Nitelikli, bilgi içeriği yüksek, akademik ya da yorum içeren kapsamlı yazılar… Bu başlık altında kıymetli yazarların ve akademisyenlerin özel, kısa ya da uzun, alana özgü metinlerini bir arada bulabileceksiniz. Fihrist olarak idealist bir bakış açısıyla nitelikli metinler ortaya koyma arzusundayız. Dolayısıyla, bu başlık, sizler için geniş bir arşiv oluşturma niyetinin ürünü. Yararlanmanız dileğiyle…

Uygarı Anlamak, Uygarlığı İnşa Etmek

Yazar: Ayşegül Karayama

Uygarlaşma süreci, uygarlık ve barbarlık gibi tarihselliğini kültür kavramı üzerinden görebileceklerimizden önce kültür kavramının kendisinden başlamak en doğrusu gibi görünmektedir. Hatta Raymond Williams da kültür kavramını tarihsel bağlamda incelemeye çalışırken bu kültür kavramını bile etkileyerek gelişip, değişmesine sebep olan birkaç kavramı daha ele alır ve bir harita oluşturur. Haritasında ise onun için bu kavramlar “insanların, deneyimlerine anlam kazandırmaya çalışırken kullanmış oldukları sözcükler ve sözcük dizilimleri” (Williams, 1780-1950) şeklinde bir mahiyete sahiptir. Bu kavramların nasıl değiştiğine değinmek, kültür kavramının da nasıl değiştiğine ve değişmeye devam edebileceğine tanık olmak demektir. Williams’ın haritasında yol levhaları oluşturacak beş başat kavram; Sanayi (industry), demokrasi (democracy), sınıf (class), sanat  (art) ve kültür (culture)’dür.

            Williams bu sözcüklerin değişimlerini, kendi yaşadığı deneyimlerinden yola çıkarak ele alır. Ülkesinden askerlik/savaş için ayrılmak zorunda kalan Williams, tekrar döndüğünde hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığını fark etmiştir.

Yalnızca bu kavramlar değil, haliyle insanların yapıp etme biçimleri de değişmiş ve Williams’ı bu haritayı oluşturmaya götürmüştür. Bu bağlamda aslında anlamamız gereken en önemli değişim faktörü, yaşanan toplumsal dönüşümler, olaylar, devrim, savaş, reform vb. gibi olgusal forma ulaşacak faktörlerdir. Yani toplumda insanların yaşayış biçimlerini etkileyen bu faktörler, bahsedilen kavramları da Meral Özbek’in deyişiyle; “şişmanlatacak, olgunlaştıracaktır.” Elias, bu değişim diyalektiğinde “herhangi bir dilde bir sözcüğün az ya da çok ani bir biçimde ortaya çıkışı, hele bunlar merkezi konuma yerleşen ve sözcük kadar uzun yaşayan kavramlar ise, genellikle insanların yaşantılarında da bir şeylerin değiştiğine işaret eder” (Elias, 1975, s.136) savını öne sürer. 

Tüm bunlardan hareketle sırasıyla ilk kavramımız: Sanayi.  Henüz 18.yy.’ın daha başlarında bu kavram; beceri, çalışkanlık, vasıf gibi tikel bir insanın özelliklerine işaret ederken daha sonra bir alana, üretim faaliyetlerine işaret ederek büyük ölçüde genelleşmiş ve soyutlaşmıştır. Diğer kavram olan demokrasi, basitçe halkın kendini yönetmesi anlamına gelmekte ve özellikle Fransız Devrimi ile ayaktakımı anlamına sahiptir. Sınıf ise, kabaca bildiğimiz bilme disiplinlerinin alanı olan somut, mutat sınıfları işaret ederken artık daha toplumsal-mücadeleci bir anlam kazanmıştır.

Sanat da sanayi kavramı gibi vasıf, zanaat, üretme-yaratma becerisi iken, genel bir üretim alanı haline gelmiştir. Ve en önemlisi ise kültür kavramı olacaktır, bu kavram da şüphesiz daha somut bir anlama sahipti, hatta tahmin edilemeyecek kadar uzaktır ki “kültürleme, ekin- yetiştirme, büyütme (buğday)” gibi oldukça somut anlamlara sahipti. Daha sonra ise birçok tanıma sahip oldu ve bu tanımları addedenler de Williams gibi çoğunlukla değişen toplumsal unsurların yansıması olarak gördü. Örneğin “bütünlüklü bir yaşam tarzı”, “toplumdaki düşünsel gelişmenin genel durumu”, “sıradan olan” (Williams temelde bunu öngörür, ‘kültür sıradandır’ der). Williams’ın eklediği gibi, “’kültür’ sözcüğünün gelişimi, toplumsal, ekonomik ve siyasi hayatımızdaki değişimlere yönelik önemli ve süregelen bir dizi tepkinin kaydıdır ve kendi içinde, bu değişimleri incelemeyi sağlayacak özel bir tür harita oluşturur” (Williams, 1780-1950, s.31).

