Nitelikli, bilgi içeriği yüksek, akademik ya da yorum içeren kapsamlı yazılar… Bu başlık altında kıymetli yazarların ve akademisyenlerin özel, kısa ya da uzun, alana özgü metinlerini bir arada bulabileceksiniz. Fihrist olarak idealist bir bakış açısıyla nitelikli metinler ortaya koyma arzusundayız. Dolayısıyla, bu başlık, sizler için geniş bir arşiv oluşturma niyetinin ürünü. Yararlanmanız dileğiyle…

Hegel Felsefesinde Efendi-Kölelik İlişkisi

Yazar: Sude Çatal

Georg Wilhelm Friedrich Hegel 19. Yy’ın filozoflarındandır ve farklı bir bakış açısı getirmesi dolayısıyla Alman idealizminin vazgeçilmezi olan bir düşünürdür. Felsefi kuramlarının yanında aynı zamanda tarih gibi farklı alanlarda da çalışmaları olmuştur. Günümüzde karşımıza çıkan tarihsel terimlerin birçoğu öncelikle Hegel tarafından anlamlandırılmaya çalışınılmıştır. Onun felsefesi kendisinden önce gelen çoğu düşünürlerin aksine bir bütündür ve hiçbir fikrin, kavramın tek bir anlamı olmamakla birlikte değişmez bir kesinliği yoktur. Hegel’in felsefesinin bütünlüğünden dolayı, efendilik- kölelik kavramlarına bakmadan önce genel olarak felsefi tavrından bahsetmemiz gerekir. Hegel’in pek yaygın olan ünlü bir sözünü alalım: «Her us’la ilgili olan gerçektir; her gerçek olan da us’la ilgilidir*». Bu önerme Hegel felsefesinin güzel bir özeti sayılabilir.

Bununla Hegel’in ne demek istediğini biraz açmaya çalışalım: Burada sözü geçen «us» (akıl) her insanda az ya da çok bulunan düşünme yetisi değil; insanın —süjenin— dışında bir ilke; insanı da insanın içinde bulunduğu doğa dünyasını da kültür dünyasını da her şeyi oluşturan temel varlık bu. Bu temel varlığa, bu evren ilkesine Hegel «us» yanında «ide», «töz», ya da kendi terimiyle «Geist» (tin) der.[1]

Buna göre Hegel’in felsefesi bütün bir varlığın kendini açması, dışlaması üzerinden gider ve bir diyalektik olarak karşımıza çıkar. Tin’in Görüngübilimi’ne baktığımızda dahi Hegel’in düşünsel felsefesini anlatma biçiminin burada bahsettiği gibi hep diğer fikirleri olumsuzlayarak ve haksız çıkartarak-engelleri aşarak- ilerleyip geliştiğini görürüz; dolayısıyla da özgürlüğe kavuşuruz.

Özgürlüğün sonrasında Evrensel Akıl’dan bahseder. İnsan öncelikle burada kendini doğa yerine koyarak dışlamıştır. Fakat kendi kendisine yabancılaşması sonucu bilincini oluşturamadığından özgürlüğü bulamamıştır. İnsanlığın gelişmesiyle doğadan bir nebze ayrılırız ve kendi kültürümüzü, dilimizi, değerlerimizi oluştururuz. Bunun sonucunda da insana ait olan akıl kendi yerini bulmuş olur ve yabancılaşma ortadan kalkar. Doğada kendi dışında kalmıştı fakat şu an toplumların da oluşmasıyla özgürlük ve benzeri kavramların hayata geçmesi gerçekleştiğinden kendi alanında kendini gerçekleştirmiş ve bulmuş olur.

 Bütün bir Hegel felsefesine baktığımızda her düşüncenin birbiriyle bir bütün halinde serilmesi ve çoğunlukla soyut olması bakımından zorlayıcı olduğunu kabul etmek gerekir. Fakat bu zorlayıcılığının altında evrensel akıl, insanın kendini gerçekleştirmesi, toplumların oluşması ve Marksizm gibi düşüncelerin kavranmasında oldukça önemli bir rol oynar.

