiyi de barındırarak çizilmiştir.

Disiplin toplumları kısaca; aile, okul, askerlik, hastane gibi birkaç kurum çerçevesinde içerlenerek gelişir. Birinden bir diğerine geçişi, tekdüzeliği ve bir disiplini tanımlar. Ancak 18. ve 19. yüzyılların tekdüze disiplin toplumları yerini günümüzde eklektik biçimli denetim toplumlarına bırakmıştır. Denetim toplumları, sayılan birkaç kurumu insan hayatının bütün alanlarına yayarak; birinden diğerine geçiş şeklinde değil daha karma bir geçişlilik haliyle tanımlanır. Hastanede tedavi edilmek zorunda kalınan şizofreni hastalığı bile seri üretimin, teknoloji sayesinde gelişmeye imkân bulan kimyanın en değerlisi olan antidepresanlar sayesinde toplum içerisinde çözüm bulabilir, eğitim de teknoloji sayesinde eğitim mekânları dışında uzaktan bir şekilde yayınlarla izlenerek alınabilir. Teknolojinin mekânsızlaştırma hali burada da görülmektedir. Örnekler çoğaltılmakla beraber, disiplin toplumundan sonra denetim toplumlarının en büyük kaynağı gelişen teknolojidir.

Bu geçişliliği sağlamaya yardımcı olan, izlemeyi ve gözlemeyi kolaylaştıran şey de modern teknolojinin kendisidir. Daha gelişmiş makinalara sahip denetim toplumları, disiplin toplumundan ayrılarak gittikçe gözetim gücünü artırmaktadır. Ayrıca Deleuze’den aktaran Baker’in de eklediği gibi “her toplum tipiyle bir makina tipi kolayca eşleştirilebilir. -makinalar belirleyici olduklarından değil, kendilerini üretip kullanabilen toplumsal biçimleri ifade ettikleri için- Eski hükümranlık toplumları basit makinalar kullanıyorlardı. -kaldıraçlar, bucurgatlar, saatlar; yakın zamanların disiplin toplumlarıysa enerjiyle çalışan makinalarla teçhizatlandılar- Edilgin entropi, etkin sabotaj riskleriyle birlikte; denetim toplumlarıysa üçüncü türden makinalarla işliyorlar –bilgisayarlarla- ve tıkanma türünden edilgin, korsanlık ya da virüs bulaştırma türünden etkin tehlikelerle…” (Deleuze, 2011).

Denetim toplumlarının denetlediğini, her an çalışır durumdaki kameralarından anlayabilir ve bu kameralar sayesinde rahatlıkla toplumun panoptikonlaştığını[3] söyleyebiliriz. Panoptikonun gerçekleştirilmemiş bir teknik model olması, semantik anlamda onun gerçekleşmediğini iddia etmeyecektir. Zira panoptikon modeli denetim toplumlarının birçok unsurunun temsili modeli haline gelmiştir. Teknolojinin herkeste bulunuşu gibi, kameralar da teknoloji adına her yerde kendini var edecektir. İktidarın izleyici mekanizmaları haline geliş serüveni, teknolojinin bu hızla ilerlemeye devam edişi; gelecekte asıl iktidarın, teknolojinin kendisi olacağının habercisidir.

Bizzat panoptikon tipi; denetim ve gözetim toplumundaki güncel haliyle, izlemenin ve gözetlemenin her yerdeki varlığıyla açısızlaşmış, gözetlemenin kendisi de doyumsuzlaşmıştır. İzleyeceği şey her ne olursa olsun, izleyen; geist yoksunu, duygusuz bir robottur. Han’ın da dediği gibi “şu an panoptikonun sonunu değil, tümüyle yeni, perspektifsiz bir panoptikonun başlangıcını yaşıyoruz. 21. yüzyılın dijital panoptikonu artık tek bir merkezden, despotik bakışın her şeye kadir gücü tarafından gözetlenmiyor olması ölçüsünde perspektifsizdir” (Han, 2017). Asıl ilgi çekici olan ise, bu robotların üreticisi olan insanların, insan bedeninden ilham alarak ürettiği robotlara gittikçe kendini benzetmesi. Tinsiz, kıvamsız, gözü göz değil “kamera” olan, izleyen değil gözleyen robotlara “yapay zekâ” diye bir unsur ekleyip daha çok kendine benzetmeye çalışan insan, kendine benzettiği kadar kendisi de robotlara benzemektedir. Zekâsını, uzuvlarını, organlarını taklitleştiren ve yapaylaştıran insan, robot için yapaylaştırdığı ölçüde kendisi de yapaylaşır.

