Nitelikli, bilgi içeriği yüksek, akademik ya da yorum içeren kapsamlı yazılar… Bu başlık altında kıymetli yazarların ve akademisyenlerin özel, kısa ya da uzun, alana özgü metinlerini bir arada bulabileceksiniz. Fihrist olarak idealist bir bakış açısıyla nitelikli metinler ortaya koyma arzusundayız. Dolayısıyla, bu başlık, sizler için geniş bir arşiv oluşturma niyetinin ürünü. Yararlanmanız dileğiyle…

Hinduizm Ve Hint Topluluğu

Din mi sistemi yarattı yoksa sistem mi dini yarattı?

Özgün Farklılık: Statik Hint Toplumu

Din, toplumda ortak “geçmiş” birikimi sağlayan en tabii ve kutsal kurum olarak kabul edilir. Bu sebeple, devlet yapısı ve hukuk sistemlerinin temelinde din öğretilerine ve geleneklerine rastlanması tesadüf değildir. Ortaya çıkan devlet ve hukuk düzenlerinde dinin baz alınması, bu yapıların kitlelerce kabul edilebilirliğini her zaman arttırmıştır. Benzer şekilde, Hindistan’da toplumsal örgütlenmeyi sağlayan birlikler, din öğretisine oldukça bağlıdır. Bu sebeple, günlük işlerde, eğitimde, politikada kısacası hayatın her alanında kendine yer bulan din temelli bir yaşam tarzına rastlamak mümkündür Hindistan’da. Ortadoğu coğrafyasında olduğu gibi bir sekülerleşme, yani toplumun kültür ve alışkanlıkları arasından dini motiflerin izole edilmesi, sürecinden geçmeyen Hindistan’da, dinin toplumsal organizasyonlar üzerindeki etkisi güçlüdür. Hindistan toplumu, sayısız dini inanca ve geleneğe ev sahipliği yapmaktadır. Ülkede her din öğretisinin farklı ibadet şekilleri, ibadethaneleri, efsaneleri, kurtarıcıları olsa da bu öğretiler, bir arada ve asimile olmaksızın varlıklarını devam ettirebilmektedirler.

Tarihsel süreçte, gerek devlet yönetimindeki değişiklikler, gerekse toplumsal-iktisadi değişimler, ülkedeki dini etkiyi azaltmaya çalışsa da, Hint toplumu reaksiyon göstermiş ve toplum düzeninin yarattığı dini alışkanlıklardan vazgeçmemiştir. Nihayetinde, dini meydana getiren toplum, kendi yarattığı dinin, toplumu yarattığı düşüncesine kapılarak amansız bir paradoks içine girmiştir. Hint toplumunun bu geleneksel yapısı, yüzyıllardır statik düzende kalışının bir ürünüdür. Toplum, din ve öğretilerin izin verdiği ölçüde şekil değiştirebilir hale gelmiş ve toplumsal değişim, din algılayışındaki değişimlere bağlı kılınmıştır. Din geleneği, yönetimdeki değişimlere veya yeni düzenlemelere karşın hiçbir zaman arka plana itilmeyip, toplumsal hayatta bir sentez rolü üstlenmiştir.

Hint Toplum Düzeninin Temeli: Hinduizm

Ortaya çıkış tarihi ve belirli bir kurucusu olmayan ve dünya üzerinde 900 milyondan fazla mensubu ile üçüncü büyük din olan Hinduizm; Hindistan, Nepal, Bangladeş gibi ülkelerde, yaşam tarzı olarak benimsenmiştir. Özellikle Hindistan anayasasında yer alan ve mistik özelliklere sahip bir din olan Hinduizm; Jainizm, Budizm ve Shizim gibi dinleri kapsayan bir dindir. Monist, düalist ve deist bir din olan Hinduizm, kişinin iç varlığındaki gerçekleri deneyimleyerek, yaratıcısı ile bir olduğunu anlamasını öğütler. Bu anlamlandırma ile amaç, zirveye (Nirvana’ya) ulaşmaktır. Hinduizm’de, insanların ruhsal evrimini tamamlayan ve düzeni sağlayan kozmik yasaların varlığına inanılır. Ayrıca, bu yasalar, insanların davranışlarını ve dini öğretiyi uygulama şekillerini belirleyen dogmatik bir norm zinciri oluşturur. Bu oluşum sürecini etkileyen unsurların başında ise, kişilerin sosyal ve dini statüleri gelir.

