Nitelikli, bilgi içeriği yüksek, akademik ya da yorum içeren kapsamlı yazılar… Bu başlık altında kıymetli yazarların ve akademisyenlerin özel, kısa ya da uzun, alana özgü metinlerini bir arada bulabileceksiniz. Fihrist olarak idealist bir bakış açısıyla nitelikli metinler ortaya koyma arzusundayız. Dolayısıyla, bu başlık, sizler için geniş bir arşiv oluşturma niyetinin ürünü. Yararlanmanız dileğiyle…

Yıkmanın Yaratıcı Tutkusu: İskender ve Persepolis

Yazar: Barış Timur

Antik dünyanın ilk imparatorluk başkentidir Persepolis. Yapımına M.Ö 521’de, Ahameniş İmparatorluğu’nun Pers Kralı Darius I zamanında başlanır. Döneminin en büyük zenginlik ve güç göstergesi olan bu şehir, “Krallar Kralı” unvanını taşıyan Darius’un imparatorluğuna, zamanda ve mekanda sonsuz olma anlamına gelen imperium sine fine dedi sıfatını Roma’dan çok daha önce kazandırır. 10000 kişilik tören salonu, görkemli yapıtları ve “Güneş’in Altındaki En Zengin Şehir” unvanıyla Persepolis; imparatorluğun, -bir anlamda dünyanın- ta kendisidir, orbis terrarum‘dur.

Ancak insanlık tarihi saltık gücün fethi için uzun ve ölümüne bir savaştan başka bir şey değildir. Emperyal ihtirasların biri yükselirken, diğeri düşer ve koşullar oluştuğunda ötekini yutarak genişler. Bu dipsiz tahakküm arzusunun ardında ise, büyük yıkımlar yaratanların karanlık sevinci sezilir. Bu tutkuyla M.Ö. 331’de Persepolis’e giren İskender için, daha büyük bir ün uğruna şehrin yerle bir edilmesi kaçınılmazdır. Persepolis yakılır ve İskender yıkma arzusunun en eski örneklerinden birini gerisinde bırakarak şehirden ayrılır.

Geçmişte imparatorluğun varlığı, düzen, hukuk ve barış anlamına geliyordu; yokluğu ise, kaos, düzensizlik ve savaş demekti. Ötekini yok etmek üzerine kurulu bu düzende emperyal genişleme, güçlünün doğal hakkı olarak kabul edildi ancak imparatorluk hakimiyeti, çıplak bilek gücünden çok daha fazlasını ifade eder. İmparatorlukları anlamlı kılan, üzerinde yükseldikleri adalet duygusudur. Bu anlamda Ahamenişler’i antik çağın dünya imparatorluğu yapan unsurların başında, adil toplum ve adaletli yönetim ilkeleri gelir.

Ahamenişler fethettikleri bölgelerde yok etme politikası uygulamamışlardır. Babilliler, Asurlular ve Mısırlılar’ın Ahameniş İmparatorluğu altında, liberal ve otonom yönetimlerle varlıklarını sürdürdükleri tarihi kanıtlarla sabittir. Bu sınıfsız, çok milletli ve çok kültürlü yapısı, Ahamenişler’in yalnızca politik bir birlik oluşturmayı amaçladığını gösterir. Emperyal genişlemenin kuşatıcı kolları kültürel alanı işgal etmemiş ve imparatorluk bütünleşmesi siyasi sınırlarla kısıtlı kalmıştır.

Bir dünya imparatorluğu olma vasfının göstergesi olarak, kültürel farklılıklar özenle korunmuş ve fethedilen bölgelerde asimilasyon politikaları uygulamaktan kaçınılmıştır. Bu anlayışın izleri Ahameniş mimarisinde açıkça görülür. Pasargad ve Persepolis şehirlerinin inşasını anlatan kitabe ve yazıtlarda, yapıların imparatorluğun dört bir köşesinden gelen mimarlarca inşa edildiğinden bahsedilir. Bu yapıların duvarlarında farklı milletten tebaalar, geldikleri bölgeleri temsil eden hediyeleri krala sunarken tasvir edilir. Ahameniş Kralları’nın fethedilen bölgelerdeki bu adilane yaklaşımı, hukuk ve adalet temelli bir yönetim anlayışının ürünüdür. Bu anlayışa göre, Kral kanunların üzerinde değil, kanunun bir parçasıdır. Tek meşru otorite Tanrı Ahura Mazda’dır ve kral, hüküm sürdüğü topraklar içerisinde bu otoriteyi korumak ve savunmakla görevlidir.

