Nitelikli, bilgi içeriği yüksek, akademik ya da yorum içeren kapsamlı yazılar… Bu başlık altında kıymetli yazarların ve akademisyenlerin özel, kısa ya da uzun, alana özgü metinlerini bir arada bulabileceksiniz. Fihrist olarak idealist bir bakış açısıyla nitelikli metinler ortaya koyma arzusundayız. Dolayısıyla, bu başlık, sizler için geniş bir arşiv oluşturma niyetinin ürünü. Yararlanmanız dileğiyle…

Gramsci’nin Hegemonyasıyla Türkiye’nin Kültürel ve Siyasi Yapısı

Yazar: Nusrettin Bahadır

Antonio Gramsci Üzerine[1]

Antonio Gramsci, 1891 yılında Sardunya Adası’nda doğdu. Küçük yaşlardan itibaren sağlık sorunlarıyla başa çıkmaya çalışan Gramsci, 1911 yılında sanayi kenti olan Torino’da üniversite okumaya başladı. Üniversite hayatında onun düşüncelerini etkileyecek insanlardan biri olan Palmiro Togliatti ile tanıştı. Bu dönemde sendikalar kurdu, çeşitli insanlarla ve Sosyalist çevrelerle görüştü. 1913 sonlarında İtalyan Sosyalist Partisine katıldığı için 1915 yılında eğitimi bıraktı.

Aynı dönemde Benedetto Croce ile tanıştı ve “praksis felsefesi”ni benimsedi. Devamındaki yıllarda sosyalist dergiler, gazeteler çıkardı ve editörlük yaptı. İşçilerin eğitilmesi ve örgütlenmesi konusunda birçok yerde çalışmalar gerçekleştirdi. Topluluklara seslenişlerde bulunup konuşmalar yaptı. 1919-1920 yıllarında sosyalist partinin topluluk liderlerinin tutuklanmasıyla lider olarak konumlandı. İşçilerin ulusal direnişlerde başarısızlığı, Gramsci’ye 1920’lerde İtalyan Komünist Parti’yi (Livorno kentinde) kurdurdu. 1922’de Rusya’ya gitti. O dönemde iyice yükselişe geçen Faşizm ile karşılaştı ve faşizme karşı mücadelede “sol” güçleri birleştirme göreviyle işine geri döndü. 1924’de milletvekili seçildi, İtalyan Komünist Partisinin başkanı oldu. O dönemlerde Stalin’in politikalarını eleştirdi ve olağanüstü hâl kapsamında tutuklandı. 1934’e kadar tutuklu kaldı ve 1937’de 46 yaşında iken Roma’da öldü.

 

Hegemonya

Hegemonya, Gramsci’nin en önemli kavramlarından birisi olarak kabul edilmektedir. “İtalya’nın 1920’lerdeki duruşundan kaynaklanan Hegemonya kavramı,” (Cornoy:255) düşüncelerimizin sınırlarını belirlediği şey olarak tanımlanmaktadır. İtalya’nın yükselen faşizmine karşın verdiği mücadele sırasında derdest edilerek tutuklanan Gramsci’nin Hapishane Defterleri kitabında uzun uzun tartıştığı hegemonya kavramı, devlet kuramından hareketle düşünülmelidir.

Gramcsi’nin devlet kuramını “sınıfa dayalı bir üstyapı ve toplumsal sınıf savaşına dayalı bir hukuksal-siyasal sistem öngören Marksist bir yaklaşım” (Cornoy:255) olarak açıklanılmaktadır. Devlet kuramından hareketle hegemonya kavramını oluşturmuştur; kavram içerisinde iki anlam barındırmaktadır: “Birincisi, hegemonya egemen sınıfın bir fraksiyonunun, ahlaki ve entelektüel liderliği yoluyla egemen sınıfın öbür müttefik fraksiyonları üzerinde denetim uyguladığı sivil toplumdaki bir süreçtir. İkincisi ise egemen ve bağımlı sınıflar arasındaki ilişkidir.” (Cornoy:257) Gramsci’nin egemen sınıf derken kastettiği şey ise “sivil toplumu kendi ahlakı, gelenekleri, dinsel ve politik pratikleri doğrultusunda yönlendiren sınıf”dır (Swingewood:247).