Üç temel dönemden geçen bir çatı kavram olan Hinduizm, bir dinden daha fazlasıdır aslında. Özellikle 19. yüzyılın ilk yarısından itibaren, bir ideoloji olarak da karşımıza. Güney Asya’nın ev sahipliği yaptığı ve en eski kent uygarlığı olan İndus Medeniyeti yıkıldıktan sonra, Kuzey Hindistan’dan gelen Aryan kabilesi, eski Hint dinlerinin üstüne, farklı bir din sistemi getirmiştir. Yüzyıllar boyu sürecek olan bu sistem, günümüzde bile geçerliliğini koruyan birçok yeni geleneği de beraberinde getirmiştir. Özellikle hayvanlara ve tanrıçalara tapma, Aryanlar tarafından miras kalmış geleneklerin en bilinenlerindendir. Diğer bir miras ise, yüzyıllarca Hindistan’da sürüp gidecek olan “kast sistemi”dir.

Aryan kabilesinden kalan gelenekler Upanişad döneminde devam ettirilmiştir. Özellikle iki temel inanç olan “karma” ve “reenkarnasyon” ile ilgili derlemeler yapan 13 Vedikli Upanişadlar, Hinduizm’in temelini oluşturmuştur. Upanişad döneminin sona ermesi ile klasik dönem başlamıştır. Bu, Hinduizm’in günümüzdeki şeklini aldığı dönemdir. 19. yüzyılda, Hristiyanlık dünyası ve Batı düşünce akımları karşı karşıya gelen Hinduizm, ayrı bir etkinlik sahası kazanmıştır.

Yeni Bir Algı: Neo Hinduizm

19. yüzyılda, Avrupa ile karşı karşıya gelmesiyle birlikte Hindistan, dini ve sosyal düzenlemelere gebe kalır. Bununla birlikte, dinin veya kast sisteminin etkisiyle, boşanmış ya da eşi ölmüş kadınların diri diri yakılması (Sati) meselesi tartışılmaya başlanır. Ülke genelinde birlik ve bütünlük kavramları ortaya çıkar. Yerel halk, Avrupalı Hindologlar’ın yaptığı kitap çevirileri sayesinde okumaya ve bilinçlenmeye başlar. Ve yüzyıllar sonra karşımıza, sekülerleşme yolunda ilerleyen bir kitle çıkmaya başlar. Teşekkürler Neo Hinduizm!

Çeşitlilik İçerisindeki Birlik: Hinduizm

Hinduizm’in kendine özgü bir takım dinamikleri mevcuttur. Her canlı, kendi davranışlarını ve yolunu seçmekte özgür kabul edilir. İnanılan dini inanç için, ne şekilde tapınıldığı önemli değildir. Fakat, tapınakta tapınma, kutsal metinlere inanma, bayramlar ve ilahiler, tüm Hindular için öncelikli önem arz eder. Hinduizm’de iki temel inanç vardır ve bu inançlar dinin en can alıcı ilkeleridir. ‘Veda’ adı verilen kutsal kitaplarda da yer bulan bu ilkeler, Karma ve Reenkarnasyon’dur. Bu iki inancı sevgi, doğruluk ve şiddetten kaçınma yasaları tamamlar.

Karma yasasına göre, sadece insanlar değil, tüm canlılar şimdiki yaşantılarında düşündükleri, hissettikleri ve gerçekleştirdikleri eylemler ile gelecekteki kaderlerini belirlerler. Bu yönüyle karma -gelecekteki kaderi şimdi yaratma- fizik bilimindeki etki-tepki yasasının özel bir görünüşü olarak kabul edilebilir. Kişi, şimdiki hayatında bir karar vererek eyleme geçer ve bu eylemin sonuçları gelecekteki hayatını, yani ilerde yaşayacağı yeni kaderini, oluşturur. İnsan, farkında olmadan geleceğini yaratırken, Tanrı bu sürecin hiçbir yerinde değildir. Tanrı, kadere veya yaşanılan olaylara olumsuz bir etkide bulunmaz. Ancak, derin şekilde dua ettiği takdirde, kişinin kaderine olumlu bir etkide bulunabilir.