Bu süreçlerin yanında süregelen tarihsellik içerisinde kültürü en iyi anlamanın yolu, “uygarlık, uygarlaşma süreci” dizilerine de bakmak olacaktır. Keza kültür, hem bu sürecin temeli hem de içerdiği anlamlarla genel örtüyü oluşturmakta, her değişimde gelişen konumunu korumaktadır.

Uygarlık/Kültür ikilisini, “ayrım” demeden, onları ayırmadan sadece karşıtlar içeren bir birlik olarak ele almak yerinde olacaktır. Bu ikisi arasındaki diyalektik belki de hala süregelen bir tartışmanın koşuludur. Öncelikle Elias’tan yola çıkılırsa bir uygarlaşma ve onun Erasmus’tan edindiği daha doğrusu Erasmus’un açıkladığı “Civilite” kavramına tanıklık edeceğiz. “Civilitas” diye kalacak bu kavram, uygarlaşma biçimlerini anlatarak anlamlarına değerler, biçimler katmıştır uygarlık sürecinin başladığı 16.yy dolaylarında. Bu kavram bize insanların barbar yaşam tarzından çıkışa doğru giden yolu gösterecek ve Erasmus, bize bu yolu tek tek anlatacaktır. Bu yol bir nazikleşme, adap, edep yönünde kendini gösterecektir. Erasmus, tüm dünyaya sofra adabından, yatak odası adabına; bedensel temizlikten, saray adabına birçok adap meselleriyle barbardışı davranışların reddedilişini gösterecektir. Bu oluşumların da az önce sözünü ettiğimiz “saray adabı”ndaki “saray” alanında ortaya çıktığını hatırlamakta yarar var. Dolayısıyla aslında buradan hareketle uygarlık sürecinin “barbar” sayılan insanlara uygarlığın öğretilmesiyle bir “uygarlaştırma” süreci olduğunu söyleyebiliriz.

Yine kısaca 16.yy’dan sonra dinsel otoritenin çözülmesine, başlayan sorgulamalara ve reform hareketine bağlı olarak uygarlık süreci başlamıştır. “Aristokratlara ‘artık köylüler gibi yaşayamazsınız; çünkü siz soylu ve ilahi niteliklere sahipsiniz’ denilir ve soylu gibi yaşamanın, yani o dönemde köylünün artık barbar denmeye başlayan davranışlarına karşı uygar ve ‘terbiyeli’ davranışın kodları oluşturulur.

Uygar/kibar nasıl olunur’ yönünde reçeteler ve anlatılar geliştirilir ve bu tür davranış kodlarına ‘saray adabı’ denmeye başlar” (Özbek, 2000). Batının temsil ettiği bu sürece ek olarak, paralel biçimde Türkiye’de Elias’ın uygarlaşma sürecinin nüvelerini “Beyaz, Euro Türk” atıflarıyla görmekteyiz. Aynı zamanda bu sürecin adaptan, nazikleşme, uygarlaşma sürecinin soyut biçimlerinden ziyade “medeni beden” olarak da karşımıza çıktığını görmekteyiz Türkiye’de. Maddesel unsurların artık duygusal anlamda sönümlenecek baskın bir “utanç” duygusunun ortaya çıktığını; cinsellik, kokular, çıplaklık gibi “uygardışı” unsurların da gittikçe görünümünü yitirdiğini, sistematize edildiğini izlemekteyiz.

Yine bu bağlamda bilinen Aktüel dergisinin başlıkları, birçok gazete manşetlerinin bu medeni bedenleri nasıl ayrıştırdığını da tecrübe edinmiştik. Siyah Türkler “milli magandalar”, Beyaz Türkler ise medeni olan “temiz ve uygar bedeni” temsil ediyor, manipüle edici çarpıcı etkilerle sunuluyordu (Yumul, 2000, s.37-47).

 Bu çerçevede, İngiliz ve Fransız uygarlığını anımsadık, bu iki uygarlık temsili ülkesinde tanımı; teknolojik gelişmişlik, özerk davranış, aklın özgürlüğü, sanatsallık, rasyonalite vb. şeklinde nosyonlar içermektedir.

