Nitelikli, bilgi içeriği yüksek, akademik ya da yorum içeren kapsamlı yazılar… Bu başlık altında kıymetli yazarların ve akademisyenlerin özel, kısa ya da uzun, alana özgü metinlerini bir arada bulabileceksiniz. Fihrist olarak idealist bir bakış açısıyla nitelikli metinler ortaya koyma arzusundayız. Dolayısıyla, bu başlık, sizler için geniş bir arşiv oluşturma niyetinin ürünü. Yararlanmanız dileğiyle…

Politik Felsefede Özgürlük

Yazar: Sude Çatal

Politik felsefenin temel kavramlarından biri olan özgürlük geçmişten günümüze toplumların yürütülmesindeki önemli kıstaslarda hep baş rolü çeken, yokluğunun hem devletler hem de bireyler için distopik bir kâbus olarak nitelendirildiği en temel olgulardandır. Dolayısıyla birçok düşünür tarafından halihazırda felsefenin de politik etkinlikten ayrılmamasından hareketle bu kavram yorumlanmış ve kendilerine ait felsefi düşüncelerinde özgürlük tanımlarını yapmışlardır. Peki özgürlük derken ne demek isteniyor? Herkesin devlet ve yasa önünde eşit haklara sahip olmasından hareketle eşitlik ve devlet kavramlarıyla ayrıştırılamayan bir özgürlük mü yoksa ekonomik olarak bir özgürlük mü?

Sosyal adalet bağlamındaki eşitliğin özgürlüğü çıkartması ele alınırsa ve devletin de rol oynadığı düşünülürse vergi alınması gereken zengin ve fakir kesimin arasında oluşan fark bireysel özgürlükleri engellemektedir. Bu da liberal düşüncenin merkezinde olan bireysel özgürlüğün elden alınması anlamına gelir. Cumhuriyetçi düşünceden de ele alınırsa bireyden çok genelin iyiliğinin öncelikli konuma alınması bakımından ortaya çok daha farklı ve eşitlik kavramının ön planda olmadığı bir değerlendirme çıkacaktır. Bu bakımdan çeşitli filozofların ele alma biçimi tartışılmadan ve özgürlükten bahsederken onun türevleri veya pratik anlamda ne sonuçlar çıkarttığına bakmadan önce özgürlüğün kendisinin de ne olduğu incelenmelidir.

Özgürlük tanımı gereği anarşist bir yapıda olmamakla birlikte tam bir bağımsızlık anlamına gelmemektedir. Topluluk içerisinde yaşamaya evrilmiş insanların kendi özgürlüklerini diğerinden üstün tutup diğer insanları ezip ele geçirmesi yani başkasının özgürlüğünün kendi çıkarları için kısıtlanması da özgürlüğün tanımına zıt bir düşüncedir. Bu noktada özgürlük genel hatlarıyla insanların bireysel özgürlükleri ve siyasi anlamda toplumsal özgürlükleri olarak iki dala ayrılır.

Özgürlük bu anlamda içsel olarak vicdani bir değerde de karşımıza çıkar. Pozitif özgürlük alanı olarak da adlandırılabilecek olan, söz konusu alana ilişkin özgürlüğün adı Hayek’te iç özgürlük iken, insan benini alçak ben ve yüksek ben olarak ikiye ayıran Isaiah Berlin’deki karşılığı yüksek benin gösterdiği doğrultuda davranmaktır33. “Buna göre, kişilik yüksek ve aşağı ben olarak ikiye bölünmüştür ve sahici anlamda rasyonel ve uzun vadeli amaçlarının kaynağı olan yüksek beni onun gelip geçici ve irrasyonel arzularının kaynağı olan aşağı benini denetim altında tuttuğu ölçüde kişi özgürdür”[1]

Özgürlük adı altında çıkan düşüncelerin ve bu yolla oluşturulan yönetim yapısının ana hatlarında iki kutup oluşmuştur. Bunlar negatif özgürlük ve pozitif özgürlük anlayışıdır. Negatif özgürlük anlayışı kişinin her türlü yapıp etmesinin önündeki engelleri kaldırarak bireysellikle hareket eder. Topluluk halindeki yaşayan insanların her birinin özgür iradesiyle hareket edebilmesi yani bu bakımdan negatif anlayışta tam bir özgürlüğün sağlanabilmesinin koşulu tek tek kişileri ele alarak gerçekleşebilmektedir.