Karma yasasının bağlandığı yeni bağ ise Reenkarnasyon’dur. Reenkarnasyon -ölüm ve yeniden doğuş döngüsü- ve karma tamamlandığında, canlılar hayat döngüsüne sıfırdan başlar. Yeniden doğan varlıklar, bir önceki karmada yarattıkları kaderlerini yaşarlar. Bu karma ve reenkarnasyonun oluşturduğu döngü, Tanrı fark edilene kadar tekrarlanır. Hinduizm’de yaşamın, dinin üzerine kurulmuş olup sürekli bir biçimde “oluşum-muhafaza-yok oluş” zincirini takip ettiği kabul edilir. Her insan, şimdiki kaderine uygun mekan ve statüde yaşayıp yaratıcısına ulaşmalı ve bir sonraki kaderi için şimdiye isyan etmemelidir. İnsan, şimdiki kaderine uygun yaşamazsa, bir sonraki yaşantısını yaratan karmasını bozar ve reenkarnasyon içinde cezalandırılır.

Edinilmiş Statü Cenneti: Kast Sistemi

Hindistan topraklarına M.Ö 2500-1500 yıllarında Kuzey’den gelen Aryanlar tarafından taşınan kast sistemi, sosyal düzeni ayrıştıran bir sistemdir. Günümüz Hindu Medeniyeti Aryanlar tarafından oluşturulurken, Hindular arasında yerleşik olan kölelik sisteminin devamını sağlamak için, bu sosyal hiyerarşi sistemi kurulmuştur. Sistemin herhangi bir başı yoktur. Farklı kabileler birleşerek, genel bir sistem oluşturmuşlardır. Doğum ile başlayan ve insanlar arasında görev, sorumluluk, hak ve güç dengelerini kesin hatlarla ayıran kast sistemi, Aryanlar tarafından kaleme alınan ve tüm Hindular tarafından kutsal görülen metinlerle (Vedalar), insanlara dayatılmış ve halk tarafından dini bir zorunluluk olarak görülmüştür.

Sistem, bir dini inanç şeklinde örgütlendiği için, sadece hiyerarşik düzeyler değil, hayat tarzları ve statüler de önceden belirlenmektedir. Bu nedenle, kast sistemi Hindistan toplumuna oldukça köklü bir şekilde yerleşmiştir. Kastlar “jati” denilen büyük aile gruplarından oluşur ve kast sisteminin amacı, toplumdaki zengini fakirden ayırmak değil, dinin getirdiği ritüel saflık ve meslek ayrımını oluşturmaktır. Bu sebeple, dört ana kast yaratılmıştır. Sırayla; Kutsal yazıları inceleyen ve din eğitimi veren “Bharma”lar en üst sınıfı, güçsüzleri koruyan savaşçı “Kshatriya”lar ikinci sınıfı, üretim ve ticareti sağlayan çoban-tüccar “Vaishya”lar üçüncü sınıfı, diğer sınıflara hizmet eden “Shudra”lar dördüncü ve son sınıfı oluştururlar. Bu dört ana kastın dışında tutulan ve hiçbir şekilde insani muamele görmeyen “Dalit”ler, yani dokunulmazlar (parya), Hindular tarafından kirli ve cezalı kabul edilirler. Dört aşamalı kast, Varna sistemi olarak anılır ve daha çok ideolojik olarak tanımlanır.

