Nitelikli, bilgi içeriği yüksek, akademik ya da yorum içeren kapsamlı yazılar… Bu başlık altında kıymetli yazarların ve akademisyenlerin özel, kısa ya da uzun, alana özgü metinlerini bir arada bulabileceksiniz. Fihrist olarak idealist bir bakış açısıyla nitelikli metinler ortaya koyma arzusundayız. Dolayısıyla, bu başlık, sizler için geniş bir arşiv oluşturma niyetinin ürünü. Yararlanmanız dileğiyle…

Çalışan Kadının Gündelik Yaşamına Ait Pratikleri Üzerinden Sınıfsal Konumunun Belirlenimi

Yazar: Gamze Meriçli

GİRİŞ

Pierre Bourdieu “Ayrım” adlı eserinde sınıfsal konumlar ile “beğeni” arasındaki bağlantıyı tartışır ve bu bağlantı üzerinden toplumdaki iktidar ilişkileri nasıl oluşuyor sorusuna cevap arar. Bu çalışmasının en önemli kavramsallaştırması “Habitus” tur. Habitus bir sosyalizasyon sürecidir ve aile, eğitim gibi uğrakları vardır. Bu süreç boyunca aktör bedenine de işleyen belli yatkınlıklar ve bir kendiliğindenlik kazanır. Bu durum aktörün bir toplumsal eyleyici olarak toplum karşısında belli davranış kalıpları ve beğeniler geliştirmesini sağlar. Ayrıca habitus Bourdieu’nun “Alan” olarak kavramsallaştırdığı sistemin içselleştirilmiş, alan ise habitusun dışsallaştırılmış biçimidir. Alan ile habitus arasında kişisel olandan, toplumsal olana doğru bir ilişkisellik söz konusudur.

Bourdieu dört tip sermaye biçimi tanımlar biz bunlardan en çok ekonomik ve kültürel sermaye olarak tanımlananları çalışmamız boyunca işe koşacağız. Aktörün ekonomik ve kültürel sermayesi onun toplumsal uzam içerisinde konumlandığı yeri belirleyen unsurdur. Aktörün ekonomik sermayesi ebeveynlerinin meslekleri ve kendi mesleği tarafından belirlenirken, kültürel sermayesi açısından da habitusu etkin anlamda belirleyici olmaktadır. Çünkü aktörün kurumsallaşmış kültürel sermayesi olan diploma (eğitim) onu itibar sahibi yapmakta fakat aynı zamanda ailesinin ona sağladığı olanaklar açısından da belirlenmektedir. Aynı şekilde bedenselleşmiş kültürel sermayesi de (jest, mimik, adap vs.) habitusu içerisinde edindiği yatkınlıklarla belirlenmektedir.

Nesneleşmiş kültürel sermaye (sanat eseri, tablo vs.) yine habitusundan devir alabileceği ya da kendi ekonomik sermayesi ile elde edebileceği bir sermaye biçimidir ve tüm bunlar aktörün sınıfsal konumunu belirleyici faktörlerdir. Ayrıca bu faktörler aktörün sınıfsal konumunu belirlediği gibi aktöre konumuna ait bazı “zorunluluk beğenileri”ni de dayatır. Ve bu konum işçi sınıfına aittir.

“Habitusu zorunluluğun erdem haline gelmesi gibi tanımlayan temel önerme, halk sınıfları söz konusu olduğunda kendini hiç olmadığı kadar kati bir surette ortaya koyar. Çünkü halk sınıfları için zorunluluk, bu sözcüğün en sıradan anlamıyla zorunlu mallardan kaçınılmaz olarak yoksun olmayı kapsar. Zorunluluk, zorunluluğa olan bir adaptasyon biçimini ve böylece de zorunluluğun kabulünü ve kaçınılmaz olana teslim oluşu gerektiren bir zorunluluk beğenisi dayatır.” (Bourdieu, AYRIM, 2015)

Bourdieu’ nun bu kavramsal çerçevesi üzerinden bağıntı kuracağımız öz yaşam öyküsü ile habitus tanımını merkeze alarak aile, eğitim, ekonomik ve kültürel sermaye üzerinden kendi sınıf konumumuza dair belirlenim sonrası beğenilerimiz (çalışan bir kadının gündelik tercih ve pratikleri) ile sınıfsal konumumuz arasındaki ilişkisellik günlük pratikler üzerinden değerlendirilmiştir.