John Rawls liberal politikasında negatif özgürlük anlayışının savunucularından biridir. Rawls burada negatif özgürlük anlayışıyla Kant’ın ahlak teorisini birlikte düşünüp özgürlük ile adil bir toplumun da nasıl olacağı üzerine bir siyaset felsefesi yapmıştır. Rawls’ın düşünceleri bu bakımdan üç döneme ayrılabilir. İlk döneminde liberalizmin faydacı ilkeleriyle Kant’ın ahlak teorisi arasında bir bağ kurmayı ve buradan hareketle de politik bir adalet anlayışının kavramsallaştırılmasını sağlamaya çalışır. İkinci döneminde liberal adalet anlayışını başka görüş ve öğretiler ile birlikte yaşanabilmesinin ve oluşturulabilmesinin olanaklarını araştırmaktadır.

Son bölümde ise barışın ve demokrasinin bulunduğu bir toplumda devletin ötesine, uluslararası ilişkilerin alanına kendi felsefesini nasıl işleyebileceği ile ilgilenmiştir. Bütün bu dönemlerin sonrasında Rawls kendi politikasında özgürlük anlayışını oturtmuştur. Dolayısıyla her insanın seçimlerinde özgür olması toplumlardaki kaosu önlemek açısından tek tek bireylerin bilinçli olmasını ve Aristoteles’çi anlayışla her kişinin erdemli bir hayata yönelmesini gerekli kılar. Rawls’ burada bireyi ahlaki özne olarak da ele alır. Kant’ın ödev ahlakından yola çıkarak insanların bu yolda faydacılığın bireysel çıkarları gütmesindeki amaçtan çok başkalarını da düşünen ahlaki bir yanının olduğundan bahseder.

Dolayısıyla, Rawlsçı Birey Anlayışı’nın ikinci temel özelliği olarak birey; kendi çıkarlarının peşinde koşan bir rasyonaliteyle hareket etmekte, fakat aynı zamanda da ‘Hobbes’taki bencil birey anlayışından farklı olarak ötekine de duygudaşlık sergileyebilecek ve ötekinin de kendisi gibi ahlaki bir özne olduğunun farkına varabilecek bir özelliğe sahip öznedir. [2]

John Rawls bu bireysel yaklaşımından hareketle özgürlüğün yaratılmasındaki etkenlerden eşitliğin ve adaletin de zorunlu olarak tecelli etmesi gerektiğini belirtmektedir fakat bu anlayışın pratik alanda getirdiği bazı problematikler de vardır. Öncelikle ekonomik olarak bu eşitliğin nasıl sağlanacağı ve devlet anlayışının sürekliliği önem arz eder. Toplumdaki herkesin tek bir koşulla özgürlüğünün sağlanamayacağı ve hükümet kavramının bu yolla ekarte edilmesi yalnızca negatif özgürlük için değil genel anlamıyla özgürlük kavramının tam anlamıyla sağlanmasında sorun teşkil eder. 

Aynı zamanda negatif özgürlük tanımı gereği bazı doğal oluşan adaletsizlikleri karşılar nitelikte değildir. [3]Eğer bir kişi belirli yeteneklerinin olmaması gibi “doğal” nedenler ya da kaynaklarının sınırlı olması gibi toplumsal nedenlerden dolayı bir eylemi gerçekleştiremiyorsa, bu engeller onun özgürlüğünü etkilemez. Başka bir deyişle, bir eylemi yapamamak, onu yapma özgürlüğümüz olmadığı anlamına gelmez. Böylece özgürsüzlük ve yetersizlik kavramları birbirinden ayırt edilir. Bu bakımdan özgür olmak istemeyen bir insanın seçimlerinde özgür olması da negatif özgürlüğün tanımına uymaktadır fakat özgürlük anlayışının kendi kendisiyle çelişmesi durumu söz konusudur. Rawls’ın burada her insanı empati yapabilen bir ahlaki özne konumunda görmesi de yeterli değildir.