Hegel’e (2011c: 24) göre, evren sadece bir sonluluklar toplamıdır; sonsuz, öncesiz ve sonrasız değildir. Dolayısıyla ona göre zaman, amacı insanı anlamak olan antropolojinin temel kavramıdır. Kosmosda (kâinat) zaman yoktur; olsa bile insansal zamanla bir ilgisi bulunmamaktadır. İnsan ancak zaman ve tarih anlaşıldığında anlam kazanır.

Hegel öncesi filozoflar bunu başaramamış bu nedenle felsefeleri, özü bakımından teoloji olmaktan kurtulamamıştır. Hegel ise, varlık-düşünceyi zamanla bir tutarak, her şeyi insana indirgemektedir (Bumin, 2013: 69,73). Bu da onu birçok felsefeciden ayırır; çünkü O, bilinci varlığın tek kurucu öğesi kabul eden birçok felsefecinin aksine, bilincin yanına toplum içindeki varoluş devinimini de ekler (İzmir, 2013: 34).[2]

Son olarak efendilik-kölelik diyalektiğine geçmeden önce özbilinç kavramından da bahsetmeliyiz.

Öznenin bilinç aşamasından özbilinçe geçmesinin yolu burada ben kavramının biz olmasında yatabilir. Aynı zamanda biz kavramının da ben olmasının gerekliliğinden bahseder. Özbilinç tanınma arzusundadır, dolayısıyla bir başka özbilince gereksinim duyar. Dasein olarak burada var olan özbilinçlerin birliğinden bahsedilir. Özbilinç ile yaşam arasındaki ilişkiyi bu şekilde elde edebiliriz. Fakat ben olarak biz burada nasıl mümkün olur ve ontolojik olarak ne ile gerçekleşir?

Özbiliç bir başkası için kendinde ve kendi için olduğunda kendinde ve kendi içindir. Burada benin kendisi olması kendi hakikati, bir süreç içerisinde gerçekleşir. Özbilinç kendini özne ve nesne konumuna alır, aynı zamanda da karşısındakini de özne ve nesne konumunda görür. Özne ve nesnenin burada üç anlamı çıkacak. Birincisi yaşamda kendi isteğimin tatminini ortaya koyacak nesne, ikincisi kendimi nesne olarak almam ve sonuncusu da özbilincin nesne olma ve bununla birlikte de kendime aldığım yanı.

Yaşam, özbilincin tanınan bir varlık olarak ele alınmasıyla tek tek benler olarak bölünecek. Bu özbilinçler yaşamın öğeleri olarak ayrı tutulması ve aynı zamanda ayrımlaşmamış olarak ya da her zaman karşıt imlemleri alınarak tanımlanılmalıdırlar. Dolayısıyla hem kendinde kalabilir hem de bir başkası için aşırı olabilir. Burada içerisine koyulduğu belirliğin, bağımsızlığın olamadığı koşullarla belirlenen bir düzlemde olma durumudur. Diyalektiği içerisindeki bu tinsel birliğin kavramının ayrıntılı açılışıdır. Bu gerçekleşmeden soyut alandan somuta geçemeyiz.

Özbilinç kendi dışındaki özbilinçlerin önünde durur ve onlara gereksinim duyar. Kendi dışının çıkmasıyla onları görür. Özbiliç ilk olarak kendi kendisini yitirir ve kendi özgürlüğünü sağlar. Eğer kendi kendisini yitirmezse özgür olması mümkün değildir. Sonrasında bunu yaparak başkasını da ortadan kaldırır ve töz olarak karşısındakini ele almaz. Tam tersi bir şekilde başkasında kendini görür. Kendi kendisini ortadan kaldırma yoluna gider çünkü bu başkası kendisidir.

