Nitelikli, bilgi içeriği yüksek, akademik ya da yorum içeren kapsamlı yazılar… Bu başlık altında kıymetli yazarların ve akademisyenlerin özel, kısa ya da uzun, alana özgü metinlerini bir arada bulabileceksiniz. Fihrist olarak idealist bir bakış açısıyla nitelikli metinler ortaya koyma arzusundayız. Dolayısıyla, bu başlık, sizler için geniş bir arşiv oluşturma niyetinin ürünü. Yararlanmanız dileğiyle…

Yavuz Sultan Selim ve Şah İsmail Rekabetinin Arka Planı

Yazar: Büşra Bulut

Osmanlı Devleti’nin 9. padişahı olan Yavuz Sultan Selim, daha Trabzon’da sancak beyliği yaptığı dönemden itibaren doğuda hızla büyüyen Şah İsmail (Safevi Devleti) tehlikesinin farkında idi. Babası II.Bayezid’in bu duruma kayıtsız kalması onu fazlasıyla endişelendiriyor, genç şehzade bir an önce harekete geçerek devleti bu sıkıntıdan kurtarabilmek için fırsat kolluyordu. Bu sırada boş durmayan Şah İsmail ise hem Şii halifelerini hem de oluşturduğu 5 bin kişilik askeri birliği Anadolu’ya gönderip iyiden iyiye meydan okumaya başlamıştı. Ayrıca İran’da yaşayan Sünni Müslümanlara yaptığı acımasız işkenceler de kulaktan kulağa yayılmaktaydı. Bizzat Şah tarafından görevlendirilen din adamları; Osmanlı vatandaşlarının beynini yıkayarak Şii yayılmacılığını resmi bir propagandaya dönüştürürken, Şah’ın kendisi de iktidarını güçlendirebilmek adına türlü zorbalıklara başvuruyordu.

Halife Nur Ali’nin Tokat’ı ele geçirip Şah İsmail adına hutbe okutmasının ardından Anadolu’da pek çok karışıklık meydana gelecek ve Antalya’dan Sivas’a kadar yayılan Şahkulu isyanı nedeniyle yaklaşık 50 bin kişi hayatını kaybedecekti. Osmanlı büyük bir karmaşanın içerisinde günden güne erirken ömrünü ibadet etmeye adamış olan padişah II.Bayezid ise olaylara karşı herhangi bir hamlede bulunmuyordu.

En sonunda babasının sessizliğine ve yumuşak siyasetine daha fazla dayanamayan Yavuz Sultan Selim, 24 Nisan 1512 tarihinde arkasına yeniçerilerin de desteğini alarak saltanatı ele geçirmek suretiyle II.Bayezid’i tahttan indirdi. Artık hedeflerini gerçekleştirebilmek için önünde hiçbir engel kalmamıştı. Öncelikli amacı Safevi sorununu çözmek ve babasının hüküm yıllarında hırpalanmış olan devlet itibarını geri iade etmek idi. İlk iş olarak savaş hazırlıklarına girişip Şah’a bir mektup gönderdi:

“Ben ki, Osmanlıların hükümdarı, gazilerin serdarı, kahramanların efendisi, bütün iman düşmanlarını yıkan, ezen, yüzyılımızın firavunlarına, zalimlerine dehşet saçan, kibirli ve zalim kralların önünde baş eğdiği Sultan Murat Han oğlu, Fatih Sultan Mehmet oğlu, Sultan Bayezid oğlu, Sultan Selim Han’ım.

…Sana gelince emir İsmail, sen ki kötü yoldasın. İslam inançlarının Saffetini bozmuş bulunuyorsun. İslam’a saygısızlıkta ileri gitmektesin. Sen Müslümanlara karşı tiranlık ve baskı kapılarını aştın. Müslümanların memleketlerine saldırdın; şefkat ve utanmayı bir tarafa bırakarak zulümden sakınmadın, günahsız Müslümanları incittin. İkiyüzlülük perdesi altında her tarafa karışıklık ve fesat tohumları ektin…

…Bu durum karşısında ben, Allah’ın emirlerini yerine getirmek, zulüm görenlere yardım etmek için merasimlerde kullandığım ipekli padişahlık elbiselerimi çıkardım. Zırhımı giyip kılıcımı kuşandım. Atıma binerek Safer ayının başında Anadolu yakasına geçtim, sana doğru gelmekteyim. Alınan asil karara göre seninle savaşa girmiş bulunuyoruz…