Kastların doğumla oluştuğu ve sonradan kast değiştirilemeyeceği kuralı, Brahmanlar tarafından ortaya atılmıştır. Bu kurallar nedeniyle insanlar, hayatları boyunca aynı şekilde yaşayacakları, asla daha iyi bir yaşam standardına ulaşamayacakları, ancak bulundukları statüye uygun olarak isyan etmeden yaşarlarsa, karma bozulmayacağı için, ruh göçü ile daha iyi bir kasta sahip olabilecekleri inancını kabul ederler. Hintli yazar Sami Dharma Anana Tirtha tarafından özetlendiği şekliyle; “Aryanlar ve kendilerini üst kasta tabi sayanlar, insanları ayrı, bölünmüş, zayıf ve aşağılanmış tutmak; öğrenmelerini, gelişmelerini ve ilerleme olanaklarını engellemek için onları kalıcı, değiştirilemeyecek şekilde toplum içinde daha düşük bir statüye bağlamak zorundaydılar”. Kast sisteminin tamamen din esaslı ve doğumla edinilmiş bir statü olarak dikte edilmesi, elbette ki, sistemin toplumca kabul edilebilirliğini arttırmıştır. Hinduizm’in, mensuplarından beklentisi; kastın emretmiş olduğu görevleri yerine getirmeleri, sistemden memnun olmaları ve kast içindekilerle iyi geçinmeleridir.

Hindistan’da kast sisteminin meşrulaşmasının tek sebebi, sistemin kutsal kaynaklardan doğması değildir. Bunun yanı sıra, kast sisteminin, “Jati”ler arası ilişkileri belirleyen bir inanç tarzı olması, kastın toplum içinde meşrulaşmasının bir diğer nedenidir. Kişinin kast hiyerarşisindeki yeri, Karma içerisinde “Jati”sine uygun davranıp davranmadığına bakılarak belirlenir. Kast sisteminin inanç temelli meşrulaştırılmasında, ruh göçü önemli bir yer tutar. Kişinin, üzerine düşen görevleri yapmazsa bunun cezası olarak alt kastlarda, hatta bir “parya” olarak doğmasının kaçınılmaz olduğuna inanılır. Bu nedenle, kast sistemi, kişiye, kendisine uygun bir kastta doğduğu inancını verir ve kişi -bir üst kastta yeniden doğmak için- bulunduğu konuma uygun davranmak zorunda hisseder. Böylelikle, sistem, süreklilik arz eder.

Hinduizm’in temelinde yer alan karma inancının sonuçlarından biri de, insanların hastalıklarını, fakirliklerini, acizliklerini veya sakatlıklarını, bir önceki hayatlarındaki ahlaki kötülüklerinden, hatalarından kaynaklanan bir ceza olarak görmeleridir. Bu yüzden alt kastta olduklarını ve bu cezayı hak ettiklerini düşünürler. Toplum da, bu kişiyi suçlu olarak görür. Sistemin tepesinde olan zenginler ve yönetici sınıf ise, sahip oldukları tüm ayrıcalıkları, doğal hakları olarak görürler. Bu inanç sebebiyle, alt kastlardakiler Hint toplumunda her zaman hor görülmüş ve ezilmişlerdir. Alt kastlarda bulunan Hinduların kendileri için yapabileceklerini zannettikleri tek şey, içinde bulundukları düzene isyan etmeden itaat etmektir, aksi takdirde, kişi, dünyaya tekrar geldiğinde, hayvan veya bitki olacağına inanmaktadır.

Kast sisteminin varlığı büyük bir sorun iken, bu kastlar arasında geçişin yasaklanmış olması da ayrı bir sorun teşkil etmektedir. İnsanlar arasındaki statü farkları, ağır bir adaletsizlik yaratmaktadır. Bir toplumun adaletsizlikten kurtulması için, kanuni düzenlemelerin yanında adaletsizliğin kökenini oluşturan sistelerin de  temizlenmesi gerekir. Ülkede 1949 anayasası kast sisteminin “dokunulmazlar” kategorisini yasa dışı kabul etmiş ve 1950’lerde uygulanmasını kanunen suç saymaya başlamıştır. Ancak, bu kanunlar, pratik hayatta büyük bir değişikliğe neden olmamıştır.

