Nitelikli, bilgi içeriği yüksek, akademik ya da yorum içeren kapsamlı yazılar… Bu başlık altında kıymetli yazarların ve akademisyenlerin özel, kısa ya da uzun, alana özgü metinlerini bir arada bulabileceksiniz. Fihrist olarak idealist bir bakış açısıyla nitelikli metinler ortaya koyma arzusundayız. Dolayısıyla, bu başlık, sizler için geniş bir arşiv oluşturma niyetinin ürünü. Yararlanmanız dileğiyle…

Dede Korkut Ve Tomris Anlatılarında Toplumsal İnşa Ve İdame Mücadelesi

Yazar: Emel Uzun

Kitab-ı Dedem Korkut alâ lisan-ı tâife-i Oğuzân’da ve Tomris filminde bozkır kültürünün şekillendirdiği ve en yüce erdemin kahramanlık olarak kabul edildiği iki toplum ele alınmıştır. Her iki toplumda savaşmak kutsal bir vazifedir, ancak cihana yayılma gibi bir dava güdülmez. Kahramanlar toplumsallaşmak ve toplumun sürekliliğini sağlamak için mücadele ederler. Bu düzen ve süreklilik savaşıp kahramanlık göstermekle beraber, müşterek değerler dünyası ve birlik duygusu ile sağlanır.

Dede Korkut boylarında olaylar bazı kahramanlar çevresinde gelişse de toplumsal bir yaşamdan bahsedilir. Tomris filminde ise anlatı Tomris’in bireysel intikam duygusu üzerine temellendirilse de onun bir toplum içinde güçlendiğini ve kendisini var edebildiğini görürüz. Kahramanlığını Savromat Kabilesi’nde inşa etmiş, erginleşme sürecini bu topluluk içinde tamamladıktan sonra yönetici yeterliliğine ulaşmıştır. Babasının intikamını aldıktan sonra artık kişisel bir dava ve amacı kalmayacak, atadan kalan iktidarda tüm fizikî ve akıl gücünü tebaası için sarf edecek; anlatı toplumsal bir varoluş mücadelesine dönüşecektir.

Dede Korkut boyları göçebe hayatla yerleşik düzen arasında geçiş dönemi ürünleridir. Filmde de konar-göçer bir toplum hayatı hikaye edilir. Göçebe yaşam koşulları gereği iki toplumda da yağma, avcılık ve hayvancılık ortak gelir kaynaklarıdır. Dışarıdan gelecek saldırılara karşı korunmak ve toplumun idamesi için savaşçılık ve kahramanlık zorunlu meziyetlerdir. Bu koşullar müşterek bir yaşamı, ortak hareket etmeyi dolayısıyla yüzyüze yürütülen birincil ilişkileri gerektirir. Bu nedenle iki toplumda da cemaat tipi örgütlenme görülür.

Modernizmle beraber gelişen cemiyet hayatının fert iradesi, özel mülkiyet, kişisel çıkar ve amaçlara dayalı yabancılaşma unsurlarına karşın, cemaat toplumlarında mülkiyette, menfaatte ve amaçta birlik esastır. Hem düşünce, duygu birliği hem de ekonomiye dayalı maddi birlik cemaat toplumlarının organizasyon siyasetidir. Kuvvetli bir bütünleşme ve dayanışma gerektiren cemaat örgütlenmesinin bu özellikleri her iki kültürde de mevcuttur. Cemiyet hayatının sosyal kontrol mekanizmaları olan hukuk kuralları ve yasalar yerine cemaat toplumlarında töre iradesi esastır. Bu iradeye toplumun aksakallılar, aksaçlılar olarak sıfatlandırdığı yüce bireyler yön verir. Oğuzlarda Dede Korkut, Tomris anlatısında ise analar, atalar töre iradesini yönetirler. Cemiyet ve cemaat ayrımının özünü teşkil eden benlik bilinci yerine kolektif bilinç, iki anlatıda da toplum hayatının temelidir. Tönnies cemaat tipi örgütlenmenin üstünlüğüne inanırken Durkheim cemiyetten yanadır. Modernite ürünü cemiyet hayatı ferdiyetçiliği merkeze alır. Oysa cemiyet koşullarıyla idamesi mümkün olamayacak bu iki toplum kolektif biz şuurunun ayakta tuttuğu ve yaşattığı geleneksel toplumlardır. Tomris anlatısında soydaş kabilelerin birleşme ve bütünlüğünün önemi vurgulanır. Bu birlikteliği Tomris sağlayacaktır. Birliktelikten doğan güç ile Kyros’un büyük ordusu mağlup edilecek ve bozkır toplumu varlığını sürdürebilecektir.