Bu anlamda imparatorluklar, temsil ettiği değerler bakımından uygarlıkla özdeştir ve evrensel iddialar güder. Bu, bir dinin yayılması uğruna girişilen emperyal genişleme olabileceği gibi; barbarlara medeniyet, kölelere özgürlük götürme motivasyonu ile yapılan savaşlar da olabilir. Dolayısıyla imparatorluklar, yayıldıkları yere anlam katarlar. Bu uğurda benzersiz şehirler inşa edip, görkemli yapıtlar oluşturmak imparatorların şanına şan katar. M.Ö 550’de Persler’in ilk imparatorluğu olan Ahameniş İmparatorluğu’nu kuran Büyük Kiros için de emperyal genişleme bilek gücünden fazlasını ifade etmekteydi. İmparatorluğun sınırları kısa süre içinde, batıda Balkanlar ve Doğu Avrupa’ya, doğuda İndus Nehri’ne kadar uzandı. Kuzeyde Kafkaslar, güneyde Mısır ile çevrelenen sınırlar içerisinde 50 milyondan fazla kişinin yaşadığı tahmin edilir. Ancak Ahamenişleri antik çağın en görkemli imparatorluğu yapan birinci unsur, yapımını 150 yılda tamamladıkları Persepolis şehridir.

Şehir 125.000 metrekarelik bir teras üzerine inşa edilmiştir. Kente girişlerin yapıldığı “Tüm Milletler Kapısı”na ulaşmadan önce, her biri yedişer metre uzunluktaki taş oymalardan yapılan basamaklardan geçilir. İmparatorluğun gücünün ve zenginliğinin göstergesi olan boğa heykelleriyle çevrelenmiş Tüm Milletler Kapısı’ndan geçince Apadana Sarayı’na ulaşılır. Burası “Krallar Kralı” Darius’un halkı huzuruna kabul ettiği, yüksekliği 20 metreyi bulan, 36 sütunla desteklenmiş devasa bir yapıttır. Apadana Sarayı’na çıkarken kullanılan merdivenler üzerindeki Elamca, Babilce ve Eski Farsça çivi yazıları ve sembollerin bazıları günümüze kadar ulaşmıştır. Bu kabartmalarda, krala bağlılıklarını göstermek için imparatorluğun farklı bölgelerinden gelen halklar hediyeleriyle birlikte tasvir edilir. İnşası yıllar süren ve Darius I döneminde başlanıp Xerxes I döneminde sona eren bu şehirden günümüze kalanlar ise oldukça sınırlıdır. Kent, M.Ö. 331’de, İskender’in fethiyle yağmalanır. Hazineler yüklenilir ve İskender, şehrin yakılması emrini verir. Persepolis’in bu gösterişli tarihi ve yakılışı ile ilgili elimizde arkeolojik çalışmalara, kitabe ve kabartmalar ile sözlü kaynaklara dayanan farklı görüşler mevcuttur.

Şehrin isminin kökenine yönelik en güvenilir eserler, Xerxes döneminden kalan yazıtlar ve hazine tabletleridir. Bu kaynaklarda Xerxes, şehirden “Parsa” olarak bahseder. Yunanlar’ın ise İskender’in Pers istilasından önce şehri bildiklerine dair yazılı bir kaynak mevcut değildir. Yalnızca M.Ö. 5. yüzyılda yaşamış Yunan tarihçi Ctesias’ın, Ahameniş Kralı II. Artakserkses Mnemon’un sarayında geçirdiği M.Ö. 404-398 yılları arasında yazdığı eserlerde, şehirden “Persai” olarak bahsettiğini görüyoruz. İlginç olan bir başka gerçek ise, klasik eserlerin Persepolis’ten neredeyse hiç bahsetmemesi. Özellikle diğer Ahameniş şehirlerinden haberdar oldukları açıkça anlaşılan Yunanlar’ın Persepolis’ten bahsetmemeleri tuhaftır. Daha dikkat çekici bir nokta ise, arkeolojik kayıtlar ve incelenen yazıtların, şehrin yapımında Yunanlar’ın da görev aldığını söylüyor olmasıdır. Kral Darius, Susa Sarayı’ndan bir taş kitabede Persepolis’in yapımını şu sözlerle anlatır:

Toprak çok derin ve kızıldı; taşa varıldı, taşların üzerine harç döküldü ve sonra pişmiş tuğlalarla örüldü. Bunları Babil ustaları yaptı. Lübnan Dağı’ndan keresteler getirildi. Yunan’dan keresteler getirildi. Babil’den Şuşa getirildi. Yeka ağacı Kerman’dan getirildi. Altın, Sard ve Belh’ten getirildi. Firuze ve akik, Sard’tan geldi. Mısır’dan siyah ağaç (abanoz) getirildi. Duvardaki süsler Yunan’dan geldi. Fildişleri Etiyopya ve Belucistan’dandır. Kolonların değerli taşları Ebiraduş bölgesindendir. Sard ve Yunan ustaları taş oyma işlerini yaptı. Medler ve Mısırlılar altın ve ahşap işlerini yaptı. Tuğlaları, Babilliler yaptı.

Başka bir yazıtta, İyonya ve Lidyalı taş kesicilerin, hem Susa hem de Persepolis’in yapımında görev aldıklarından bahsedilir. Böyle gösterişli bir şehrin hangi amaçla inşa edildiği ise hala cevaplanamamış gizemli bir soru. Tarihçiler şehrin fonksiyonu üzerinde farklı görüşler belirtse de hemfikir oldukları nokta, Persepolis’in bir idari merkez olmayışıdır. İmparatorluğun idari başkentinin Susa olduğu, hem kalıntılardan, hem de tarih kaynaklarından açıkça anlaşılmaktadır. Ancak Persepolis’in hangi amaçlar için kullanıldığına dair bazı göstergeler de mevcuttur. Örneğin; panellerin dekorasyonu, kabartmalar ve Apadana üzerindeki figürler, Persepolis’in bir ritüeller ve seremoni şehri olduğunu göstermektedir. Bu noktada, bazı tarihçilerin şehrin Nevruz kutlamalarının merkezi olduğu görüşü üzerinde durmakta fayda var. Özellikle, Alman arkeolog Ernst Emil Herzfeld şehrin sadece özel seremoniler boyunca kullanıldığından bahsederken, nevruz kutlamalarının bu şehirde yapıldığını söyler.

İmparatorluğun yönetim şehrinin Susa olduğu düşünüldüğünde, Persepolis’in, Herzfeld’in de vurguladığı gibi bir ritüel şehri olarak inşa edilmiş olması daha olasıdır. Şehre dini bir hüviyet yükleyen bu görüşe karşın, Alman arkeolog Peter Calmeyer, kalıntıların dini bir nitelik taşımadığını ve yalnızca büyük krallığın simgesi olarak inşa edildiklerini iddia eder. Benzer şekilde, Fransız arkeolog André Godard, Persepolis’in imparatorluk şanının bir göstergesi olacak şekilde dizayn edildiğinden bahseder. İranolojist Wolfgang Lentz ise, Persepolis’in, gök cisimlerinin gözlem merkezi olarak kullanıldığını iddia ederek, çok daha ilginç bir açıklama getirir. Ancak Persepolis dini bir merkez olmasa da kutsal bir aurası olduğu açıktır çünkü imparatorluğun tam kalbinde yer alır. Bu sebeple, İskender’in şehri yakmaktaki asıl amacının, buradaki Pers ruhunu yok etmek olduğu söylenebilir.

Fonksiyonu konusunda muhtelif görüşler olsa da Persepolis şehrinin akıbeti, hem arkeolojik, hem de edebi kanıtlarla sabittir. İskender’in fetihlerinden bahsedilen bazı Yunan ve Latin yazılı kaynaklarında, şehrin yakıldığı açıkça belirtilmiştir. Örneğin; Yunan tarihçi Diodorus, “Tarih Kitaplığı” adlı eserinde, İskender’in, Persepolis’i, Makedonyalılar’a “Asya’nın En Nefret Uyandıran Şehri” olarak tanıttığı ve fetih sonrası askerlerine yakma emri verdiği yazılır. Bir başka yazılı kaynakta, (Anabasis, III, 18), İskender’in, Persepolis’teki Ahameniş saraylarını yakarken, arkadaşı ve aynı zamanda ordusunda komutan olan, Parmenion ile yaşadığı diyaloğa yer verilir.