Kısaca hegemonya kavramını şöyle açıklayabiliriz: “Hegemonya, bireye ve devlete aracılık eden özel kurumlar ile sivil toplumun içinde yaratılmıştır; doğrudan tahakkümün kaynağı, devlet aygıtıdır, kamusal kurumlar aracılığıyla uygulanan baskıdır.” [Swingewood:244 (Gramsci:1971, s. 77-84)]

Kültürel Hegemonya ve Analiz

“Antonio Gramsci, 20. yüzyılın en gözde Marksistlerinden biri olarak kabul edilmektedir.” (Swingewood:244) Gramsci’nin devlet kuramı, hegemonya kavramının “kültür” ile ilgisi günümüzde “kültürel hegemonya” dediğimiz pratiklerini en uygun şekilde açıklamaktadır. Alan Swingewood da Gramsci’nin bu konudaki çalışmalarını vurgulamıştır: “Çalışmaları, kültür problemlerine ve kültürel formasyonların politik tahakkümle ilişkisine duyduğu ilgiyle ayırt edilmiştir.” (Swingewood:244)

Yukarıda alıntılarla açıkladığımız hegemonya kavramını, kültürel hegemonyayı da açıkladıktan sonra analize başlayabiliriz: Kültürel hegemonya, devrim eyleminden önce gelmektedir ve kolektif eylemle yaratılmalıdır. (Swingewood:247)

Kültür kavramı başka sosyologlar tarafından da çeşitli şekillerde açıklanırken toplumu ilgilendiren ve son yüzyılda hayatımızın içinde olan politikayı da içine alan bir kavramla ilişkilendirilmiştir. Kültürel hegemonya, kültür kavramının akıllarda hemen hemen kabul gören başka bir tanımından hareketle yola çıkmıştır. O tanımı da Meral Özbek’ten alıntı yaparak yazalım: Belirli bir yer ve zamanda belirli bir insan topluluğunun maddi yaşamının üretim koşullarından kaynaklanan toplumsal ilişkilerinin yapılanma biçimidir (yaşam tarzı). Aynı zamanda bu yapılanma biçimlerini tecrübe etme, anlamlandırma ve bunlarla baş edebilme tarzı (eylemselliği) da diyebiliriz.

Meral Özbek’in tanımındaki üretim koşullarından sadece kapitalist üretim koşullarını değil insanın üretimi de anlaşılmalıdır. Gramsci’den devam edecek olursak devlet siyasal bir toplumdur, içerisinde egemenlik ve zorluk barındırır. Sivil toplumun içinde ise fikir üreten kurumlar vardır: Anlam, değer, fikir üreten medya, kilise, okul…

Sivil toplum da rızadır. Gramsci’ye göre ulus devlet içerisinde, iktidarın üretiminin rızası kadar zor da bulunur. Rıza da egemen sınıfın hegemonyasının üretildiği alandır. Gramsci’nin 1980’lerde yeniden tartışmaya başladığı kültürel hegemonya kavramından önce hegemonyanın, düşüncelerimizin sınırlarını belirlediğini, müzakereci ve mücadeleci bir alan olduğunu, hem egemen hem bağımlı sınıfların pratiklerini içinde barındıran bir şey olduğunu ekleyelim. Kültürel hegemonya, siyasal iktidarın var olabilmesi için ya da varlığını uzun süre devam ettirebilmesi için kültürel iktidarının da olması gerektiğini anlamlandıran bir kavramdır.

Günümüz iktidarından önce Türkiye Cumhuriyeti kurulurken yapılan devrimler, getirilen inkılaplar, açılan okullar, kılık-kıyafet kanunları… Bütün bunları kültürel hegemonyanın bir örneği olarak gösterebiliriz. Fakat daha sonra gelen Demokrat Parti’nin kendinden önceki şeyleri bir bir kaldırdığını da kültürel hegemonik bir örnek olarak verebiliriz. Kültürel hegemonya silah zoruyla değil halkın rızasını alarak gerçekleştirilir; kısacası duygular esas alınır ve ona göre hareket edilir.

Demokrat Parti’den sonra iktidarda kalan tüm hükümetlere baktığımızda aslında halktan uzak bir siyaset anlayışları olduğunu görürüz. Çünkü hiçbiri uzun süre iktidarda kalamamış akabinde bir dahaki seçimde ya muhalefet partisi olmuşlar ya da koalisyon kurmak zorunda kalmışlardır. 12 Eylül darbesi sonrasında Kenan Evren’in tüm söylemlerine rağmen iktidara gelen Turgut Özal, kültürel hegemonyanın güzel bir örneğidir. Çünkü “sağ”[2] partinin bir adayı olarak ortaya çıkmış, Durkheim’i esas alan Ziya Gökalp’in de üzerinde durduğu milliyet mefkûresini insanlara aşılatarak uzun süre iktidarda kalacağı sinyallerini vermiştir. Nitekim 80’lerde ve 90’larda, Osmanlı tarihine dair yapılan filmlerin çoğalmasıyla devlet televizyonunda insanları kolay bir şekilde tek bir kültür etrafında topladıklarını belirtelim.