Üstelik böyle bir uygulama için her bireyin farkındalık seviyesinin ortalamanın üstünde olması gerekmektedir ve hem ekonomik hem de eğitim düzeyi olarak gelişmiş bir topluluk gereklidir. Bu noktada hükümetin yokluğu ve bireysellik kişileri belli bir düzeyde birleştirmeyi mümkün kılmaz. Aynı zamanda doğal olarak daha alt seviyede olan insanları -yönetilmesi gereken bireyleri- da hangi konumda tutulacağı ve özgürlük kavramının bu kişiler için geçerli olup olamayacağı da ortaya çıkan sorunlardan birkaçıdır.

Rawls aynı zamanda bir küresel toplum sözleşmesi önerisinde de bulunmuştur. Rousseou’cu bir anlayışlı devlet değil halk temelli bir düşünceyle kendi kendisine yasa koyabilen ve buna uyabilen bir topluluktan bahsetmektedir. Dolayısıyla ahlaki özneler olarak görülen bireylerin ortak çerçevede birleşen yurttaşlardan oluşmaları siyasal ve ahlaki açıdan iyilik ve hak kavramlarına sıkı sıkıya bağlı olmaları kürsel toplum sözleşmesinin kurucu öğelerindendir.

Küresel toplum sözleşmesinde de Rawls’a göre halkların yasası için belirleyici olan iki kriter vardır. Savaş açma hakkını sınırlamak ve bununla da bağlantılı olarak meydana gelen sistematik insan hakları ihlallerinin önüne geçmektir. Halkların yasası burada Kant’ın ebedi barışı ile bağlantılı olarak işler ve birbirini tamamlar. Bu teorinin amacı kozmopolitan idealden ziyade barış ve istikrarın kalıcı hale gelmesini sağlayacak normlar kurmaktır. Aynı zamanda Rawls’ın siyaset kuramı halk temelli olduğu için devlet burada kurucu güçten ziyade ekonomik eşitsizliğin düzenlenmesini yapacak olandır.  Dolayısıyla burada fakir kesimi toplumda eşitlemeye çalışmak fırsat eşitliğini arttırabilir fakat bireysel olarak adil olmamakla birlikte özgürlüğün de bir noktada kısıtlanması anlamına gelmektedir. Tam tersi bir şekilde olursa da imkân kıtlığı yaşayan kesimin diğer bireylerle eşitliğinin sağlanamayacağı ve böylece bireysel olarak özgür olsa dahi yaşadığı toplumda adaletsizliğe uğrayacağı sonucu çıkmaktadır.            Bu bakımdan negatif özgürlüğün getirileri özgürlüğü sağlasa da bireyin kendisine dayandığından ve hükümetin kendisini dışladığından kişilerin kendi seçimlerinin sonuçlarından etkilenecek diğer kişileri göz ardı ederek toplumsal özgürlüğün sağlanmasını mümkün kılmaz. 

Pozitif özgürlük ise negatif anlayıştan farklı olarak özgürlük kavramının toplumun geneliyle inşa edilebileceğini savunur. Kişisel özgürlük, özbilinç ya da ikinci dereceden seçimler yapabilme yetisi ile yakından ilgilidir. Ahlaki özneyi belirleyen bu yetiler ancak toplumsal ilişkiler içinde gelişebileceği için tam anlamıyla özgür bir birey olabilmenin koşulu özgür bir toplumun üyesi olmaktır.[4] Bu bakımdan kişilerin özgürlüklerini sağlamak istediklerini yapabilecekleri anlamına gelmediği için refahı tek başına sağlayamamaktadır. Dolayısıyla devletin görevi burada doğal etkenlerden imkân kısıtlığı olan bireylerin refah seviyesini de arttırmaktır.

