Nitelikli, bilgi içeriği yüksek, akademik ya da yorum içeren kapsamlı yazılar… Bu başlık altında kıymetli yazarların ve akademisyenlerin özel, kısa ya da uzun, alana özgü metinlerini bir arada bulabileceksiniz. Fihrist olarak idealist bir bakış açısıyla nitelikli metinler ortaya koyma arzusundayız. Dolayısıyla, bu başlık, sizler için geniş bir arşiv oluşturma niyetinin ürünü. Yararlanmanız dileğiyle…

Bir Postmodern Anlatıyı Okuma: Latife Tekin'in Gece Dersleri

Yazar: Ayşe Esengül Demirkan

Giriş

Yıkımlar ve kıyımlar çağının yüzyılları, on dokuz ve yirminci yüzyıllar; sahneden çekilirken geriye karanlık gölgelerini ve boşluklarını bırakmıştır. Postmodernizm, hem bu boşlukları doldurmak hem de modernizme küsen aydınların aksülamelini yansıtmak için kendi iradesinden bağımsız, dünyanın yaşadığı büyük yıkıma tepki ( Gümüş, 2021: 46) olarak ortaya çıkmıştır. Her çağın dünya gerçeğini algılayış şekli, yaşanılan çağın sanat anlayışına doğrudan yansımaktadır. Günümüzde, hakikatin buharlaştığı bir süreç yaşanmakta ve insan tanrılaştırılmaktadır. “ Hümanist bakış açısının insanı tahta çıkardığı sistem, savaşlarla derin bir trajediye dönmüş, var olan anlayışın inandırıcılığı sorgulanmaya başlanmıştır. “Refah bir insanlık” vaadinin zamansal sorgulamalar içinde kıvrandığı bu evre, nihayetinde kendi tepkisini üretmiştir.” ( Koçakoğlu, 2018: 13).

Modernizmin Paradoksu Postmodernizm

Dogmatik düşüncelere bir başkaldırı olarak kendini gösteren Modernizm, gelenekten kopuşun bir ifadesi olarak akıl ve bilimin egemenliğini önemsemektedir. İnsanın kendi aklını kullanma ve kendini sınırsızlaştırma kararlılığı, sonunda modernizmin kendini yıpratan paradoksunu (Gümüş, 2021: 17) ortaya çıkartarak yüceltilen bireycilik hayatının yeni etiğini güç olarak tanımlamaktadır. Herkes, kendi bireysel güç hegomanyasını inşa sürecinde, bir nevi Tanrılaşma yoluna gitme gayretindedir. Modernizmin ilk sıraya yerleştirdiği akıldan ümidini kesen Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt adlı eserinde bu durumu; “Tanrı öldü!” (1964: 11) diyerek açıklamaktadır.

Bireyin bireyi sömürdüğü bir kapitalist pazar ekonomisine dönen sözde aydınlanmacı modernizm çağı, hümanist değerlerin yok olmasına neden olup kendini çürüten bir durum içine girmiştir. Bu duruma kayıtsız kalınamayışın doğal tepkisi olarak ortaya çıkan Postmodernizm, “yaratıcı ama yıkıcı” bir dünya algısı ile baş başa kalmıştır. Bir süre sonra kendi çelişkilerini de yaratan süreç, tüm memnuniyetsizlik ifadelerini sanata da taşıyarak insanı hoşgörü sınırlarının uzağına itmiş, herkesin özde ilgi beklediği, önemsenme gayretinde olduğu, kendini anlatma ve başkasını anlamadan kendini kabul ettirme çabasının yaşandığı bir zaman kesiti olarak varlık bulmuştur. “ İnsanoğlu, kesinliğin rahatlatıcı güveninden, belirsizliğin tedirgin edici [kollarına] sürüklenmiştir.” (Koçakoğlu, 2018: 22).,