Bütün bunlar bu iki anlamlılıkla birlikte kendine dönüşü sağlar. Kendisini kazanmasını sağlar. Kendi başkalığı ortadan kalktığı için yine kendisine özdeş olur. İkinci olarak öteki özbilinçte başkalığını eşit ölçüde yine kendine geri verir. Kendisini bir başkasında görmesi başkasındaki varlığı kaldırır ve onu özgür kılar. Köle efendiye göre özgürleşme yolunda olan kişidir. Doğaya bakıp kendisine dönüyor ve tinsel, sosyal ilişkinin ne olduğu ayırdına daha fazla varıyor.

Öz bilincin bir başka özbilinç ile etkileşime geçesi sonucundaki bu çift anlamlılık eylem bakımından da hem kendi eylemimi hem de karşımdakinin eylemini sağlıyor. Her iki özbilinç de bir diğerinin yaptığını yapar. Eğer tek yanlı olsaydı eylemin bir anlamı olmayacaktı. Bu ikili etkileşim öyleyse salt yaşamın ta kendisidir, bütünüdür.

Özbilincin kendisi iki farklı uca sahipken belirli edimlerde bulunması, kendi için ve başkası için olması onu karşıt uçlara geçişi sağlayabilir, yani efendi olan köle, köle olan efendi olabilir. Hem kendi dışındadır hem de kendi içindedir.

Özbilinç ilk olarak yalın kendi için bir varlıktır. Başka her şeyi kendi dışımda tutmamla birlikte kendimin bilincine sahip olabilirim. İlk etapta onun için özü ve mutlak nesnesi bendir, alt zemininde ben varım. Kendi içindeki varlığının edimsel olmaklığı içindeki bir bireydir. Kendim dışındaki bireylerde bu bakımdan özsel değildirler.

Hegel efendiyi ve köleyi nesne olarak görür. Nesne olmaklığın sürekli bir olumsuzlanması vardır. Ondaki nesne olmaklığın olumsuzlanması karşımdakinin de kendi özsel bilincine sahip olduğu ve beni nesne olarak gördüğü içindir. Bu birbirini nesne olarak görme aynı zamanda birbirini tüketme eylemidir çünkü birbirleri için mutlak soyutlamadırlar. Kendilerinin özsel olduğundan eminlerdir ama karşılarındaki kişinin emin olamazlar. Dolayısıyla burada kendi bilincimin eminliği hiçbir hakikat taşımaz. Ben olarak biz kavramı karşımdakinden de emin olmamı gerektirir. Ancak bir döngüsellik olarak karşımdakinden emin olduğum müddetçe kendimden de emin olabilirim. Birbirlerini tanıdıkları zaman dışlayıcı öznelliklerini aşabilirler ve hakikate daha da yaklaşabilirler.

Kendinin nesnel kipinin saf olumsuzlaması olarak göstermesinden bir olumsuzlama çıkar ama daha ortada olmadığı için saf bir olumsuzlamadır. Tekil bir varlıkta onun cereyan etmesi tümel olan emeğin tekil olan emekte ortaya konması haline geliyor. Bu da yaşama bağlı olmadığını göstermesinden oluşur.

Bu sunuş da ikili bir eylemdir. Kavgaya girmek zorundadırlar çünkü kendi kendilerinin eminliğini kazanabilmeleri için karşısındakinden de emin olması gerekir. Dolayısıyla eminliğin kazanılmasının yolu yaşamın tehlikeye atılmasıyla gerçekleşir. Böylece özgürlüğümü kazanabilirim. Nesne olarak görmeye devam edersem eğer yaşamın yayılımına kendimi bırakmam, onu bir haz nesnesi olarak görmem gerçekleşir. Fakat burada bahsedilen yaşamını tehlikeye atmamış bireyin kişi olarak bile tanınmadığı değildir. Kişi olarak tanınabilir ama yalnızca hukuk öznesi olarak düşünülen bir kişi kavramı olur.

Hegel’e göre bu yeterli değildir. Hukuk öznesi olarak düşünülen kişi kavramının tanınmışlığı özbilincin hakikatine erişemez. Buna ulaşmanın yolu kavgadan geçer. Aynı zamanda kendi yaşamımı tehlikeye attığım gibi başkasının da ölümünü amaçlamalıyım. Çünkü başkası onun için, onun kendisinden daha değerli değildir. Karşılıklı tanıma daha burada gerçekleşmedi, aralarında bir ortaklık yoktur.