Negatif görüşten farklı olarak pozitif özgürlükteki düşünce topluluklarda yaşayan insanların bir diğer bireyi etkilemeyecek davranışlarda bulunmasının mümkün olmadığı yönündedir.  Bu nedenle bireylerin ortak çıkarlarını güdecek şekilde bir çatı altında toplamak pozitif özgürlüğün amaçlarından biridir. Pozitif özgürlük ile politikasını temellendirmiş Hegel’e göre özgürlük insanın kendi öz bilincine ulaşmasını gerektirmekle birlikte etik anlayışa da bağlıdır. Hegel’e göre tin ve özgürlük ayrılamaz kavramlardır.

Özgürlük özerk ve kimseye ya da hiçbir şeye bağımlı olmamak anlamına gelmektedir. Maddenin tözü, onun dışında olmasına rağmen, tinin tözü, kendisiyle beraberdir. İşte bu töz, özgürlüğün kendisidir. Hegel’e göre eğer bir başkasına bağımlı isem, ben ben değilimdir. Özgür olmam kendimle beraber olmamdır.[5]

Bütün bunların yanında modern toplumlarda yalnızca kendinin bilince olmak yeterli değildir. Hegel’e göre, aslolan öncelikle insanın doğal ihtiyaçlarından bağımsızlığını sağlayabilmesi ve sonrasında da kendi özgürlüğünü toplumda yaşayan diğerlerinin özgürlüğüyle sınırlı tutabilmesidir. Gerçek özgürlük, ancak bütün içinde tahayyül edilebilen özgürlüktür.[6] Aynı zamanda Hegel’in Tin’in Görüngübilimi’ne baktığımızda doğa durumundan ayrılmış olan insanı görürüz. İnsan kendini doğa yerine koyarak dışlamıştır fakat sonrasında kendi dilini, kültürünü, değerlerini oluşturarak yabancılaşmayı ortadan kaldırmıştır. Doğada kendi dışında kalan insan doğadan ayrılarak, topluluklar halinde yaşayarak ve bir yönden bu ayrışmanın getirilerinden olan politikasını inşa ederek özgürlük ve benzeri kavramları ortaya çıkartmıştır.

Dolayısıyla özgürlük kavramı dahi topluluk halinde yaşamaktan ve belli bir devlet anlayışına dayandığından, onu gerçekleştirmek de bireysellikten çok topluluğun çıkarlarını güderek yapılabilir. Aynı zamanda efendi-köle diyalektiğinde de özgürlük kavramını işlemiştir. Hegel efendiyi ve köleyi nesne olarak görür. Nesne olmanın burada sürekli bir olumsuzlaması vardır. Ondaki nesne olmaklığın olumsuzlanması karşısındakinin de kendi özsel bilincine sahip olması bakımından onu nesne olarak gördüğü içindir. Kişi kendinin özsel olduğundan emindir ama karşısındakinden emin olamaz. Dolayısıyla burada kişinin kendi bilincinin eminliği hiçbir hakikat taşımaz.

Aynı zamanda bu yolla kavgaya girmek zorundadır çünkü kendi kendisinin eminliğini kazanabilmesi için başkasından da emin olması gereklidir. Dolayısıyla yaşamını tehlikeye atmalıdır fakat bu tehlikeye atmadan önceki halinin hukuk öznesi olmadığı anlamına gelmez. Hegel’e göre bu yeterli değildir ve özgürlüğü sağlamaz. Kişi kendi yaşamını tehlikeye attığı sürece başkasının da ölümünü amaçlamalıdır. Ölüm burada pekinliği yaratıp, karşıdaki kişinin yaşamını küçümsetir. Dolayısıyla özsel olan şey, karşıt uçlara ayrılma momenti yiter. Birbirlerini özgürleştirirler ve buradaki edimleri soyut olumsuzlamadır. Bu bakımdan tek kişinin keyfi davranışları özgürlüğü sağlamaz ve özgürlük bu nedenden dolayı hep kısıtlıdır. Tarih de bu özgürlük bilincinde ortaya çıkmıştır.