Türk Halk Müziği kültürüne karşıt bir hegemonya örneği olarak üretilen Türk Sanat Müziği, sonrasında bir ortaklaşa kültür örneği olmuştur. Williams da ortaklaşa kültürden ortak kültüre gitmeyi savunur, çünkü farklı toplumsal sınıfların demokratik bir kültür oluşturması, üretimde ve erişimde eşitlik demektir. Fakat Türk Sanat Müziğine karşıt hegemonya örneği olan arabesk müziği de Özal döneminde ortaklaşa kültür hatta kültürel hegemonya örneği olmuştur. Çünkü gecekondulaşmayla liberal ekonominin hayatımıza fazlasıyla girmesiyle oluşan “acı”ları ifade etme biçimi olarak ortaya çıkan Orhan Gencebay’dan (ağlamaklı sesiyle insanları bir acıda birleştirir, toplumsal olarak ezilmiş erkeği ortaya koyar) sonra İbrahim Tatlıses (ben de isterem diyerek isyandan ziyade istemek ve arzulamak ama altında yine gariban bir erkek acılı erkek profili yatmaktadır ki yaşamı ve klipleriyle yasaklanan seks filmlerinin birkaç örneğini görüyoruz) ve İbo Show (acı çeken erkeğin isyan edip arzulamasıyla yükselmesi ve bunu halk, kendi hayalleriyle özdeşleştirip bu tarz kişilerin yükselmesine vesile olmuştur) programıdır.

Nitekim Özal’dan sonra yaşanan koalisyon, kriz, darbe dönemleriyle oluşturulamayan kültürel hegemonya pratikleri günümüz iktidarına çok iyi bir malzeme vermiştir. 2010’lara kadar iktidarda kalma korkusu yaşayan bu hükümet, 2010 sonrasında bu tarz bir korku yaşamamıştır. Solcuların yarattığı, yazdığı, oynadığı Muhteşem Yüzyıl dizisine karşı büyük bir öfke beslenmiş ve karşı hegemonya olarak Diriliş Ertuğrul dizisi yapılmıştır. Fakat bu dizi ve beraberinde gelecek birçok iş (Özal döneminin ekmeğini yiyerek yayın hayatına başlayan ve Özal’ın ne iyi olduğunu insanlara program arasında anlatan İbo Show, şimdi de bu iktidarın ne iyi olduğunu şarkılar arasında anlatmaya devam etmektedir), kültürel hegemonya pratiklerinin vücut bulmuş halidir.

Kuruluş Osman, Payitaht Abdülhamit, Kertenkele, Uyanış Büyük Selçuklu dizilerine Söz, Savaşçı gibi askeri dizilere Eşkıya, Maraşlı, Ramo, Çukur, Arıza gibi mafyatik diziler eşlik etmektedir. Her bir dizinin ortak olgusu erkeğin kahraman olup etrafını ailesini devletini koruması günümüz iktidarı ve Cumhurbaşkanı ile ilişkilendirilir. Okçuluk Vakfı, Gençlik çalışmaları, Bilgi Evi, 15 Temmuz yarışmaları ile gençliğin kontrol altına alınmaya çalışılmasına, orta-yaşlıların parti işleriyle koşturması, yaşlıları ücretsiz gezilerle eski tarihi anlattırma gibi hizmetler devam etmektedir. Üniversiteler konusunda da yukarıda belirttiğim gibi hep sizdeydi, artık bizde halkta olsun diyerek öncelikle Mimar Sinan’a atanan rektörden sonra Boğaziçi’ne rektör atanmış yetişen zihniyetleri de kontrol altına alınılmaya çalışılmıştır. Gramsci’den hariç olarak şunu belirtmeliyim ki kültürel hegemonya, her iktidarın başvuracağı ilk veya son şey olabilir fakat bunun bir sınırı olmalı ve faşizme kaymamalıdır.

Kaynakça

Carnoy, Martin (2001) “Gramsci ve Devlet”, Praksis(3), 2001.

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi 2021 Bahar Klasik Sosyoloji Teorileri Ders Notları

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi 2020 Güz Kültür Sosyolojisi Ders Notları

Swingewood, Alan (1998) “Marksizm ve Sosyoloji,” Sosyolojik Düşüncenin Kısa Tarihi, (Çev: Osman Akınhay), Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara:1998.

[1] Klasik Sosyoloji 2021 Bahar Ders Notları ve çeşitli internet sitelerinden derlenerek yazılmıştır.

[2] Şahsi düşüncemden ziyade toplum arasında adlandırılan “kutup”lara örnek vermek amacıyla yazılmıştır.

Nitelikli, bilgi içeriği yüksek, akademik ya da yorum içeren kapsamlı yazılar… Bu başlık altında kıymetli yazarların ve akademisyenlerin özel, kısa ya da uzun, alana özgü metinlerini bir arada bulabileceksiniz. Fihrist olarak idealist bir bakış açısıyla nitelikli metinler ortaya koyma arzusundayız. Dolayısıyla, bu başlık, sizler için geniş bir arşiv oluşturma niyetinin ürünü. Yararlanmanız dileğiyle…

Bülten'e Üye Ol

Fihrist Kitap Çalışmalarından Haberdar Ol