İki toplumun da yaşamsallığı ve sürekliliği diğerkâmlık yani alturistizme dayalı ahlak anlayışıyla paraleldir. Alturizm, bireyin içinde bulunduğu toplumda maddi veya manevi kişisel çıkar gözetmeksizin yararlı olmaya çalışma anlamındadır. İki toplumun ahlak anlayışı da Kant’ın yararcı olmayan ahlak anlayışı ile açıklanamaz. Kant’a göre eylem kişisel hiçbir beklentiye girilmeksizin tamamen iyilik iradesiyle yapılıyorsa ahlakîdir ve yararcı değildir. Ona göre bu değerler evrenseldir ve tüm insanlığın menfaatini kapsayan bir ahlak anlayışını tanımlar. Dolayısıyla yararcı olmayan ahlak anlayışı iki toplumda da diğerkâmlık düzeyindedir; mücadele halinde oldukları toplumlarla menfaatleri çatışır. Buna göre iki toplumun ahlak anlayışı evrensel anlamda toplumcu yararcı, toplum bünyesinde ise yararcı olmayan ahlak anlayışıyla bağdaştırılabilir. Dede Korkut boylarında Uruz, Boğaç Han ve Karaçuk Çoban ferdi menfaat kaygısı gütmeyen, eylemleri alturistik ahlak anlayışıyla örtüşen kahramanlar olarak öne çıkarlar. Salur Kazan ise bir şölende sarhoş olup keyfî av kararı almış, yurdu düşman işgaline uğramış, ailesi ve toplum zarar görmüştür. Kişisel menfaate dönük eylemi cezasız kalmamış, bedeli toplumca ödenmiştir. Tomris ve eşi Argun’un ise tüm karar ve eylemleri toplumsal menfaate dönüktür. Pers Kralı Kyros’un ittifak teklifi Argun için kişisel anlamda büyük bir kazanç olabilecekken, onun toplum menfaatini gözetmesi hayatına mal olmuştur. Tomris ise Khros’un evlilik teklifini kabul ederek, iktidar alanını genişletip güçlenebilecekken “kişisel intikamım değil, bozkır kabileleri birleşşsin, köle olmasın” diyerek toplumun menfaati ve geleceği için savaşmayı tercih etmiştir.

Oğuzların ve Tomris’in mensubu olduğu toplumlar kan bağı ile oluşan aristokratik bir soyluluk kademelenmesi üzerine kuruludurlar. Oğuzlar’da hikayelerin Dede Korkut dışında töreyi temsil eden Bayındır Han ve ona bağlı beyler etrafında işleniyor olması sosyal bütünlüğü gösteren bir diğer etmendir. Tomris anlatısında da akrabalık ve kan ilişkisine dayanan hiyerarşik bir yapılanma gözlenmektedir. Bu yapılanma gereği babasının ölümünden sonra Massaget iktidarı doğuştan kazanılmış ve yasal bir hak olarak Tomris’e geçmiştir. Oğuzlar’da hiyerarşik yapıyı Bayındır Han ile akrabalık ilişkileri belirler. Statüler ve akrabalık ilişkileri Bayındır Han’ın çevresinde alınan pozisyonu da belirler. Merkezi konumda olan Bayındır Han’ın sağında ata tarafından kan bağı bulunan Sağ beyler, solunda ise evlilik yoluyla, ana tarafından akrabalık bağı kurulan Sol beyler yer alır. Arkasında ise askeri yapıyı temsil eden Has beyler bulunur. Yönetsel sistem, iktidarı elinde bulunduran Ak budun ile iktidarda söz sahibi olmayan halkın oluşturduğu Kara budundan meydana gelir. Bu sınıflar arasında kan bağı olmadan hiyerarşik bir yer değiştirmeden bahsedilemez. İki anlatıda da bu yapıda evlilik yoluyla yatay hareketliliğin gerçekleştiği görülür. Bey kızlarının bey oğullarıyla evliliği sonucu kurulan akrabalıklar, aristokratik sistem içinde yatay hareketliliğin ürünüdür. Tomris’in Dahae Şefi’nin oğluyla evlenmesi de aynı sosyal hareketliliğin sonucudur. Her ikisi de toplumsal menfaate dönük eylemlerde, sosyal hiyerarşi değişikliğine açık toplumlardır. Salur Kazan’ın Evinin Yağmalandığı Boy’da Karaçuk Çoban toplum menfaati gereği kahraman boyutunda dikey hareketliliği gerçekleştirmiştir. Bir baskın sırasında hizmetkarı olduğu aileyi canı pahasına müdafa eden, kahramanlık vasıflarıyla dikkat çeken Tiras, Tomris tarafından sahiplenilmiş, dikey hareketlililikle Tomris’in en yakınında yer almıştır. İki toplumda da dikey hareketliliğin kahramanlıkla mümkün olması, bu erdemin en üstün değer adledildiğinin bir başka belirtisidir.