Teknolojinin ruhsuzluğuna, ruhunu verir, ruhundan eksiltir. Toplumu gören göz, panoptikonun, kameranın olduğu kadar bir iktidarın, zümrenin gözüdür. İşte o zümre-iktidar görmenin kendisini kameraya paylaştırır, kendi görüşü de bulanıklaşır ve gerçeği göremez hale gelir. Görmeyi yalnızca gözetleme, takip etme haliyle yapan iktidar; gözlediklerini, işçilerini, üreticilerini tabii ki uzaktan uzağa hizaya sokar. İzlenenler izlendiğinin farkındadır, görülmenin kurallarına uymak zorundadır.

Bu zorundalık hali bireyleri aktif tutmaktan kaçınmaz, bireyler aktifliğinin farkında olmaksızın hızlanır ve serileşir; serilikle de sistemin hızla dönmesine, işlemesine yardımcı olan parçalar haline gelir. Panoptikonda iktidar, bireyleri gözlerken durmamalarını da sağlamış olacaktır. Bireyin kendi tekelinde ürettiği ama artık bireye ihtiyaç duymaksızın kendi başına iktidarlanan teknolojisi; durmaksızın kapitalist sistemi işleten dromologlara[4] ihtiyaç duyacaktır. “Kapitalist üretim de kendi dromolog özneleri tüccar ve emekçiye, özellikle yerinde durmayan işçiye ihtiyaç duyar. İşçi dursa bile üretim bandı hareket halinde olmalıdır.

Hareketin hızında düşüş, kapitalist tertibatı işlemez hale getirir. Üstelik işi durdukça onların da dâhil olduğu […] herhangi bir işleyişin altında hareket halindeki faillerin durması, yavaşlaması, söz konusu tertibatı kısa zamanda bozar. Dromoman, hareket etmekten vazgeçtiği anda sistem işlemez olur” (Taburoğlu, 2018). Bu da iktidarın kaçındığı bir sorundur. Diğer bir gerçek ise, zaten yavaşlamanın neredeyse imkânsız oluşu; bunun da iktidarın yararına oluşudur.

Sonuç Yerine

Eski çağların teknolojisi ile günümüz teknolojisinin taşıdığı; zaman, sürem ve uzam farkını günümüz bireyine veya “Nietzsche’nin ‘son insanı’…” (Han, 2018) diyerek Han’ın bizi yönelttiği insana bakarak anlayabiliriz. Teknolojiyi geliştirdikçe, kendini de aynı yönde –bazen sapmalarla da olsa ki bu gereklidir- ilerlemeye tabi tutan insan, teknik olan ne barındırıyorsa çok da farklı olmayacak ölçüde onları kendinde barındırır. Biraz yapaylık, biraz durağanlık, biraz durumsuzluk, belki biraz da ruhsuzluk barındırır. Kendi ürettiği her şeyde biraz kendini ürettirir şimdinin son insanı. “Şimdi” bitmeyen bir şimdidir, son insanın “son” olma halinin de sonu gelmeyecektir. Doyumsuzluğun sonucu da döngüsellik olacaktır. İhtiyacının fazlasını tatmış doyumsuz insan, fazlanın da fazlasını üretmeye doğru işe koşar kendini. Eyleyerek var ettiği maddeleri ölçüsünde var olur ve teknolojiyle biçtiği dünyasında görünmez hale gelir, formsuzlaşır.