Parçalanan Bütüncül Hayat: Edebiyat ve Roman

Anthony Giddens, postmodernizmin eğer bir anlamı varsa onu edebiyat ile sınırlandırmanın (akt. Gümüş, 2021: 21) en doğru yol olacağına vurgu yapmaktadır. Postmodernizm kavramı, edebiyatta en belirgin şeklini romanda göstermiştir. Modern zamanın romanı, mimetik (yansıtmacı) bir anlayışın ürünüdür. Mimetik estetik, doğrudan içeriğin estetiğidir. İçeriğin, görünen gerçeklikle örtüşmesidir. Postmodern zamana gelindiğinde ise genel geçer, nesnel bir gerçekliğin olmayışının kabulü artık ayak basılacak zeminin kurmaca olacağını göstermiştir. 

Toplumda değişen bu gerçeklik algısı, romanlarda çoklu gerçeklik sunumu ile ortaya konulmaya başlanacaktır. Dünyada ne kadar çok insan varsa o kadar çok gerçeklik algısı vardır. Her insanın gerçeği, kendi yaşadığı ve kabul ettiği gerçeğidir. Gerçeklik algısının tamamen çöktüğü bu süreçte; klasik metinler, yazarların kullandığı pastiş ve parodilerle yıkıma uğratılarak ortaya çıkartılan yeni eserler artık ne klasik roman gibi ne de modern roman gibi bir anlatım üslubu benimsemez. Kendine özgü bu yeni anlatım tavrıyla, postmodern edebiyatın ortaya koyduğu romanın adı artık anlatı olmuştur. “Postmodernizm, başta dil olmak üzere klasik romanın kendine özgü yapısını ters yüz ederek, onu bambaşka bir çehreye büründürmüştür. Bu bağlamda postmodern estetikle kaleme alınan eserlere artık roman denemeyeceği ortadadır. Bundan dolayı eleştirmenler ortaya çıkan yeni türe önce “metin”, ardından da “anlatı” demişlerdir.” ( Emre, 2006: 87).

Postmodern edebiyat, postmodern zamanın ruhuna ahenkle; kendinden önceki bütüncül roman anlayışına ve anlatım tekniklerine karşı çıkarak kendini daha rahat ifade edebileceği yeni kurgu şekillerini ve anlatım tekniklerini metin içinde kullanmaya başlamıştır. Postmodern anlatılarda, zaman ve mekândaki müphemlik kurgunun parçalı diliyle verilmeye başlanmış, metinlerarası imajlar kullanılmış, karakterin psikolojik tahlilini yapabilmemizi sağlayacak bilinçakışı tekniğinden yararlanılmış, popülist kültüre olan eleştirel tavır, tarihe, geleneğe, halk anlatılarına ve efsanelere yönelmeyi sağlamıştır.

Türk edebiyatında ise, postmodernizm Tanzimat’tan şimdiye değin süregelen anlayışın hepten yıkımı olarak karşımıza çıkmaktadır. Tanzimat ile başlayan romanda yenileşme çabaları, çağdaşlarını daha yakalayamadan postmodernizmin soğuk sularına düşmüştür. 1950 sonrası İkinci Yeni hareketiyle kendini şiirde göstermeye başlayan kırılmalar giderek kendini romanda da göstermiştir.

“Söz konusu yazarlar, yazdıklarıyla bir anlamda “modernite’nin yalnızca akıl ve bilimle sınırlandırdığı gerçeklik anlayışını aşındırmaya başlamışlar, dış gerçeklikten çok iç gerçekliğe, bilinçaltının labirentlerine inmeyi amaçlamışlar, bunu da çok sesli bir anlatım ve çağrışımlı bir dille ifade etmeye yönelmişlerdir. Bu, Sezai Karakoç’un İkinci Yeni’ye ilişkin kullandığı bir niteleme ile “neo-realizm’dir; ancak Tanrısal gerçeği arayan ya da böyle bir Gerçek’e yönelen bir gerçekçilik” değildir.” (Karaca, 2007: 81).