Çalışma Günü…

 Bir devlet memuru olarak meslek hayatım boyunca (ki bu esnada 25 yıl geçirerek iki çocuk annesi olduğum) hep çok uyumaktan hoşlanmadığımı, bunun beni sersemleştirdiğini savunmuştum… Ta ki bir gün Bourdieu ile tanışana kadar… Nasıl uyuyabilirdim ki kana kana, bu mümkün müydü? Hayır… Asla mümkün değildi. Bu benim tercih ettiğim bir durummuş gibi gözükse de başka bir imkana sahip değildim aslında…

Çünkü bir iş günü sonrası o akşam çocuklarım ile ilgili yeme, içme, ders kontrolü, uyku düzenleri, okul kıyafetlerinin ertesi güne hazırlanması gibi sorumluluklarım vardı ve bunlar uyumak için sarf edeceğim, bedenimi dinlendirmem için kullanacağım zamanı minimize ediyordu. Ben ise bu durumu kendi tercihimmiş gibi algılamaya çalışıyor ve bunu bir kendim olma gibi düşünüyordum.

Oysa ait olduğum sınıfsal konum bana bunu zorunluluk olarak dayatıyordu. Eşim de işi gereği çok uzun ve planlanamaz yurt dışı, şehir dışı seyahatleri olan bir devlet memuruydu ve biz devletin memurlarına koyduğu kuralları esnetmek gibi bir olanaksızlığın içindeydik. Aslında iki hayat arkadaşı olarak çocuklarımız adına ortak sorumluluk üstlenebilir insanlar olmamıza rağmen bir arada düzenli bulunamamanın verdiği yoksunluk ve bu çalışmaya hayatımızı sürdürebilmek adına mecbur oluşumuz yani “orta sınıf” a ait ekonomik düzeyimiz bu şartları bize dayatıyordu.( her iş günü sonrası yaşadığım uyku saatimin sınıfsal konumun gereği kısalığı)

1. Bourdieu’nun kavramlarıyla uyku saati tercihimizi tartışacak olursak; Almanya’ da çalışan göçmen işçi ailesinin çocuğu olarak dünyaya gelen bir kadınım ve ailemin dönemin şartları gereği görece daha iyi olan (işçi ailelere göre) ekonomik şartları sebebiyle kültürel sermayemi lisans düzeyinde eğitim alabilecek şekilde tamamlayarak orta sınıf bir memur olabildiğimi düşünüyorum. Fakat yine de orta sınıf ekonomik düzeye sahip bir insan olarak yeterli uyuyabilecek serbest zamana sahip değildim.

Çalışan bir kadın olarak temizlik işlerinde eve bir yardımcı alabilmeme rağmen, yardımcı geleceği günlerde onun için hazırlık yapmam, özenle kahvaltı, öğle yemeği hazırlamam, uyku zamanımı kısaltmam (kendim hazırlarım Gamze Hanım derken bile bu hitaptan rahatsız olarak mesafeyi kapatmaya çaba göstermem) ve bunun için büyük bir çaba sarf etmem, ona defalarca teşekkür ederek ücretini ödemem, bir çalışan değil de bir arkadaş gibi davranmam ait olduğum habitusun özellikleri olarak ön plana çıkmaktaydılar. Bir kadının yaşamını sürdürebilmek için temizlik işleri yapması, hızla kapitalistleşen Almanya’da, Siemens’te bir üretim bandının başında çalışan annemin anlatıları kadar yıpratıcıydı. Habitusumda bu bilinç vardı. 

“Burjuva söyleminin ifade ettiği gibi “kendine hizmet ettirmeyi bilme” olgusunun burjuva yaşam sanatının bir parçası olduğundan şüphe edenleri ikna etmek için sadece nadiren doğan fırsatlar vesilesiyle şık restoranlara gidebilen işçilerin veya ticari işletme ve büro çalışanlarının, mekân sahibi ve garsonlara, hizmet ilişkisini sembolik olarak ortadan kaldırmayı ve yol açtığı rahatsızlığı önlemeyi amaçlayan bir biçimde davrandıklarından bahsetmek yeterli olacaktır.” (Bourdieu, Ayrım, 2015)  

