Nitelikli, bilgi içeriği yüksek, akademik ya da yorum içeren kapsamlı yazılar… Bu başlık altında kıymetli yazarların ve akademisyenlerin özel, kısa ya da uzun, alana özgü metinlerini bir arada bulabileceksiniz. Fihrist olarak idealist bir bakış açısıyla nitelikli metinler ortaya koyma arzusundayız. Dolayısıyla, bu başlık, sizler için geniş bir arşiv oluşturma niyetinin ürünü. Yararlanmanız dileğiyle…

Tarihi Sırtında Taşıyan Şehir: Şam

Kadim odur ki evvelini kimse bilmeye derler. Yani kadim, sadece eski demek değil, başlangıcına dair kesin bilgilere ulaşılamayacak kadar eski olan demektir. Yeryüzünün kadim şehirleri vardır. Tarihleri az çok bilinse de, hep daha öncesi de var olmalı hissi uyandıran şehirleri. Şam da işte böyle, yeryüzünün, asırları sırtında taşıyan kadim şehirlerindendir. Dünya tarihinin en eski, en hareketli şehirlerinden… Her şehir, kendi tarihiyle harmanlanmış kimliğini, kendi amacını sunar yaşayanlara. Şam ise yolların buluştuğu, medeniyetlerin birbirine karıştığı noktadadır. Bu sebeptendir ki, ev sahipliği yaptığı tüm medeniyetlerden bir şeyler almış, coğrafyasından gelen geçen herkese de kendisinden bir şeyler katmıştır.

Şam, Asya ve Afrika’yı bağlayan konumuyla, Doğu ve Batı kültürü için her zaman bir kesişim noktası olmuş, tarih boyunca önemli bir ticari merkez olmaya devam etmiştir. Suriye’nin güneybatısında bulunan şehir, Anti-lübnan (Cebelüşarkī) dağlarının doğu eteklerindeki Kāsiyûn dağı ile Bâdiyetüşşâm adı verilen çöl sahası arasındaki bir vahada, Gūta Vahası’nda kurulmuştur. Şam’ın dünyanın en eski yerleşim yerlerinden biri olduğu düşünülmektedir. Kimi kaynaklarda şehrin tarihi M.Ö. 4 binli 5 binli yıllara dayandırılırken, kimi kaynaklarda ise Tell Ramad bölgesinde yapılan arkeolojik çalışmalarda rastlanan küçük nesneler kanıt gösterilerek, M.Ö. 8 bin ila 10 bin yıllarına kadar dayanan bir geçmişi olduğu iddia edilir.

Zaman içinde şehre birçok medeniyet hâkim olmuş ve her bir medeniyet, şehirde kendi izlerini bırakmıştır. Suriye bölgesinde yüzyıllar boyunca hakimiyet mücadelesi süregelmiştir. M.Ö. 2240-2000 yılları arasında Akadlar, M.Ö. 2000-1800 arasında Amuriler, sonrasında ise, uzun süreliğine Hititler bu toprakları ellerinde tutmuştur. Bölgenin denetimini ele geçirebilmek adına, M.Ö. 1286 yılında Hititler ve Mısırlılar arasında tarihin ilk yazılı anlaşması olan Kadeş Antlaşması imzalanmış; Kuzey Suriye Hititlere, Güney Suriye ise Mısırlılara bırakılmıştır. Mısırlılardan sonra bölgenin Aramiler’in egemenliğine geçmesiyle, Şam’ın, şehir olarak önemi artmaya başlamıştır. Bölgeye yüz yıl kadar Asurlular da hâkim olmuş, fakat Medlerin Asur İmparatorluğu’nu yıkmasıyla birlikte şehir M.Ö. 612’de Babil egemenliğine geçmiştir. Bu egemenlik de uzun sürmemiş ve Persler, Babil’i ele geçirerek bölgede 200 yıllık bir hakimiyet sağlamıştır.

Büyük İskender, M.Ö. 333’te Persleri yenerek, bölgeyi Makedon İmparatorluğu’nun egemenliği altına sokmuştur. Şam, Mezopotamya medeniyetlerinin ardından, Helenistik dönem ile Batı etkisi altına girmiştir böylelikle. M.Ö. 64 yılında bölgeyi Roma İmparatorluğu’nun ele geçirmesiyle de devam etmiştir bu etki. M.S. 4. yüzyılda, Roma İmparatorluğu’nun parçalanmasıyla, bölgede, yaklaşık bir buçuk asır sürecek olan Bizans hakimiyeti başlamıştır. Fakat Roma kültürünün izleri oldukça kalıcı olmuştur. Şehrin, günümüzde bile, bütün caddelerinin doğu-batı ya da kuzey-güney merkezli oluşu, Roma İmparatorluğu şehir planına dayanmaktadır. Hz. İsa’nın Şam bölgesinde doğduğuna inanılması sebebiyle, Şam her zaman Hristiyanlar için önemli bir kent olmuştur.