Parmenion’un, artık kendisine ait olan bir mülkü yok etmesinin doğru olmayacağı uyarılarına rağmen İskender, Persler’in Atina işgali sırasında ibadethaneleri yakmasının öcünü almakta ısrarcıdır. Sonuç olarak, klasik döneme ait yazılı kaynaklara göre, Persepolis, güç kullanılarak alınıp şehir sakinleri katledilmiş, Ahameniş krallarının hazinelerine el konulmuş ve şehir sistematik bir şekilde yakılmıştır. Şehrin alınması ile yakılışı arasında geçen 4 aylık süre içinde ise Persepolis hazinelerinin taşındığına inanılır. Sözlü gelenekten günümüze kalan bir rivayete göre İskender şehre girdiğinde “Güneş’in Altındaki En Zengin Şehir” unvanına sahip Persepolis’in hazineleri, Atina’nın 300 yıllık gelirine eş büyüklüktedir.

Bahsedilen edebi kanıtların yanında, arkeolojik çalışmalardan elde edilen bulgular da yakılma efsanesini doğrulamaktadır. Ancak başka bir tartışmanın fitili, yangının çıkış sebepleri üzerine ateşlenmiştir. Cleitarchus’tan Diodorus, Curtius, ve Plutarch’a kadar giden Vulgate geleneğine göre, olay bir kazadan ibarettir. Buna göre yangın, şehrin  alınışının kutlandığı bir içkili eğlencede kaza sonucu başlayıp tüm şehri sarmıştır. Diğer bir teori ise, Ptolemaios ve Aristoboulos’un, İskender’in tarihini anlattığı yazıtlara dayandırılmış olup, yangının İskender’in emriyle planlı şekilde başlatıldığını söyler. Bu noktada, Fransız tarihçi Georges Radet, şehrin yakılması konusunda İskender’in ordusu içindeki ihtilaftan bahseder. Buna göre, Parmenion ordu içindeki ılımlıları temsil ederken, Calisthenes yanlıları, Panhelenizm için barbarların kayıtsız şartsız yok edilmesi gerektiğinde ısrarcıdır. İskender’in şehri yakma konusundaki kararlılığında, olası Calisthenes etkisini gözardı edemeyiz. Ancak çok daha ilginç bir gerçeğe dikkat çeken isim, Yunan tarihçisi ve arkeolog Edmund Bloedow’dur. Bloedow’un üzerinde durduğu, İskender’deki barbar ruhtur; bir başka deyişle, İskender’in yıkma arzusu.

İskender’in içindeki şiddet yaşama isteği ölçüsünde yoğun ve güçlüdür. Şiddetin bu denli güçlü olması ise kişinin yaşamın sakatlığına dayanamayıp başkaldırmasından kaynaklanır. Yaşamı yaratamayan için geriye tek bir yol kalır; yok etmek. Bu anlamda İskender’in yıkma tutkusu, yaratıcı bir tutkudur. İmparatorluğuyla, emperyal diliyle, uygarlığıyla ve bu uygarlığı yayma ihtirasıyla İskender, dünyayı ve mümkünse üzerindeki her şeyi ister. Persepolis’i yakarak, Atina’nın intikamını almış olur. İskender ile onun yıkıcılığının yarattığı ve özellikle Batılı elitistler tarafından asırlardır takip edilen bu tahakküm söylemi, bir modelin de kaynağını oluşturuyor. Madde merkezli doyum için her türlü zorbalığı ve yıkıcılığı mubah gören bu anlayış ile aleni bir saldırı girişimi çıkıyor ortaya. Farklı medeniyetlerin var olma zeminlerine karşı açık bir saldırı bu. Ancak bu saldırılardan beslenerek oluşan yüzyılımızdan çıkarılabilecek büyük bir ders var: Yenen her zaman haklıdır. Bugün biraz da bu sebepten Nietzsche’nin sesi uzaktan hoş geliyor kulağa;

Parsifal olacağına, Cesare Borgia olsun, daha iyi!

 

Nitelikli, bilgi içeriği yüksek, akademik ya da yorum içeren kapsamlı yazılar… Bu başlık altında kıymetli yazarların ve akademisyenlerin özel, kısa ya da uzun, alana özgü metinlerini bir arada bulabileceksiniz. Fihrist olarak idealist bir bakış açısıyla nitelikli metinler ortaya koyma arzusundayız. Dolayısıyla, bu başlık, sizler için geniş bir arşiv oluşturma niyetinin ürünü. Yararlanmanız dileğiyle…

Bülten'e Üye Ol

Fihrist Kitap Çalışmalarından Haberdar Ol