İşçi sınıfına dahil olan ailem beni sağladığı ekonomik olanaklarla bir üst sınıfa kültürel sermaye edindirerek taşıyabilmiş ama bu sırada o habitus içerisinde edindiğim yatkınlıkları da bana dahil etmişlerdi. Bunu en iyi yeme, içme pratiklerimizde görebilmek mümkündü…

Tarhana Çorbası…

En sevdiğimiz çorba tarhana çorbasıdır. Kendi aileme de taşıdığım bir beğenidir. Çünkü her an elinizin altında ve kısa sürede hazırlanabilecek sağlıklı bir çorbadır. Bu çocukluğum boyunca anane ve babaannelerimiz tarafından yaz aylarında hazırlanıp çalışan annemizin bizim için kolaylıkla ve besleyici olarak hazırlayabileceği bir çorbadır. Ekonomik ve hazırlanma zamanı açısından tasarrufludur.

Aynı zamanda içinde çocukların sağlıklı beslenmesi gibi bir erdemi de barındırır. Ben de çalışma hayatım boyunca çocuklarıma endüstriyel ve pahalı ürünler yerine önceden belli bir zaman harcanarak gelecek günler için çok daha geniş bir zaman tasarrufu sağlayan bu çorbayı sıklıkla hazırladım. Çünkü uzun sürelerle uğraşabileceğim sağlıklı çorbalara zamanım yoktu. Tıpkı annem de ve kendi ailem de olduğu gibi… Tarhanayı mı yoksa hazırlanmasındaki pratikliğimi beğeniyordum… O kadar iç içeydi ki bunlar, o kadar içselleştirdiğim bir durumdu ki cevap vermek zor.  Ayrıca yine salata yerine fermente turşu tercihimizde bu şekilde düşündüğüm bir yeme, içme pratiği olarak karşımda duruyor.

Önceden yardımlaşarak kolektif bir çaba ile hazırlanmış, çalışan aileler için her an elinizin altında hazırda bulunan fermente sağlıklı bir salata… Sonuçta her zaman taze sebze almaya ayırabileceğiniz bir pazara gidebilme zamanınız yok. Turşu yerine Hellim Peyniri (fermente) ile salata yapmak hem daha pahalı hem de daha çok zaman alıyor. Aynı şekilde protein ihtiyacını da zaman zaman yeşil mercimek üzerinden sağlamak, kesilen sütten lor peyniri yapabilmek, bunların hepsi işçi sınıfı ailemden kendi sınıfsal konumuma taşıdığım yatkınlıklar olarak soframıza hep yansımıştır. (İmkânım olmasına rağmen yeme içme pratiklerimde kendi habitusumdan gelen bir israf etmeme, aşırıya kaçmama, tasarruflu davranma yönelimi içindeydim)

Bordieu’nun kavramlarıyla tanıştıktan sonra tüm çalışma hayatımı ve günlük pratiklerimi giyim tercihlerim üzerinden de düşündüğüm zaman aslında nasıl da bir zorunluluk seçimi yaptığımın farkına varmış bulunuyorum. Tek tip kıyafet giymek zorunda olan bir devlet memuru olarak, devletin yani hâkim sınıfın kendisine hizmet eden tabi sınıfa giyim üzerinden tek tipleştirerek bir sınıfsal konum belirlemesi üzerinden mesafelenmesini görebiliyorum.

Hâkim olanla tabi olanın hemen fark edilebildiği bir ortam yaratmak. Ayrıca ne giyeceğini düşünmene gerek kalmaksızın hemen iş gününe hazırlanabilmek hâkim sınıf açısından çok daha verimli… “İşçilerin duru ve temiz bir iç mekânı ve her halükarda zorunluluğun onlara dayattığı pahalı olamayan ama kaliteli giysileri sevdiklerini, başka sınıflara oranla daha fazla ifade etmeleri bu yüzdendir.” (Bourdieu, Ayrım, 2015) Kılık kıyafet yönetmeliğinde bulunan aşırı makyaj yasağı, saçların derli toplu ve abartısız olması bunların hepsi bir sınıfsal konumun belirlediği zorunluluk seçimlerinin devlet tarafından çalışanlarına dayattığı gibi görülen ama aksi durumda zaman ve ekonomik yetersizlik sebebiyle iş günü kaybına ve huzursuzluğa sebep olacak yasaklar.