Kendi başkalığına mutlak olumsuzlama olarak bakmalıdır. Ölüm yoluyla bu sınama, ondan çıkması gereken hakikati olduğu gibi genel olarak öz pekinliği de kendinden ortadan kaldırır. Ölüm burada pekinliği yaratan şeydir. Yaşamlarını ortaya koymuşlardır ve ötekini küçümsemişlerdir. Dolayısıyla burada özsel olan moment, karşıt uçlara ayrılma momenti yiter. Bu da yaşamın ortadan kalkmasına neden olur. Birbirlerini özgürleştirirler ve edimleri soyut olumsuzlamadır.

Kendi içimde kendime karşı güçlü olarak bağımlı ve bağımsız taraflarım vardır. Fakat aynı zamanda benim karşımdakine- herhangi birisine- karşı da bağımlı veya bağımsız olma sürecim var. Efendi burada kenddi için olan bilinçtir ama bundan böyle bu bilincin yalnızca kavramı değildir. Kavram dolaysızca mevcuttur ama bundan sonra dolaylı olduğu ve kendi için olan bir kendi olduğu için dolaylı olarak her biriyle başkası yoluyla bağıntılıdır. Kölenin köle olarak tutulmasını sağlayan şey budur yani efendi ile köle birbirlerine bağlıdırlar. Kavga sırasında bundan kurtulamamışlardır.

Tek kişinin keyfi davranışları özgürlük değildir. Bu sebepten, özgürlük hep kısıtlıdır. Öte yandan, bilinip tanınma uğruna ölümü göze alan efendinin bir paradoksun içine girdiğini belirtmek gerekir.

Bumin’in (2013: 37) vurguladığı şekliyle efendi, savaşın sonunda karşı tarafın hayatını bağışlayarak, onun sadece özgürlüğünü yok etmeli; onu köleleştirmelidir. Kendisi bu savaş sonunda ölüm riskiyle karşı karşıya olsa da diyalektiğin öbür ucuna konumlanan köleyi öldürmesi, onu asla efendi hâline getirmeyecektir; çünkü onu bilip-tanıyacak olan köle diyalektik olarak değil, fiziksel olarak ortadan kalkacak ve onun efendiliğini tanıyacak bir kölenin varlığı söz konusu olmayacaktır. Bu noktada karşılıklı isteklerin, efendi-köle diyalektiği açısından önem taşıdığı ortadadır.[3]

Efendi tanınmayı bekler, çünkü efendi olarak kalabilmesinin tek koşulu kölenin de köle olarak kalabilmesinden geçer ve birbirlerine dolaysız olarak bağlantılıdır. Buna karşı efendi için dolaysız ilişki bu dolaylılık yoluyla şeyin saf olumsuzlanması ya da yararlanım olarak şeyi kullanma olur. İsteğin başaramadığını şeyin işini görerek ve yararlanımda doyumunu bularak o başarır. İstek bunu şeyin bağımsızlığı nedeniyle başaramamıştır ama efendi köleyi şey ile kendisi arasına sokarak bu yolla kendine şeyin yalnızca bağımlı yanını alır ve ondan sadece yararlanır. İsteğin başarabilme noktasına gidebilecek olan kölenin kendisidir, yani burada insanlık tarihi köleye verilir. Çünkü kölenin insanca eylemi efendinin eyleminden daha fazladır. Efendi yalnızca savaşarak veya kavga ederek insanca bir eylemde bulunmuş olur. Efendinin savaşmasındaki olanak dahi köle tarafından tarihsel gelişmede araçların da gelişmesi yoluyla gerçekleşir.