İki anlatıda da evlilik kurumu ve aileye oldukça önem verildiği görülür. Evlilik yoluyla akrabalık ilişkileri doğup güçlenir. Tomris’in Dahaeler’den Argun ile evlenmesi toplum tarafından bozkır halkının gücüne güç katacak bir birleşme olarak değerlendirilir. Evliliklerden doğacak çocuklar zürriyetin devamı, geleceğin inşası ve kültürün aktarımı için hem toplum katında hem Tanrı katında önem arz eder. Analık, atalık toplumun dayattığı hususlardır, Dolayısıyla çocuksuzluk dışlanmaya neden olur. Özellikle erkek çocuk bu düzende daha çok önemsenir. Filmde oğlan çocuğu doğması için dualar edilip ilahi güçlerden yardım istenmektedir. Varis adledilen oğlan çocuğunun doğumu bu güçlere kurbanlar hediye edilip ritüeller düzenlenerek kutlanır. Kız çocuğu da oğlan kadar değerlidir. Toplumsal varlık alanlarıyla ve yönetsel iktidarda eşit haklara sahiptirler. Tüm çocuklar iyi bir savaşçı olması için erken yaşta eğitilir. Oğuznâmeler’de baş kesip kan dökmeden, erlik göstermeden çocuğa ad verilmediğini görürüz. Çocuğun ad alması erginliğinin, toplumda ebeveynden bağımsız varlık gösterebileceğinin ve atanın yerine geçebileceğinin nişanesidir. Dolayısıyla ana baba otoritesi yıkılmış ve ebeveynin sembolik ölümü gerçekleşmiş olur. Dede Korkut boylarında Dirse Han, oğlunun erginleşmesi üzerine ata olmayı kabullenememiş, mecazen ölüme direnmiştir. Toplum tarafından uyarılmadan çocuksuzluğun kendisinde yarattığı eksikliği idrak edemeyen Dirse Han’ın aksine Bay Büre ve Bay Bicen çocuk özlemi içindedirler. Dualarla çocuk sahibi olduktan sonra her ikisi de evlatlarını var edebilmek için iktidarlarından vazgeçip sembolik anlamda kendilerini arasında yer almışlardır.