Fakat yine de bazı mesai arkadaşlarım kendileri gibi tek tip kıyafet giyme zorunluluğu olmayan üst düzey kadın yöneticilerin taklit edebilecekleri tek şey olan pahalı çantalarını edinmenin peşine düşerler, edindikleri zaman ise yönetici bunu fark ettiğinde hemen onu kullanmaktan vazgeçer ve yine kendini farklı kılardı.

 

İş kıyafetlerim ve kişisel bakımım…

Zaten tek tip giyinmenin getirdiği bir kolaylık ile hazırlanırdım iş gününe, ne giyeceğim belli… Bir şeyi başka bir şeyle kombin yapmak gibi bir kaygım yok. Saçlarım her zaman topuz ve çok hafif bir makyaj… Böyle olmasını sevdiğimi söylerdim kendime ama serbest olsaydı da buna ayıracak zamanım yoktu açıkçası… Ne gün aşırı kuaföre gidebilirdim ne de bir sonra ki gün ne giyeceğime karar verebilirdim o tempo içinde, işte bu yüzden ben de seviyordum böyle olmasını, hala da (emeklilik sonrası) severim. Sade, abartısız, gösterişsiz ve temiz… Yani bedenimi rahat edebileceğim ve yetişebileceğim zamana göre örterek giyinmeyi tercih ediyordum.

SONUÇ

Özyaşam öyküsü olarak otoetnografik yöntemle yola çıkılan bu çalışmanın sonucunda Almanya’ da çalışan göçmen “işçi sınıfı” bir ailenin kızı olarak içine doğmuş olduğum habitusun olanakları kültürel sermaye açısından kendimi geliştirmem nedeniyle “orta sınıf” içerisinde konumlanmamı sağlamıştır. Orta sınıfa dahil olmamı sağlayan kültürel sermayem ve onun bana sağladığı itibardır. Aynı şekilde kendi çocuklarıma sağladığım olanaklar ailemin bana sağladığı olanakların daha da üstüne çıkarak, kültürel sermaye açısından daha üst seviyede olmalarını sağlamıştır. Fakat içinden çıkarak orta sınıf alana yerleştiğim habitusun içselleşen yatkınlıkları yaşamımın tüm pratiklerinde zaman zaman farklılaşarak da olsa etkisini ve varlığını sürdürmüştür.

Tıpkı işçi sınıfı ailemin Almanya’ da çalışarak elde ettiği ekonomik üstünlüğün (kendi ülkelerinde) onları içinden geldikleri habitusun yatkınlıklarından koparmadığı gibi orta sınıfa dahil olmam sebebiyle beni de tamamen kopartamamıştır. Yani Bourdieu’cu anlamda beğeni ile sınıfsal konum arasında bir bağıntı söz konusudur. Beğenilerimiz sınıfsal konumumuzun dayattığı zorunluluklar sebebiyle fark etmeden tercih ettiğimiz, mevkiimizi belirleyen, habitusumuzdan edinerek içselleştirdiklerimizdir. Bu yatkınlıklar farklılaştırır ve sınıflandırır bizleri. Bu yatkınlıklar sayesinde içine kabul edileceğimiz alan belirlenir. Sınıfsallaşır ve aynı zamanda da sınıflandırırız.

Kaynakça

Bourdieu, P. (2015). AYRIM. (D. F. Şannan, & A. G. Berkkurt, Çev.) Ankara: Heretik Yayınları. s.537

Bourdieu, P. (2015). Ayrım. (D. F. Şannan, & A. G. Berkkurt, Çev.) Ankara: Heretik Yayınları. s.541

Bourdieu, P. (2015). Ayrım. (D. F. Şannan, & A. G. Berkkurt, Çev.) Ankara: Heretik  Yayınları s.545

Nitelikli, bilgi içeriği yüksek, akademik ya da yorum içeren kapsamlı yazılar… Bu başlık altında kıymetli yazarların ve akademisyenlerin özel, kısa ya da uzun, alana özgü metinlerini bir arada bulabileceksiniz. Fihrist olarak idealist bir bakış açısıyla nitelikli metinler ortaya koyma arzusundayız. Dolayısıyla, bu başlık, sizler için geniş bir arşiv oluşturma niyetinin ürünü. Yararlanmanız dileğiyle…

Bülten'e Üye Ol

Fihrist Kitap Çalışmalarından Haberdar Ol