Efendinin tanınması bir başkası yoluyla gerçekleşebilir. Bir kez şey üzerinde çalışmada ikinci kez belirli bir varlığa bağımlılıkta olur. Belirli varlık burada efendidir. Artık salt bir nesne olarak görülen bir varlık değildir, efendi varlığını riske atabilme durumuna Dasein olmasına cüret etmiş bir varlık olarak karşımıza çıkar. Her iki durumda da varlık üzerinde efendi olamaz ve mutlak olumsuzlamaya erişemez. Bir benzeri olarak kölenin edimi efendinin de edimi olduğundan ikinci momentte bulunur. Efendi salt kendi için varlıktır, salt olumsuz güçtür ki onun için şey bir hiçtir ve öyleyse o bu ilişkideki salt özsel eylemdir. Oysa köle saf ve özsel olmayan eylemdir. Burada karşılıklı tanınmada tek yanlılık ortaya çıkar.

Bağımsız bilincin hakikati buna göre köle bilinçtir. Yani özsel olmayan özgür olmayan bir varlıktır. Bu bir adım olarak olabilir ama tam bir bağımsızlık halinin çıkabilmesi için başka bilinçlerle birlikte bağımsızlığın kurulabilmesi gerekmektedir. Bu hiç kuşkusuz ilki kendi dışında görülür.

Özbilincin hakikati olarak değil ama nasıl efendilik olmak istediğinin tersi olduğunu göstermişse kölelik de tamamlandığında dolaysızca olduğu şeyin karşıtı olacaktır. Efendi burada efendi olarak kaldığı sürece başaramaz. Kölelik tamamlandığında olduğu şeyin karşıtı olacaktır. Bağımlı olmaktan bağımsız olmaya adım atan köle artık bir nesne olarak değil, özne olarak karşımza çıkacaktır. Fakat efendi onu nesne olarak görüyordu. Köle çalışmayla ve fark etme yoluyla özbilincin hakikatine ulaşır, kavramı gerçekleştirir. Kendi içine geri itilecek ve kendi hakikatinin bağımsızlığına dönüşecektir.

Köleliğin ne olduğunu yalnızca efendilikle ilişkisinde görürüz. Köle için efendi özdür. Bu nedenle bağımsız olarak kendi için var olan bilinç onun için hakikattir ki(efendi) yine de onun için henüz onda değildir.

Bununla birlikte saf olumsuzluğu ve bunun içinde hakikati kendinde taşır. Çalışma yoluyla köle kendine gelir. Efendinin bilincinin durumunda özsel olmayan şeyleri görür ve bunun hizmet edenin- kölenin- payına düşmesi gerektiğini düşünür. İstek nesnenin saf olumsuzlanışı ve bu yolla katıksız öz duyguyu kendine ayırmıştır. Ama bu doyumun kendisinin salt bir yitiş olmasının nedeni budur çünkü onda nesnel yan ya da kalıcılık eksiktir- efendi önüne geleni kullandı ve bu da kalıcılığı koruyamadı, dolayısıyla nesnel bir yanı yoktut-.

Nesne burada bağımsızlığını ancak emekçi karşısında taşır. Bu olumsuz orta terim ya da biçimlendirici etkinlik -efendiyle doğa arasındaki orta terim emeğin ya da kölenin kendisi- aynı zamanda bilincin bireyselliği ya da saf kendi için varlığıdır ki şimdi dışındaki emekte kalıcı öğesine girer. Emekçi bilinç öyleyse bağımsız varlıkta kendi bağımsızlığını görmeye başlar.

Kendi için varlık kölenin ta kendisidir. Kendisinin ve kendinde için olduğunun bilincine varır. Şeyi oluştururken kendi için varlık köle için onun kendisinin olur ve kendisinin kendinde ve kendi için olduğunun bilincinde olur. Burada kölenin bütün emeğinin efendi için değil Tanrı için olduğunun bilincine varır ve efendiye duyduğu korkuya ek olarak ikinci tür bir korku duyar. Efendi- kölelik arasındaki korku artık iki insan arasında olan bir korku değil, insan ve Tanrı arasında olan bir korkuya dönüşür. Köle potansiyelini edimsel hale getirerek gücünü fark eder ve orada insan olan efendiden başka bir şey görür. Kendi kendisini yeniden görür. Bu kazanç, hizmet etmek ve korkmak edimleri sayesinde gerçekleşir. Zorunludur ve özgürlükle birleşir, korkuyu biçimsel olmaktan kurtarır. Tam tersi olarak korku duymadan biçimlendirirse de bu efendi için harcadığı boş bir şeydir. Önemli olan tümel korkuya ilerlemektir. Orada soyut özgürlükten somuta bir çıkış kapısı mevcuttur.