Haliyle “modern birey” dediğimiz kategorizasyonda, bu unsurları barındıran ve sahibi olan insanlar “kültürlü” insanlar oluveriyor. Bilhassa barbar diye daha sonra değinilecek olan insan tiplemesinden oldukça uzak, konuşmayı, bilmeyi bilen, aydınlanmış kişilerdir uygarlar. Hâlihazırda “Uygarlık, gelişmekte olan burjuva sınıfının öz bilincini yansıtır ve buradan kalkarak Batı uygarlığına atfedilen özellikleri simgeler. Uygarlığı bu biçimde tanımlayan entelektüeller, sanki şöyle diyorlardı: ‘İnsanlık, burjuva toplumuyla birlikte anlık tarihinin en gelişmiş noktasına varmıştır; en uygar toplum bizim toplumumuzdur’” (Özbek, 2000). Diğer yanda ise diğerlerine göre geç uluslaşmış, hatta uluslaşmaya çalışan bir vaziyetteyken, Fransa’ya öykünen ve Fransız gibi davranmaya çalışan Almanya; bu kavramı “kültür” olarak tanımlıyor ve bu kavramın günümüzde kullandığımız kavrama en yakın olanı olduğunu bilmekteyiz. Almanların bu doğrultuda temel davranış tercihi ve biçimi “İnsanlığın gelişimi böyle lüks, para ve etiket içinde kodlanmış bir yapay davranışlar sisteminde var olamaz. Teknolojik ve bilimsel gelişme denen süreçler ve bunların ürünleri yararlıdır ama kültürlü olmak için yeterli değildir.

Çünkü insan böyle dışsal ölçülerle tanımlanamaz” (Özbek, 2000).  Şeklinde sunulmuştur. Dolayısıyla insanın rasyonel- zihinsel gücü, gelişimi ve bu gelişime dair bilgi birikimini kullanma iradesi dışında vitalite, vecd, iç dünya gibi unsurların tanımlarına önem göstermişlerdir. Bu sebeple de sanat, ahlak, din, bilhassa edebiyattan faydalanarak –faydalanması teşvik edilerek, benimsenerek- oldukça kalıcı ve tesirli yaratılar ortaya çıkarmışlardır. Erdemli olmanın önemini, insan ruhunun, duyguların yaratabileceği ürünlerin vurgusunu “kültür-kültürlülük” olarak belirtmişler ve benimsemişlerdir.

Bu hususta Özbek’in de belirttiği gibi, “din, laikleşme süreci içinde eski önemini kaybettikten sonra, kültür kavramı sanatlar, edebiyat ve entelektüel üretim şeklinde özetlenebilecek bir alanda tanımlanır. Çünkü bunlar, insan zihninin gelişiminin en yüce göstergeleridir. Yani kültür kavramı, ön planda sanat ve edebiyatla özdeşleştirilmektedir” (Özbek, 2000).

Ayrıca bu süreçte “Alman Romantikleri” diyeceğimiz hareket/akım başrolü oynarken, hem kültür kavramı değişiminde hem de uygarlaşma sürecine imzasını atmıştır. Bu hareketin kültür kavramını ve anlamını günümüze taşıyan nüfuzu, klasik estetik anlayış karşısında romantik anlayışı “üslup” olarak edinmesi en önemli sebeplerindendir.

Haliyle klasik anlayış; katı, politik, otoriter bir tutuma sahip iken romantik üslup köylüyü, organikliği, değerleri muhafaza eder. Bu muhafaza etme durumu da “halka dönüş hareketi”nde form bulur. Bu hareketler sonrasında kültür kavramı halk üzerinden tanımlanmaya, tanınmaya kuvvetle devam etmektedir; Alman’ın kültürü ve özgünlüğü günümüze kadar yoğunlukla aynı çerçevede korunmaktadır. Yine halka dönüş hareketi üzerinden en önemli sayılacak isim olan Herder, Alman’ı Alman yapan şeyin kültürü olduğunu bize vurgulayarak muhafaza edilen tüm değerler ve üslubu aracılığıyla kültürü en önemli perspektiflerden biriyle anlatmayı amaçlamıştır. Halka giderek, halkın yaşam tarzı ve yapıp etme biçimleriyle kültürü, popüler kültürü anlamamıza ve gelişmemize vesile olan Herder; Williams için aynı zamanda ‘halka ait’ anlamıyla popüler kültür kavramının babası sayılacaktır.

Aynı zamanda açıktır ki, aristokrat ve yüksek kültüre karşı oluşan bu kültür anlamı günümüze kadar geliştiği hatta gelişeceği süreçler boyunca bir “mücadele alanı” olma özelliği de taşımaktadır. Bu doğrultuda da Williams ve Herder’den sonra düşünülerek, iki biçimde kültür tanımı oluşmuştur. Birincisi ‘fikirler, anlamlar ve değerler bütünü’ (estetik mükemmellik ölçütü olarak kültür ve ürünleri), bir diğeri ise Herder’den gelen ‘bütünlüklü yaşam tarzı’ (bir süreç ve biçim) olarak kültür anlayışlarıdır (Özbek, 2000). Bu tanımlarla kültürü kavrayış biçimleri, sanatı da değiştirip olgunlaştırmaya devam etmiştir ve en çok romantik üslup aracılığıyla gerçekleşmiştir.