1980’lerin başında edebiyatımızda hızla yerini almaya başlayan bu yeni bunalımlı gerçeklik anlayışı, “Bir yandan yeni yaratıcılık alanları açarken, öbür yandan hem yaratıcılığın sınırlanması, hem de gitgide yukarı çıkan merdiveni aşağı çekme çabasıyla kendini gösterir.”(Gümüş, 2021: 108).

Bir Eve Dönüş: Gece Dersleri

1980 sonrası Türk edebiyatının önemli kalem isimlerinden biri olan Latife Tekin, 1986 yılında Gece Dersleri adlı anlatısını üçüncü eseri olarak yayımlamıştır. Latife Tekin’in kullandığı dil ve üslup Tekin’in eserlerini postmodern anlatılar olarak okunmalarına olanak sağlamaktadır.

Bir üst-anlatıcının sesiyle başlayan Gece Dersleri, belirsiz bir zamanda, kimlik inşası sırasında, geçmişiyle ve annesiyle hesaplaşan bir kadının ideolojik ve imgesel iç monoloğudur. Anlatının biçimsel yapısı parçalı ve kısa metinler halinde oluşturularak klasik romanın biçimsel yapısından uzaklaşılmıştır. Kısmi olarak manzum hikâye demek de yanlış olmayacaktır. Kitapta türler birbiri içine girerek yeni bir estetik bütünlük sunmaktadır. Yazar- anlatıcı Gülfidan, Sekreter Rüzgâr kod adıyla bilindiği bir dönemi, içinde bulunduğu parçalanmış ruh halini bu parçalanmış ruhun yapısına uygun parçalı bir dil yapısı ile aktarmaktadır. 

Anlatıcının yaşadığı psikolojik kırılmalar anlatı diline, eksik ve yüklemsiz cümleler, üç noktalı ifadeler, yoğun imgesel anlatımlar ve dil oyunlarına sık sık başvurması halinde yansır. Gülfidan’ı polis zanneden örgüt arkadaşı ile Gülfidan’ın ( Sekreter Rüzgâr) arasında geçen bir konuşma bu anlatı boyu devam eden dil kırılmasını çok iyi örneklemektedir. “Postalları cinli iya! Postalları cinli iya![…]…Nostaljiya…Nostaljiya…” (26). “Gece Dersleri’nde, parçalanmışlık, her şeyden önce dilde, sonra bedende, zamanda, mekânda ve anlatıyı oluşturan seslerde görülür.” (Parla, 2021: 344-345). 

Gece Dersleri yazarın da kendi tabiriyle “kısacık bir romanın uzun şiiri” dir.” (178). “[…] ne klasik anlayışta ne de modern anlayışta postmodernitede olduğu kadar türlerin belirsizleştiği bir süreç yoktur. Öyle bir türsel problem yaşanmaktadır ki, herhangi bir metnin bir öykü mü, bir deneme yahut bir roman mı olduğu hatta bunun bir isminin olup olmadığı konusunda bile ciddi sorunlar yaşanmaktadır.” (Emre, 2022: 87). Postmodernist eleştirmenler, tam da bu türde yaşanan karnaval yüzünden ortaya çıkan yapıtlara genel olarak anlatı denilmesini uygun bulmuşlardır. Latife Tekin’in incelemeye aldığımız bu eseri de böyle türsel bir sorun arz ederek; otobiyografik bir çizgide, mektup ve anı türlerinden yararlanılarak kesintili bir üslup ile şiirsel bir havada yazılmıştır.