M.S. 600’lü yıllara gelindiğinde ise, bölgede İslam fetihleri başlamıştır. Bölgedeki Sâsânî isyanlarının Bizans İmparatoru Heraklius tarafından bastırılmasının ardından, Hz. Ebubekir Şam’a üç ordu gönderir. Onun zamanında kazanılan Ecnâdeyn zaferiyle birlikte, Suriye ve Şam’ın kapıları Müslümanlara açılmış olur. Hz. Ömer devrinde, Fihl ve Mercüssuffer savaşlarının ardından, Şam’ın fethi önünde herhangi bir engel kalmaz. Sonunda, Halid bin Velid komutasındaki orduların 634’te kazandığı zaferle, Suriye’de Müslüman Arap devletlerin hakimiyeti başlar.

Daha önceki ticari ilişkilerin ve Arap kökenlerinin de katkısıyla, Şam halkı Müslümanlara çabuk alışır. Müslümanların nüfusunun hızla artmasıyla beraber Şam, Müslüman Arap kimliğine bürünmeye başlamıştır. Hz. Ömer, Suriye’nin orta ve güney kesimlerini, Dımaşk (Şam) cündüne bağlayarak, şehrin idaresinde çeşitli değişiklikler yapmaya başlar. Şam valiliğine tayin edilen Yezîd b. Ebû Süfyân’ın 639 yılında ölümünün ardından, kardeşi Muâviye b. Ebû Süfyân onun yerine geçer. Hz. Osman’ın, isyancılar tarafından öldürülmesi ve ardından Suriye Valisi Muâviye’nin, Medine’de halife seçilen Hz. Ali’ye karşı bir iktidar mücadelesi başlatmasının üstüne Şam, siyasî açıdan, İslam coğrafyası için büyük bir önem kazanmıştır.

Mücadelelerin sonunda, 660 yılında, şehir Emevi egemenliği altına girmiş ve Emevi halifeliğinin başkenti haline gelmiştir. Her ne kadar şehrin Emevi dönemindeki değeri çok yüksek olsa da bir Roma anıtının alanında ve bir Hristiyan bazilikasının döşemesi üzerine inşa edilen benzersiz Emevi Camii dışında, bu önemli dönemden günümüze oldukça az sayıda eser kalmıştır. Fakat bugün bile, Şam denince ilk akla gelen Emevi Camii ile Emeviler, şehrin tarihine damgalarını vurmayı başarmıştır. Emevi halifesi Velid bin Abdülmelik tarafından, 715 yılında inşa edilmiş olan cami, nadir görülen mozaikleri, süslü minareleri ve heybetli kapıları ile şehirde daima kendine ayrı bir yer edinmiştir. Dikdörtgen bir plana sahip olan caminin üç minaresinden biri, kuzey cephesinin ortasında; diğerleri ise, güneydoğu ile güneybatı cephelerinde konumlandırılmıştır. Güneydoğu köşesinde bulunan minare Minaretu’l Beyza (Ak Minare) ya da Hz. İsa Minaresi diye anılır. Namaz kılınan iç kısımda Hz. Yahya’nın türbesi yer alır, caminin kubbesi türbenin üzerinde yükselir. 

Şam Emevi Camii bu özelliklerinin yanı sıra, tarihe de tanıklık eden bir mekandır. Kerbela’da şehit edilen Hz.Hüseyin’in başının burada bir süre sergilendiği ve buraya defnedildiği de rivayet arasındadır. Zaten Şam’da, İslam’da ve diğer dinlerde önemli olan birçok başka kişinin de türbesi bulunur. Yahya Peygamber, Hz. Muhammed’in torunu Hz. Hüseyin, Bilal Habeşi, İslam tarihinin büyük kahramanlarından sayılan Kudüs’ün ikinci fatihi “Şarkın en sevgili Sultanı” Selahaddin Eyyubi, şehirde yatmakta olan önemli kişilerden bazılarıdır.