Oğuzlar’da aile reisi erkektir, ancak kadın da tüm meselelerde söz sahibidir. Tomris de kabilesini eşi ile beraber yönetir. Savromatlar’da görüldüğü üzere ailede ve toplumda kadınların varlık alanları erekeklerinki kadar geniştir. Kadın evin direği olmakla beraber göçebe hayat koşulları onun da erkek gibi cesur ve mücadeleci olmasını gerektirir. Kadın güzelliğiyle ve cazibesiyle değil aklıyla ve kahramanlık vasıflarıyla öne çıkar. İki toplumda da yiğitlik ve cesaretin eşler arasında karşılıklı aranan erdemler olduğu açıkça görülür. Filmde kadın, kan döküp baş kestiği ölçüde meziyetli sayılır ve bu şekilde evlilik hakkı doğar. Kan Turalı da er gibi bir kadınla evlenmek ister. Selcan Hatun’un aradığı vasıflara fazlasıyla sahip olması Kan Turalı’nın ona karşı jinefobi ve misojeni geliştirmesine neden olur. Zira Selcan Hatun onun erkekliğini ve yiğitliğini gösterip onaylatabileceği bir kadın değildir. Kendisini hor göreceği ve eril duygularının aşağılanacağı endişesiyle ona karşı korku, soğukluk ve antipati duyar. Tomris anlatısında da kadına yönelik benzer korku ve düşmanlığın şaman tarafından geliştirildiğini görürüz. Yuğ töreninde feda edilmesi gereken insanların canını bağışlaması ve Khros’un elçisini öldürmesi nedeniyle şaman ona “bir kadın olarak yalnız ve zayıf olduğunu, ruhları kızdırdığı için felakete neden olacağını” söyler. Şamanın kendisini yakması, ruhanî güçlerinin aşağılanmasına ve önemsenmemesine karşın geliştirdiği misojeninin ve jinefobinin tezahürüdür.

Her iki toplumda analık kadının en önemli cinsiyet rollerindendir. Oğuznâmelerde uyarıcı, koruyucu ve uzlaştırıcı etkisiyle ana, ailenin ve toplumun direği olarak işlenir. Kutsiyetiyle ve hayatın kurucu ilkesi olarak ana, candan ve bütün varidattan geçilmeye değer bir unsurdur. Uruz’un annesi için canını feda etmeye hazır olduğu, Salur Kazan’ın ise maddi manevi tüm varlığına annesini tercih ettiği görülür. Çünkü feda edilen her şey anne arketipiyle tezahür eder. Mitolojilerde tüm güçleri kapsayan mitik ana varoluşun simgesi, bütün canlılığın hamisi ve sosyal yaşamın kurucu ilkesidir. Dolayısıyla Uruz kendisini feda ederek bu gücü korumuş olacaktır. Salur Kazan’ın ise tüm varidatına karşın sadece annesini istemesi aslında geleceğe ve yeniden varoluşa dair her şeyi istemesi anlamındadır. Tomris de hiç görmediği annesinin eksikliğini yaşantısı boyunca duyar. Taşıdığı yüzükte ana ve atanın manevi gücünü ve hamiliğini hisseder. Mitik ananın tüm güçleri Tomris’in savaşçı, yönetici ve ana rollerinde bütünleşmiştir. Bozkır halklarını birleştirip bağımsızlıklarını temin etmesi, mitik ananın kurucu ve yaşam veren gücünün arketipsel tezahürüdür. Savaşçı ruhuyla beraber Tomris, kadınsal aklı ve merhamet duygusuyla hareket eder. Her durumda akılcı kararlar alır; savaşlarda fazla kan dökmek istemez ve canları bağışlar.