Eğer burada mutlak bir korku değil de salt bir endişe duymuşsa o zaman olumsuz öz onun için dışsal bir şey olarak kalmıştır ve tözüne baştan sona yayılmış olarak bulunmaz. Doğal bilincinin tüm içeriği sarsılmadığından (anlık endişeler) ve belirli varlık ona henüz kendine aittir. Kendi için olmak yok, öyle olsaydı doğal bilincin hakikati süreci ortaya çıkarır. Saf form tekil olanın üzerine yayılma olarak görüldüğünde mutlak kavram değildir ve evrensel güç de değildir. Bütün bir nesnel varlık üzerinde güçlü de değildir.

Hegel’in bu efendi- kölelik kavramlarını özbilincin bağımsızlığı yoluyla anlatması ve kölenin tarihsel yolculukta belli bir noktada daha ön planda olması düşüncesi filmlere dahi konu olmuştur. Geçmişte ortaya atılan fikirlerden çok daha farklı bir bakış açısıyla ortaya atılması ve tartışılması bakımından yaşamdan bir kesit sunan bu değerlendirmeler oldukça enteresandır ve düşünmeye değerdir. 

Kaynakça

MACİT,Gökberk,”Hegel’in Felsefesi – Yaşayan Yönleriyle”,Felsefe Arkivi 0,(2013 )

ÖZCANGİLLER,İhsan Berk, ‘’HEGEL’İN FENOMENOLOJİSİ BAĞLAMINDA

ÖZBİLİNCİN DİYALEKTİĞİ’’, Felsefe Arkivi 45,2016/II, 29-65

GÜLTEKİN, Gökhan, ‘’Hegel’in Efendi-Köle Diyalektiği Çerçevesinde Spartacus (Spartaküs) Filmi Üzerine Düşünceler’’, Cilt 3, Sayı 5, 2018

KONUR, Demet, TOPRAK, Salih, ‘’Hegel’in İnsan Anlayışı’’, ETÜ, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, I/2, Temmuz 2016, Sayfa: 117-130

YALVAÇ, Faruk, “Hegel, Dünya Tarihi ve Özgürlük Mücadelesi Olarak Uluslararası İlişkiler”,

Uluslararası İlişkiler, Cilt 6, Sayı 21 (Bahar 2009), s. 3-37.

[1]Gökberk, M . “Hegel’in Felsefesi – Yaşayan Yönleriyle”. Felsefe Arkivi 0, (2013 ), s.2

[2] Gökhan, Gültekin, ‘’Hegel’in Efendi-Köle Diyalektiği Çerçevesinde Spartacus (Spartaküs) Filmi Üzerine Düşünceler’’, Cilt 3, Sayı 5, (2018), s. 28-29

[3] Gökhan, Gültekin, ‘’Hegel’in Efendi-Köle Diyalektiği Çerçevesinde Spartacus (Spartaküs) Filmi Üzerine Düşünceler’’, Cilt 3, Sayı 5, (2018), s. 29

Nitelikli, bilgi içeriği yüksek, akademik ya da yorum içeren kapsamlı yazılar… Bu başlık altında kıymetli yazarların ve akademisyenlerin özel, kısa ya da uzun, alana özgü metinlerini bir arada bulabileceksiniz. Fihrist olarak idealist bir bakış açısıyla nitelikli metinler ortaya koyma arzusundayız. Dolayısıyla, bu başlık, sizler için geniş bir arşiv oluşturma niyetinin ürünü. Yararlanmanız dileğiyle…

Bülten'e Üye Ol

Fihrist Kitap Çalışmalarından Haberdar Ol