Özgürlük kavramını bu şekilde temellendiren Hegel politik felsefesini de bu yoldan hareketle oluşturmuştur. Modern devlet, gerçeklikle akılsallığın özdeşleştiği ve toplumun devlet aracılığıyla kendi bilincine ulaştığı noktadır (Bumin, 1998:138). Özbilinç sahibi olan, özgür birey ise, devlet içinde kendi üst benliğini bulur, yani birey devlette kendi iradesi ve özgürlüğünün tezahürünü görmektedir.[7] Bu bakımdan birey devlette özgürleşir.

Her iki özgürlük anlayışının da belli açmazlarının olduğu ortadadır ve aslında özgürlüğün kişilerin seçimlerinde keyfi davranabilmesi olarak görülen klasik tanımı topluluklar halinde yaşayan insanların gerçekleştirmesi mümkün olmayan bir ütopyadır. Bu bakımdan çoğu ütopya gerçekleşmesi halinde bir kabusa dönebileceği gibi özgürlüğün klasik tanımının da pratikte böyle bir etkisi olabilir.

Bireyselliğin ön plana çıktığı bir yaşama tarzı düzensizlik ve kuralsızlık getirmektedir. Oysaki oluşan devletler ve yönetim biçimleri insanların gelişimini kanıtlar niteliktedir. Bu gelişim sayesinde ve bir noktada özgürlüğün klasik tanımının değiştirilmesiyle refah seviyesi arttırılmıştır. Aynı zamanda doğal yollardan engeli bulunan ve kendi kendisini yönetemeyen insanların da çıkarları güdülmüş, etik kavramı oraya çıkmıştır. Doğa konumundan ayrılan insan da bu yönde şekillenmiş dünyada topluluklar halinde yaşamaya muhtaç hale gelmiştir. Dolayısıyla özgürlük kavramının ne olmaklığını ve pratik etkilerini tartışırken burada ya tam bir özgürlük anlayışından vazgeçilmelidir ya da özgürlüğün tanımının ve işlenişinin değiştirilmesi gereklidir.

Gelişen ve evrilen insan dünyasında klasik tanım oldukça doğa yanlısı kalmakla birlikte güncel insanın yapısını da hiç anlayamamış gözükmektedir. Bu nedenle özgürlük toplumsal olarak düşünülmelidir fakat bu bireylerin kendilerini gerçekleştirmesinde sınırlar konulması anlamında değildir. Aynı zamanda özgürlük kavramı bu noktada doğal etkenlerden gelen engelleri de aşmalı ekonomik olarak toplulukları oluşturan bireyleri imkân bağlamında eşitlemelidir. Bu noktada güçsüzlere destek çıkarak doğal olarak güçlülerin sahip olduğu haklara haksızlık yapılıyormuş gibi gözükse de toplumsal bir varlık olan insanın Hegel’ci düşünceyle özgürlüğe ulaşmasındaki adımlar takip edilmeli ve bir toplum bilinci oluşturulmalıdır.

Bunun yanına devletin gölgesindeki bireyler eylemlerinin özgür olduğunun bilincinde olabilmeleri için toplumsal olarak bir bilinç oluştursalar bile bireysel hayatlarında meslek seçimi gibi etkenlerde yönlendirilmemeliler ve hatta sonuçlarında ödül veya ceza da almamaları gerekmektedirler. Tek düzelikten, sahtekarlıktan ve en önemlisi yabancılaşmadan kaçış bu yönde engellenebilir. Kişi böylece bireysel özgürlüğünün yanında toplumsal olduğunu da farkına varabilir ve kendini gerçekleştirebilir.