Adaletin uygulanmamasından bahsetmişken, Hindu kadınlara dayatılan yaşam şartlarından da söz etmek gerekir. Hindistan’da, 7 yaşında başlık parası karşılığında evlendirilen kız çocukları ve kutsal metinler (Vedalar) dâhil olmak üzere en temel kitaplarını dahi okuyamayan bir kitle yaşamaya çalışmaktadır. Bunun yanında, bambaşka bir Aryan geleneği daha yaşatılmaktadır; yeni doğan kız çocuklarının öldürülmesi. Sanki toplumun devamlılığını sağlayan, kız çocukları değilmiş gibi! Dini temeli olduğuna inanılan ve insanları korkutan kast sistemi, toplum organizasyonunu bozmakla kalmayıp her türlü hukuki ve yönetimsel düzene karşı bir kalkan vazifesi ile cephe almış durumdadır. Ve toplumun olası değişimlerine hiçbir surette geçit vermemektedir.

Kölelikten Kast’a, Kast’tan Köleliğe Dönüş

Milattan önceki dönemlerde Hindistan topraklarındaki köleliğin üzerine Aryanlar tarafından kurulan kast sistemi, mevcut köleliği, din temeline dayandırılan modern kölelik sistemine dönüştürmüştür. Kast sistemi halkı köleleştirdikten sonra, ülke toprakları sömürgeci devletler için uygun bir açık pazar haline gelmiştir. 1794 yılında Moğol istilası sonrası, Hindistan devlet gelirlerinin idaresine el konulur. Sonraki dönemlerde şirket tarafından dolaylı olarak yönetilen ülke, zamanla İngiliz hâkimiyetine geçer. Bunun üzerine, “Hindistan İdari Teşkilatı” kurulur. Bu teşkilatın emrinde ve alt kademelerde çalışanların çoğunluğunu, Hintli ve varlığını İngiltere’ye borçlu “orta memur sınıfı” oluşturur.

Hindistan’da ilk sosyal ve toplumsal değişim, işte bu sömürgecilik politikalarına karşı yürütülen hareketlerdir. Bazı Hintliler, kendi geleneklerinin sömürgecilik faaliyetleri sonucunda asimile olacağını ve bu geleneklerin korunması gerektiğine inanırken, bazıları ise kendi kültürlerinin çağın ihtiyaçlarını karşılayamadığını ve bu kültürün, Batı’nın anlayışları ile daha fazla etkileşimde bulunması gerektiğini düşündü. Hintli milliyetçilerin baskın gelmesi sonucu, Hindu gelenekleri İngiliz sosyokültürel yapısı ile bezendi. Hint toplumu, genel olarak taşra ve şehirli olarak ayırt edilirdi. Bunu fark eden İngiliz yönetimi, taşrada geleneksel yapıda devam eden ve kendi hâkimiyetini dayatabileceği bir üst grup oluşturdu. Fakat, klasik büyüme stratejilerinden nasibini alamayan bu grup ve özel mülkiyet sisteminin gelmesiyle fakirleşen orta seviyedeki çiftçiler, İngiliz yönetimiyle ters düşmeye başladı. Sonunda, Hindu gelenekleri ile İngiliz toplum yapısının birlikte işleyemeyeceği görüldü.

Büyük Britanya’nın Hindistan topraklarında uygulamış olduğu diğer bir politika ise, ülke topraklarının -etnik köken ve dillerin dikkate alınmaksızın- gelişigüzel bölünmesidir. Ülke, 1956’da Hindistan Parlamentosu tarafından alınan kararla, dillere göre bölündü ve Batılı üst hâkimiyeti (İngiliz sömürge memurları) ile yerel hükümetler birlikte çalışmaya başladı. İngilizler, var olan toplumsal gerçekleri kabul edip bu gerçekleri kendi ideallerine göre yorumladılar ve Hint toplumunu değiştirmeye çalıştılar. Millet ve milliyet kavramları, Hint toplumu için oldukça yabancı kavramlar idi. Geleneksel çevreler -kendi benliklerini keşfedip ihya olmakla meşgul oldukları için- Hindu dininin ve yaşam tarzının köhneleşmiş halinden kast sistemini sorumlu tutmaya başlamıştı. Sistemin geri kalmışlığı ve sosyal değişikliğe izin vermeyen kalıplar eleştirilmeye başlanmış, Hint milliyetçiliğine önem verilmişti.