…Şu halde biz; hemen ülkene dönmeni, gayrı meşru olarak üzerlerinde iddialarda bulunup bize bağlı ülkelerden zorla kopardığın, evvelce atalarımızın ayaklarını bastığı Osmanlı topraklarını bırakmanı sana öğütleriz…

…Eğer hala kudretli olduğun görüşünde ve delice yiğitlik iddialarında ısrar edersen, zulümlerinle simsiyah yaptığın yerleri nura kavuşturmak ve senin elinden almak üzere, az bir zaman sonra ovalarının çadırlarımızla kaplandığını ve askerlerimizin topraklarını istila ettiğini göreceksin. İşte o zaman bir kahramanlık mucizesi olacak ve Allah’ın ordularımız hakkındaki iradesi gerçekleşecektir. Bundan sonrası selamet yolunda ilerleyenlere selam olsun.” 

Bu mektubun gönderilmesinin üzerinden aylar geçmiş, Yavuz Sultan Selim bütün hazırlıklarını tamamlayarak 140 bin kişilik ordusuyla Azerbaycan topraklarına girmişti ama hala daha Şah İsmail’den herhangi bir ses çıkmıyordu. Osmanlı askerlerinin geçeceği güzergâhlardaki bütün mahsuller ve otlaklar Şah emriyle yakıldığı için Sultan bir an önce savaş sahasına inme amacında idi. Bu sefer çok daha sert ve çok daha kışkırtıcı bir mektup yazdı:

           

“İsmail Bahadır!

Önceki mektubumda er isen meydana gel, Allah’ın takdiri ne ise ortaya çıksın demiştim. Bundaki amacım; yapacağım işlerden seni birkaç ay evvelinden haberdar etmekti ki hazırlıklarını tamamlayıp karşıma çıkasın. Gafil avlandım, hazırlanamadım demeyesin. Uzun zamandan beri benim hazırlıklarıma ve gürültülü hareketime, hatta Erzincan dağ ve tepelerine gelmeme rağmen sende hala hiçbir hareket yok. Öyle gizleniyorsun ki varlığınla yokluğun fark edilemiyor. Hâlbuki kılıç davası güdenlerin siper gibi belalara göğüs germesi, yiğitlik sevdasında olanların ok ve mızrak yarasından korkmaması gerekir.

Devlet gelinini, ancak sararmadan kılıç dudaklarını öpebilenle kucaklayabilir. Karanlıkta rahat arayanlara erlik adını vermek hatadır. Ölümden korkanların kılıç kuşanması ve ata binmesi münasip değildir. Eğer gizlenmekten maksadın askerimin çokluğundan ise senin bu korkunu gidermek için 40 bin askerimi Kayseri-Sivas arasında bıraktım. Herhalde düşmana bundan daha büyük bir iyilik yapılamaz. Eğer özünde yiğitlikten bir iz varsa gelip karşıma çıkarsın.

Mukadder olan ne ise Allah’ın izniyle o olur.”

Osmanlı ordusu ilerleyişini hızla sürdürürken Şah İsmail hala daha ortalıkta görünmüyordu. Yavuz Sultan Selim üçüncü bir mektup yazıp:

“Kendini gizlemekte devam edecek olursan erkeklik sana haramdır. Öğütlerimi dinle: Zırh yerine çarşaf, miğfer yerine yaşmak kullanarak serdarlık ve şahlık davasından vazgeç.” dedi. Amacı Şah’ı hassas noktalarından vurup onun bir an önce savaş alanına gelmesini sağlamaktı. Çünkü hem kendisine hem de ordusunun gücüne çok güveniyordu.

Sonunda Şah İsmail bu üçüncü mektuba cevaben bir mektup yazarak şu satırları kaleme aldı:

           

“Sultan Selim’e.

Mektupların ulaştı… Münasebetsiz sözlere hiç gerek yok. Bunların hepsi kâtiplerin uydurmaları olmalıdır, kâtiplerinin afyon ile kurumuş zihinlerinden çıkan sözlerdir. Bu itibarla onlara kullanmaları için mührümle mühürlenmiş altın bir hokkayı Şahkulu Ağa ile gönderiyorum.