Hızla sürüklenen ve tam anlamıyla akıp giden bütün insanların arasında; gündüzünde ve eve dönerken, seri –insan- üretim bantlarında kendini yeniden ve yeniden üretir. Teknoloji, pratik ve ihtiyaç olmaktan çıkmışlığıyla üretir şimdinin insanını. Uzuvlarını, zekâsını, reflekslerini bile taklitleştiren, yapaylaştıran insan, elbette eylediği ölçüde eylenecektir. Kadim teknolojiyi modern teknolojiden ayıran en önemli unsur, ilk elde insanın madde olarak gördüğü, gayet tabii kullandığı şeylerin şimdi insanı madde olarak görmesi ve metalaştırmasıdır. Bir noktada metalar, insanı metalaştırmıştır.

Bu geçiş, bir tür eşiktir ve bu eşik içinde bir rayiha, ruh barındırmaktadır. Bu eşikten sonrasında bütün eşik ve geçişler rayiha, efsun, umut, doğum yoksunudur. İçinde barındırdığı en yoğun ruhsal şey belki özlemdir, nostalji bağlamında bir özlem. Başka bir bağlamda insan, kendi ürettiğiyle kendini gözletir hale gelmiştir. Disiplin toplumlarından denetim toplumuna geçişi, teknolojinin imkânlarıyla kurumları tüm hayata yayması şeklinde düşünmemiz mümkün. Aynı zamanda imkân yaratırken mekânsızlaştırdığı ölçüde yakınsızlık da ürettiği gayet açıktır. Bireyler teknolojinin zaman daraltma, pratikleşme vaatlerini masum sayarak birbirlerinden yakın-uzak biçimde yaşamlarını sürdürmektedir.

 

KAYNAKÇA

Bora, T. (2018). Zamanın Ruhu. Birikim.

Deleuze, G. (2011). Denetim Toplumları. (U. Baker, Dü.) e-skop.

Han, B.-C. (2017). İvme Toplumu. B.-C. Han içinde, Şeffaflık Toplumu  Metis .

Han, B.-C. (2018). Önsöz. B.-C. Han içinde, Zamanın Kokusu  Metis.

Heidegger, M. (2006). Şey. Kutadgubilig

Taburoğlu, Ö. (2018). Virilio ve Yavaşlamanın imkansızlığı. Birikim.

[1] Şeylerin (insan, hayvan, canlı, varlık vb.) var edildiği ilk halleri, onların ideal halleridir. İlk hallerinden sonra geçen zaman onları bozarak yozlaştırır, yaşlandırır. Şimdiki zaman her zaman başlangıca göre “bozulma” halini verir.

[2] Hannah Arendt’in vita activa kavramının yanı sıra temsil ettiği bir diğer kavram. Vita activa’nın eylem/pratik oluşuna karşın vita contemplativa da düşünme/derin düşünme anlamlarına gelmektedir.

[3] Panoptikon; bir hapishane modeli olup, Jeremy Bentham tarafından tasarlanmıştır. Michel Foucault ise bu hapishane fikrine gözün-iktidarı/iktidarın gözü şeklinde bir anlam katarak iktidarı bu hapishane üzerinden açıklamaktadır.

[4] Paul Virilio’nun öğretisi olup, kısaca modern çağın insanının doyumsuzluğunu ve hız tutkusunu “hız bilim” olarak adlandırdığı Dromoloji’nin öğelerinden birisidir. Dromolog, Dromoloji’nin hızlanan ve hızlayan özneleridir.

Nitelikli, bilgi içeriği yüksek, akademik ya da yorum içeren kapsamlı yazılar… Bu başlık altında kıymetli yazarların ve akademisyenlerin özel, kısa ya da uzun, alana özgü metinlerini bir arada bulabileceksiniz. Fihrist olarak idealist bir bakış açısıyla nitelikli metinler ortaya koyma arzusundayız. Dolayısıyla, bu başlık, sizler için geniş bir arşiv oluşturma niyetinin ürünü. Yararlanmanız dileğiyle…

Bülten'e Üye Ol

Fihrist Kitap Çalışmalarından Haberdar Ol