İki toplumda da düşünce geliştirme ve bilgiye ulaşma yolları dini inanışlarla paralellik gösterir. Oğuz toplumunun dini yaşantısında islamiyet ile Gök Tanrı inancının iç içe geçtiği görülür. Eski inanışın yeni ile beraber sürdürülmesi kültürel bellek ile ilgili bir durum olarak açıklanabilir. Duyular yoluyla kavranabilen her türlü bilgi şehadet alanının; duygular, sezgi ve ilham ile edinilen bilgiler ise gaybî alanındır. Dede Korkut kimliğinin oluşumunda şamanist ve İslamî unsurlar bütünleşmiştir. Ölmüş ataların manevi birikimini taşıyan atalar ruhunun temsilcisi ve Oğuzlar’ın ruhanî lideridir. Şamanizmde gayb aleminden atalar kültü, öngörü ve tahminlerle bilgi ediniliyorken; İslamî kültürde bilgi kaynakları hadis, vahiy ve Allah’ın kalbe indirdiği ilhamdır. Boylarda bazı erdemleriyle öne çıkan kahramanların da rüya yorumları ve sezgisel kuvvetlerle hareket ettikleri görülür. Boğaç Han boğa ile mücadelesinde ilahî bir akılla feyzlenmiştir. Karaçuk Çoban gördüğü rüya üzerine harekete geçip kafirle mücadele etmiştir. Burla Hatun, Selcan Hatun ve Dirse Han’ın annesi kadın aklının sezgi gücüne sahip kahramanlardır ve olumsuz durumlara karşı bu güçlerle harekete geçip baş etmişlerdir. Her iki anlatıda tabiattaki her şeyin bir ruha sahip olduğu görüşüne dayalı animizm etkisi görülür. Uruz’un ağaç ile dertleşmesi, Salur Kazan’ın sudan, kurttan, köpekten haber sorması animist kaynakların da bilgiye ulaşma yollarında yer aldığını kanıtlar. Tomris filminde ise toplumun dinî inancı şamanizmdir. Şamanlar her alanında etkin ve nüfuz sahibidirler. Gökler, yerler ve ateşe tapınım ile onların ayrı ayrı ruhları olduğu inancının filmde sürekli konu ediliyor olması ruhâniyetin taşıdığı önemi gösterir. Ancak Tomris’in ruhanî inancı zayıftır. Ateşe ve ruhlara ailesini korumadığı için saygı duymaz. Ona göre akıl daha üstündür. Kadınsal sezgisi çok kuvvetlidir. Öngörüleri ve tahminlerinde yanılmaz. Savaşlarda akıl gücüyle geliştirdiği taktikler daima muvaffakiyet getirir. Gördüğü rüyalar ve bu rüyalarda karşılaştığı canavar düşmanın yakınında olduğunu ve zarar göreceğini haber veren gaybî bilgilerdir. Son gördüğü rüyada canavarı öldürmesi ise Khros’u öldüreceğinin işareti gibidir.

Bir toplumun varlığını sürdürebilmesi için tüm değerlerini içeren kültürel belleğin canlı tutulması ve aktarılması gerekir. Dede Korkut Oğuznâmeler’i sözlü kültür dairesinden yazılı kültür dairesine geçişin ürünleridir. Dolayısıyla belleğin aktarımında gerekli bağlayıcı yapılar iki kültür dairesinde de farklıdır. Sözlü kültürde ritüel bağdaşıklık üzerinden gerçekleşen aktarım, yazılı kültürde metinsel bağdaşıklıkla sağlanır. Toylar, yağma, evlilik, ad verme ve yas törenleri Oğuzlar’ın yaşam tecrübesini, inanışlarını ve atalar ruhunun tüm birikimini canlı tutan ritüellerdir. İnsan ilişkilerini pekiştiren, birlik duygusu geliştiren ve maddi manevi paylaşımlar üzerine kurulu bu ritüeller sözlü geleneğin bağlayıcı yapıları olarak kültürün aktarımında önemli rol oynar. Hatırlatıcı işlevleriyle bu ritüeller, atalarla özdeşim kurulup taklit edilerek kuşaktan kuşağa her aktarımda kültürel bellek yeniden inşa edilir. Tomris anlatısında da toplumca ritüellere önem verildiğini ve tümünün maddi manevi paylaşım esaslı olduğunu görürüz. Geleneği yazılı kültürde yaşatan bağlayıcı yapı ise metinsel bağdaşıklıktır. Tomris’in hikayesinin çok sonra yazıya geçirildiği anlaşılmaktadır. Dede Korkut Oğuznameler’inin ve Tomris anlatısının yazıya aktarımı yani metinsel bağdaşıklık ile bugün bu kültürleri tanıma ve yorumlama mümkün olabilmektedir.

 

Nitelikli, bilgi içeriği yüksek, akademik ya da yorum içeren kapsamlı yazılar… Bu başlık altında kıymetli yazarların ve akademisyenlerin özel, kısa ya da uzun, alana özgü metinlerini bir arada bulabileceksiniz. Fihrist olarak idealist bir bakış açısıyla nitelikli metinler ortaya koyma arzusundayız. Dolayısıyla, bu başlık, sizler için geniş bir arşiv oluşturma niyetinin ürünü. Yararlanmanız dileğiyle…

Bülten'e Üye Ol

Fihrist Kitap Çalışmalarından Haberdar Ol