Bizim özrümüz bulunduğumuz mesafenin uzaklığıdır. İsfahan boylarında avlanmaktaydım. Hadiseyi duyduk ve ancak şimdi Tebriz uçlarına vardık. Bu cevabı dostça hemen yazdık. Size karşı da hazırlığa başladık. Kimseden korkumuz yoktur.

Senin bu isteğini çokları tecrübe ettiler. Ali evlatları ile savaşanlar kendileri yok olup giderler. İş savaşla sonuçlanacaksa onu ertelemek doğru olmaz. Fakat sonunu da düşünmek gerek vesselam.”

Şah İsmail “kimseden korkumuz yok” derken aslında Osmanlı ile askeri anlamda mücadele etmek konusunda ciddi bir tedirginlik yaşıyordu. Bu zamana kadar genellikle dini sohbetler yoluyla ve vur-kaç taktiğiyle sürdürdüğü davasını artık savaş sahasında nihayete erdirmek gibi bir amacı olsa dahi, ordusu 15 yıldır seferden sefere koştuğu için oldukça yorgun durumdaydı. Bunun yarı sıra Osmanlı askerleri sayıca Safevi askerlerinden üstün olmakla birlikte ateşli silahlar bakımından da daha donanımlıydı. Şah’ın elinde ise hâlihazırda iki büyük koz bulunuyordu: Birincisi Kızılbaşların ona olan bağlılığı, ikincisi bugüne kadar girdiği hiçbir savaşta yenilgi yüzü görmemesinden kaynaklanan zafer dolu parlak geçmişi… Hemen en güvendiği beylerine haber yollayıp orduya katılmalarını emretti.

Savaş 1 ay gibi kısa bir sürede neticelendi. Çaldıran Ovası’nda gerçekleşen kanlı çarpışmalar sonucunda hilal taktiğini ve ordusunun gücünü çok iyi kullanan Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail’i adeta hezimete uğratarak görkemli bir zafer kazandı (23 Ağustos 1514). Tüfekli yeniçerilerin muharebeye doğrudan etki etmesi neticesinde Şah İsmail’in bir kuşunla yaralanmasının ardından, ona çok benzeyen yakın adamı Mirza Ali “Şah benim” deyip teslim oldu. Artık ümit kalmadığını anlayan Şah İsmail ise Dergezin’e kaçmayı tercih etti. Bu sırada Yavuz Sultan Selim Tebriz’de bir hafta ikamet ettikten sonra Şah’ın hazinelerini ve önemli sanatkârlarını da yanına alarak İstanbul’a geri döndü. Devam eden süreçte Şah İsmail son derece yumuşak bir üslupla yazdığı mektubunu bir elçilik heyeti ile Padişah’a gönderdiyse de Yavuz onun sözlerine güvenmediği için elçilerini hapsettirdi ve iki hükümdar bir daha ölene kadar karşılaşmadılar.

 

 

Kaynakça:

EMECEN, Feridun, Yavuz Sultan Selim, Yitik Hazine Yayınları, İzmir, 2012, s.118-120.

GÜRZ, Uğurcan, “Şah İsmail”, Academia, İstanbul, 2020, s.6-7.

ŞİMŞİR, Sebahattin, “Şah İsmail: Hayatı ve Şahsiyeti”, Akademik Tarih ve Düşünce Dergisi, C.6, sy.5, Balıkesir, 2019, s.81-83.

VARLIK, Mustafa Çetin, “Çaldıran Savaşı”, TDV İslam Ansiklopedisi, C.8, İstanbul, 1993, s.193-195.

Nitelikli, bilgi içeriği yüksek, akademik ya da yorum içeren kapsamlı yazılar… Bu başlık altında kıymetli yazarların ve akademisyenlerin özel, kısa ya da uzun, alana özgü metinlerini bir arada bulabileceksiniz. Fihrist olarak idealist bir bakış açısıyla nitelikli metinler ortaya koyma arzusundayız. Dolayısıyla, bu başlık, sizler için geniş bir arşiv oluşturma niyetinin ürünü. Yararlanmanız dileğiyle…

Bülten'e Üye Ol

Fihrist Kitap Çalışmalarından Haberdar Ol