Bütün bu tartışmada aslında ortaya çıkan bir tür sentezdir ve elbette açmazları da bulunmaktadır. Özgürlük burada bir noktada feda edilmiş ama bu feda yerine gelişen insanı ve mutluluğu koymuştur. Aynı zamanda buradaki özgün özgürlük anlayışında kişilerin halihazırda bir bilince sahip olduğu varsayılarak toplumdaki eğitimsiz kesim açıkta bırakılmıştır fakat güçlülerin yardımıyla eşitlenmeye çalışılmıştır. Bireysel eylemlerinin sonunda ödül alamayan insanlarda motivasyon kaybı olabilir fakat burada halihazırda kendini gerçekleştirmek isteyen ve bu bilincini oluşturmuş insanlar ele alınmıştır.

Özgürlük bu bağlamda gerçekleştirilebilmesi için hep bir daha fazlasını ister. Özgürlük ulaşılması gereken en üst nokta olduğundan hep bir basamağa daha ihtiyaç duyar-eşitlik, adalet, bilinç ve toplulukta yaşayan insanlar için eğitim gibi kavramlar-. Dolayısıyla özgürlüğün kendisi belli kriterlerin sağlanmasını zaruri kılmakla birlikte yeni bakış açılarıyla tıpkı evrilen insan gibi gelişmekte ve hep daha üste çıkarak ulaşılmaya çalışıldığı noktada bile bir erdem sağlar hale gelmektedir.

 

Kaynakça

KANATLI, M. John Rawlsın Hakkaniyet Olarak Adalet İlkelerinde Özgürlük ve Eşitlik Sorunu Üzerine.  Akademik İncelemeler Dergisi15(2), 673-704.

Urhan, V. (2016). Siyaset felsefesinde adalet, eşitlik, özgürlük. Kaygı. Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi, (26), 103-119.

İki Özgürlük Anlayışı”. Felsefe Tartışmaları (“Özgürlük” Özel Sayısı). vol. 31, 2003

Bezci, B. (2006). Hegel’in Felsefesinde Etik, Politik Olan ve Özgürlük. Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 21(2), 235-251.

[1] Urhan, V. (2016). Siyaset felsefesinde adalet, eşitlik, özgürlük. (s.111) Kaygı. Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi, (26), 103-119.

[2] KANATLI, M. John Rawlsın Hakkaniyet Olarak Adalet İlkelerinde Özgürlük ve Eşitlik Sorunu Üzerine. (s.687). Akademik İncelemeler Dergisi15(2), 673-704.

[3] “İki Özgürlük Anlayışı”, (s.8). Felsefe Tartışmaları (“Özgürlük” Özel Sayısı), vol. 31, 2003,

[4] “İki Özgürlük Anlayışı”, (s.12). Felsefe Tartışmaları (“Özgürlük” Özel Sayısı), vol. 31, 2003

[5] Bezci, B. (2006). Hegel’in Felsefesinde Etik, Politik Olan ve Özgürlük. (s.240). .Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Dergisi21(2), 235-251.

[6] A.g.e. (s.240)

[7] Bezci, B. (2006). Hegel’in Felsefesinde Etik, Politik Olan ve Özgürlük. (s.247). Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Dergisi21(2), 235-251.

Nitelikli, bilgi içeriği yüksek, akademik ya da yorum içeren kapsamlı yazılar… Bu başlık altında kıymetli yazarların ve akademisyenlerin özel, kısa ya da uzun, alana özgü metinlerini bir arada bulabileceksiniz. Fihrist olarak idealist bir bakış açısıyla nitelikli metinler ortaya koyma arzusundayız. Dolayısıyla, bu başlık, sizler için geniş bir arşiv oluşturma niyetinin ürünü. Yararlanmanız dileğiyle…

Bülten'e Üye Ol

Fihrist Kitap Çalışmalarından Haberdar Ol