Emevi Devleti, 750 yılında, Abbasiler tarafından yıkılarak, halifelik merkezi Şam’dan Bağdat’a taşınınca, şehir eski önemini kaybetmiştir. Abbasilerin sonrasında, Suriye toprakları üzerinde Müslüman-Hristiyan mücadelesi başlamıştır fakat Abbasilerin zayıflamasıyla merkezi otoriteden uzaklaşan Suriye, Mısır’daki Tolunoğulları’nın hakimiyeti altına girmiştir. Tolunoğulları, bölgede hakimiyet kuran ilk Müslüman Türk devletidir. Tolunoğulları’nın yıkılmasını takiben; önce İhşidiler, sonra da Fatımiler Şam’a sahip olur. Daha sonra, 11. yüzyılda, Suriye’de başlayan Büyük Selçuklu Devleti’nin hakimiyeti, Haçlı Seferleri sebebiyle kısa sürer. Bütün bunların ardından, Zengilerin komutanı olarak Mısır’a giren Selahaddin Eyyubi, Suriye ve Mısır’ı içine alan güçlü bir devletin temellerini burada atar. Eyyübi Devleti’nin yıkılmasının akabinde, Memluk Sultanı Baybars, Ayn Calut Savaşı’nda Moğolları yenerek, bölgeye egemen olur.

1516 yılında Yavuz Sultan Selim, Mercidabık Savaşı’nda Memluk ordusunu yenerek bölgeyi Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliği altına almıştır. Dört asır süren Osmanlı İmparatorluğu’nun hakimiyet döneminde Şam; sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasi açıdan adeta altın çağını yaşamıştır. Osmanlı, “Biladu’ş-Şam” olarak adlandırdığı Suriye’yi; Şam, Halep, Trablusşam ve Sayda (sonradan Akka) olmak üzere, dört eyalete ayırmıştır. Bölgede, merkezi denetimle beraber, yerel topluluklara belirli ölçüde özerklik sağlayan feodal bir sistem de kurulmuştur. Şam’ın dahil olduğu bölgenin Osmanlı dönemi idarî taksimatındaki durumu zaman içinde değişmiş olsa bile kent, Osmanlı egemenliği süresince, bölgenin; idarî, askerî, kültürel, ilmî ve ticarî merkezi olma özelliğini korumuştur.

Osmanlı Devleti’nin Şam’da bıraktığı soyut kültürel mirasın yanında somut kültürel miras da büyük öneme sahiptir. Sultan II. Abdülhamid Han’ın yaptırdığı Hamidiye Çarşısı ve İstanbul’u Şam üzerinden Mekke ve Medine’ye bağlaması planlanmış olan Hicaz Demiryolu’nun Şam’daki istasyonu Hicaz Tren İstasyonu; Kanuni Sultan Süleyman tarafından Mimar Sinan’a yaptırılan Şam Sülemaniye Camii ve külliyesi; ve Sultan II. Selim tarafından yaptırılan, Sultan Vahdeddin’in mezarını içinde barındıran Şam Sultan Selim Camii bu eserlerden birkaçıdır.

Osmanlı döneminde Şam’a ayrı bir önem verilmesini sağlayan, hac kervanları ve surre alayları olmuştur. Bu olaylar şehrin dinî, sosyokültürel ve ticarî hayatında çok özel bir yere sahiptir ve her yıl ortalama üç ay şehrin hayatına canlılık katmıştır. Anadolu’dan, Kafkaslar’dan, Orta Asya ve İran’ın yanı sıra Irak ve Halep’ten, kısacası İslam âleminin dört bir yanından gelen 20.000 ile 60.000 arasında hacı adayı Ramazan ayını Şam’da geçirmiş ve dönüşte aynı şekilde Şam’da yer alan dinî mekânları ziyaret etmiş, ticaretlerini yapmış, böylelikle hem ekonomiye hem kültür alışverişine katkı sağlamışlardır.