En azından bahsettiğimiz bu süreçte baskın olan romantik hareket ayrı bir çığır açarak, sanat ve bulunduğu dönem dinamiğini keskin biçimde etkilemiştir. Daha sonra kültür tanımı eleştirel biçimlerde ele alınarak kutuplaşmaya varan bir yol izleyecektir. Doğrusu, Romantik akımın sağ ve sol tarafları oluşarak sağ yönelimde Ortaçağ’a dönüş gerçekleştirilecekken, sol yönelimde Özbek’in eklediği gibi, “Lowy’e göre devrimci romantizmde, geçmişe duyulan özlem ortadan kalmaz ama bu özlem kapitalizm sonrası geleceğe yansıtılır” (Özbek, 2000).

Son olarak, kültür tanımının bu biçimde eleştirel söylemlerle doldukça diğer yandan gelişen kentleşme ve endüstrileşme, 19. yy ve sonrasında işçi sınıfı ayaklanmalarına şahit olacak ve uygarlar onları kendi düzenleri adına “tehlikeli” gelecek ve “tehdit” olarak görecekler barbar sayacaklardır. Hâlbuki barbarlığın sanıldığı gibi şahıslarca veya birkaç ülkece medenileşme ile bitmeyeceğini görmemek zordur. Keza uygarlık kadar barbarlık da bir sürece işaret etmektedir. Barbarlığın şiddeti diye bildiğimiz şiddet, günümüze kadar burjuvanın hâkimiyetine veya bu şekilde üstenci, hiyerarşik yapılanmalara “karşı” bir “mücadele” biçimi olarak (g)örülmüştür. Bu hususta da bir “uygarlaşma süreci”nin başka hali gerçekleşecek, hala barbar dedikleri kitlelere, toplumlara modern anlamda da uygarlık götürme fikri-faaliyetleri başlayacaktır.

Sonuç olarak kültür tanımının uygarlık tanımından, bu ikisinin beraber uygarlık sürecinden bağımsız düşünülmesi imkânsızdır. Ancak her şeyden önce rahatlıkla görebileceğimiz durumlar, bu ve bu gibi kavramların bulundukları dönemin değişim ve dönüşümlerine göre Meral Özbek’in dediği gibi şişmanlayıp zayıfladıklarını, ancak bu farklılaşmalarının da bir mücadele biçiminde gerçekleştiğini görmekteyiz.

Bunun sebebi ne Almanya’nın geç uluslaşması ne de adab-ı muaşeret kurallarıyla ilgilidir. Daha doğrusu, ilgisi olmakla beraber en önemli dinamik, sürecin Batı tekelinde başlaması ve oluşan burjuva kültürü dolayısıyladır. Bilhassa cinsiyet ölçütünden, edebi kamu alanına veya birçok yapıp etme biçimlerine ilk etapta burjuva sahip olmuş ve kamusal alanın temsiliyetini üstlenmiştir. Yüksek kültürün, “yüksek kültür” olmasının, uygarlaştırarak yine kendinden-yükselme arzusunun nedeni, belki de en başında ayrılan “kamusal-özel alan” bağlamında ve daha sayısız nosyonda burjuvanın temsiliyetidir.

Günümüzde bu tartışma alanı kendini daha çok “popüler kültür” biçiminde göstermekte, kamusal-özel alan ayrımı dönüşümün nüvelerini barındırmakta ve genel anlamda hala tüm bu kavramlar yan anlamlar kazanarak şişmanlamaktadır…

Kaynakça

Elias, N. (1975). Batılı Dünyevi Üst Tabakaların Davranışlarındaki Değişmeler . N. Elias içinde, Uygarlık Süreci (s. 136). İletişim.

Özbek, M. (2000). Çife Devrim Döneminde Avrupa’da Uygarlık, Kültür ve Romantik Hareket. M. Özbek. içinde İletişim.

Williams, R. (1780-1950). Kültür ve Toplum. R. Williams içinde, Kültür ve Toplum (s. 31). İletişim.

Yumul, A. (2000). Bitmemiş Bir Proje Olarak Beden. Toplum ve Bilim(84), 37- 47.

Nitelikli, bilgi içeriği yüksek, akademik ya da yorum içeren kapsamlı yazılar… Bu başlık altında kıymetli yazarların ve akademisyenlerin özel, kısa ya da uzun, alana özgü metinlerini bir arada bulabileceksiniz. Fihrist olarak idealist bir bakış açısıyla nitelikli metinler ortaya koyma arzusundayız. Dolayısıyla, bu başlık, sizler için geniş bir arşiv oluşturma niyetinin ürünü. Yararlanmanız dileğiyle…

Bülten'e Üye Ol

Fihrist Kitap Çalışmalarından Haberdar Ol