Hint toplumu her ne kadar değişiyor izlenimi verse de, İngilizler’in Batılı standartlara oturtulmuş iktisadi müdahalelerine rağmen, metropollerde yaşayan toplumun, geleneksel öğeleri taşımaya devam etmesi şaşırtıcıdır. Yıllarca süren bu etkileşime rağmen, toplum yapısındaki direnmenin tek sebebi, din kökenli kast sisteminin varlığıdır. Zaten dini yaratan da toplumsal birikim değil miydi? Dinin ve toplumsal organizasyonun değişimi, birbirine bağlı bir kısır döngüdür Hindistan’da.

Hindistan’da, sosyal değişimler fikri yeniliklere gebe kalsa da, din ve toplum algılayışı değişmez niteliktedir. Ancak, ne İngilizler zamanında ne de bağımsızlıktan sonraki dönemde, Hindistan’ın geleneksel toplum algılayışı tamamen değişmedi. Değişimden ziyade, eski ve yeni toplumsal mekanizmalar paralel olarak görülmeye devam etti, ancak sosyal düzeni ayrıştıran geleneklerden (kast sisteminden) hiçbir zaman vazgeçilmedi.

Sonuç ve Karakteristik Din

Toplum organizasyonları kimi zaman devlet eliyle sağlanırken kimi zaman da örf/adet kuralları ile sağlanır. Dini motiflerin toplumun alışkanlıklarından çıkarılması söz konusu bile olamayacağından, Hindistan’da dinin toplumsal organizasyon üzerindeki etkisi, hayatın her alanında fark edilebilecek boyutlardadır. Din öğretilerindeki değerlere ve geleneklere bağlı yaşayan Hint toplumu, kendi içerisinde bir bölünme yaşamıştır. Bu bölünme, köleliğe dini bir yaklaşım getiren “kast sistemi”dir. Doğum ile başlayan ve insan-toplum arasındaki görev dengelerini kesin çizgilerle ayıran ve yaşam standardı bakımından insan hakları ile çelişen kast sistemi, kutsal metinlerle (Vedalar) insanlara dayatıldığı için, halk tarafından dini bir zorunluluk olarak kabul edilmektedir. Bu sebeple insanlar, hayatları boyunca hep doğdukları statüde yaşayacaklarına, asla daha iyi bir yaşam standardına ulaşamayacaklarına inandılar. Ancak, bulundukları statüye uygun olarak isyan etmeden yaşarlarsa, ruh göçü ile daha iyi bir kasta sahip olabileceklerine inandırıldılar.

Bugün ise Hindistan’daki mevcut sistemin en alt tabakasında bulunan kölelerin yerine hizmetçilerin kullanılmasıyla toplum, kölelik ve sömürgecilik kavramlarına hiçbir zaman yabancı kalamadı. İngilizler’in yıllarca devam eden sömürgecilik faaliyetleri ve toplumsal iktisadi revizeleri bile, Hint toplumunun bu düzeni ile başa çıkamadı. Sonuç olarak Hindistan, tarihin akışı içerisinde günün ihtiyaçlarına direnen katı ve statik bir din algılayışına sahip oluşuyla, kendini bugüne adapte edemedi.

Nitelikli, bilgi içeriği yüksek, akademik ya da yorum içeren kapsamlı yazılar… Bu başlık altında kıymetli yazarların ve akademisyenlerin özel, kısa ya da uzun, alana özgü metinlerini bir arada bulabileceksiniz. Fihrist olarak idealist bir bakış açısıyla nitelikli metinler ortaya koyma arzusundayız. Dolayısıyla, bu başlık, sizler için geniş bir arşiv oluşturma niyetinin ürünü. Yararlanmanız dileğiyle…

Bülten'e Üye Ol

Fihrist Kitap Çalışmalarından Haberdar Ol