Osmanlı’nın merkezi otoriteyi kaybetmeye başladığı 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, bölgede isyanlar başlayınca, Napolyon Fransa’sı başta olmak üzere Avrupalı devletler askeri müdahaleler ile bölgeyi istila etmeye çalışmış fakat başarılı olamamışlardır. Fransa bölgeden çekildikten sonra Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Osmanlı’nın otorite sorununu fırsata çevirerek Mısır’da kendi hakimiyetini kurmuş, ardından oğlu İbrahim Paşa komutasındaki bir ordu ile Suriye bölgesini de ele geçirmiştir. Mehmet Ali Paşa döneminde, Avrupalı devletlerin bölgedeki faaliyetlerinin artması, zincirleme etki ile birçok isyana sebebiyet vermiş, yine Avrupa devletlerinin müdahalesi ile bölge yeniden Osmanlı Devleti egemenliği altına girmiştir. Fakat Tanzimat Dönemi’nden 1. Dünya Savaşına kadar olan süreçte, bölgedeki Arap milliyetçiliği iyice tırmanmış ve savaş döneminde İngiliz taarruz güçlerine destek veren Arap ordusu sayesinde bölge işgal edilmiştir. Her ne kadar Arap liderleri İngilizlerden bağımsızlık sözü aldılarsa da İtilaf devletleri, Sykes Picot anlaşması ile Suriye’yi Fransa’nın manda yönetimine bırakmıştır.

Fransız yönetimine karşı, Şam’da büyük ayaklanmalar çıkmıştır. Fransa, isyanları bastırmak için Şam’ı havadan ve karadan bombalamaya başlamıştır. Bombardıman sırasında, özellikle, Osmanlı’dan kalan pek çok eser zarar görmüştür. Hamidiye, Mithat Paşa ve Buzuriye Çarşıları; Azem Sarayı ve Sinan Paşa Camii ile birlikte, birçok mahalledeki yüzlerce ev, büyük tahribata maruz kalmış veya yıkılmıştır. Yaklaşık 6000 kişinin öldüğü ve 100.000’den fazla insanın evsiz kaldığı olaylar sonucunda isyan Fransız kuvvetleri tarafından bastırılmıştır. 20 yıl sonrasında yeni bir isyan baş göstermiştir. Bu isyanın sonucunda, İngiltere’nin de müdahalesi ile Fransız manda yönetimi sona ermiş, bağımsızlığını kazanan Suriye Arap Cumhuriyeti’nin başkenti, 1958-1961 Birleşik Arap Cumhuriyeti devri haricinde, günümüze kadar Şam olagelmiştir.

Suriye, Arap Cumhuriyeti döneminde de şehir pek çok darbeye, çatışmaya ve kıyıma şahit olmuştur. Şam Baharı olarak adlandırılan dönemde, Hafız Esad’ın oğlu Beşar Esad’ın devlet başkanı olmasını takiben çeşitli alanlarda reformlar yapılmaya başlanmış, ekonomik liberalleşme hızlandırılmış ve siyasi özgürlükler arttırılmıştır. 2001 yılı sonrası ise reformlar ve demokratikleşme süreci gerilemeye hatta tersine dönmeye başlamıştır. Etnik azınlıklar, demokratikleşme, ekonomik liberalleşme, insan hakları gibi mevzulardaki problemler halkı öfkelendirmeye başlamıştır. Sonunda Arap Baharı Mart 2011’de Suriye’yi de etkisi altına alınca, bölgede hala devam eden iç savaş patlak vermiştir. Şam, rejim kontrolünde kalan bölgelerden olmasına rağmen büyük bir tahribata ve yerel halk da büyük bir zulme maruz kalmıştır.

Modern tek uluslu devletçiliğin dayatıldığı çağda, bu çok kültürlü derin tarihi, Şam’ın acısı olur. Bu kadar çok sayıda medeniyetin mirasını içinde barındırır Şam. Binlerce yılın ağır yükünü, yorgunluğunu sırtında taşır. Bu kadarla sınırlı değildir taşıdıkları elbet, daha çoğu da vardır. Yunan, Roma, Arap etkileri altında kent mimarisi; Emevi mirası olan dokusu ve estetiği; Osmanlı hakimiyetinden kalan kültürü ve eserleri; kimi zaman büyük yangınların külleri, kimi zaman büyük zaferlerin çığlıkları, sevinçleri; uğruna yapılan sayısız savaşta yitip giden sayısız hayatları ve onlarca medeniyetin, üstünden silinip giderken bıraktığı derin kederi…

Nitelikli, bilgi içeriği yüksek, akademik ya da yorum içeren kapsamlı yazılar… Bu başlık altında kıymetli yazarların ve akademisyenlerin özel, kısa ya da uzun, alana özgü metinlerini bir arada bulabileceksiniz. Fihrist olarak idealist bir bakış açısıyla nitelikli metinler ortaya koyma arzusundayız. Dolayısıyla, bu başlık, sizler için geniş bir arşiv oluşturma niyetinin ürünü. Yararlanmanız dileğiyle…

Bülten'e Üye Ol

Fihrist Kitap Çalışmalarından Haberdar Ol