Gece Dersleri, klasik roman anlayışının bütünlüklü yapısını; olay örgüsü, zaman, mekân ve kullanılan karakter ögelerini parçalayarak kırmaktadır. Dil, zaman ve mekân üzerindeki bu oyunlar ve kırılmalar Gülfidan’ın ( Sekreter Rüzgâr) yabancılaşmış kişiliğine vurgu yapmak içindir. Gece Dersleri’nde sık sık anlatıcı Gülfidan’ın bilincinden geriye dönüş (flashback) tekniği kullanılarak geçmişe gidildiği anlatım anlarında bireyin iç dünyasında ki sancı ve sanrıları aktarmak için bilinç akışı (stream of conciusness) tekniği kullanılmıştır. Bilinç akışı, anlatıcının aklından geçenleri belli bir mantık ölçüsüne bağlı kalmadan, anlık düşünümlerini sayıklamasıdır. Rastgele gelen düşünceleri rastgele ifade etme özgürlüğüdür. Yazara geniş bir oyun alanı açmaktadır. Bu sayede, karakterin derin psikolojik analizi yapılabilmektedir. Gülfidan’ın parçalanmış ruh halinin tespiti bu bilinç akışında geçirdiği konuşmaları sayesinde yapılmaktadır. O, kırılmış, bölünmüş bir kadındır.

Yazarın söylemine göre, Gece Dersleri anne ile kızın iç dünyasından söz eden bir eve dönüş hikâyesidir.1 Sessizce ve sürekli kendisi ile konuşan Gülfidan, kendisine annesi ve kocasının gözünden baktığı anlarda iç monolog( interior monologue) tekniğinden yararlanmaktadır. İç monolog, anlatı karakterlerinin iç dünyalarını, düşünce yapılarını ve yaşam felsefelerini daha tutarlı bir zaman dizinsel formda öğrenmemize olanak sağlamaktadır. Anlatıcının iç monologlarının da hâkim olduğu anlatıda dışa dönük bir anlatım söz konusu değildir fakat parçalanmış kurgu yapısı üç farklı anlatıcıyı bir arada ama tek kişinin zihniyle kullanarak çoklu bakış açısı sağlamaktadır. Anlatıcının yaşadığı psikolojik kırılmaların, anlatının diline yansıdığını daha önce de belirtmiştik; bu durum, önce içeriden baktığımız anlatıcının ruh dünyasına daha sonra da bir bireyin farklı sesleri olarak dışarıdan da bakmamıza olanak tanır. Gülfidan, kendisini önce kendi zihniyle okuyucuya açmakta daha sonra çevresindekilerin zihin sesiyle durumu pekiştirmektedir.

Anlatıda zaman, çerçeve bir zaman ile başlar, “gecelerden bir gece” (11). Hangi gece olduğu bilinmeyen bu zaman içinde anlatıcı, fiziksel mekânı ise “yorganın karanlık yüzeyi” (51) olarak vermekte fakat belli bir mekânın olmayışı anlatı mekânını anlatıcının bilinçaltı olarak okunmasına olanak sağlamaktadır. Gülfidan’ın yüzleşme anlarının bilinçaltından çıkıp bilincine ulaştığı düzeyde çağrışımları derin ve kaotiktir. Tüm anlatı boyunca, iç hesaplaşmasını bitiremeyen anlatıcı; kendi benliğinde günümüz postmodern insanının monografisini çizmektedir.

Metinlerarası İzler

Latife Tekin, halk geleneğinin anlatı olanaklarını postmodern edebiyatın anlatım teknikleriyle kullanan melez dilli bir yazardır. Gece Dersleri adlı anlatısında da, kurgu malzemesi olarak halk anlatı ve edebiyat geleneğinden, masallardan, destanlardan, İslami motif ve kişilerden yararlanmıştır.

Halk inancı ve anlatı geleneğinde bazı sayıların anlamsal değeri önemlidir. Bu sayıların başında üç, yedi, otuz üç, kırk sayıları gelmektedir. Tekin, Gece Dersleri’nde bu sayılara yer vermiştir. Arzda ve semada haktan başka kimsenin yerini bilmediği, halk içinde dolaşıp herkes gibi giyinen, alçak sesle ve utangaç bir edayla konuşan, yeryüzünde vakarla yürüyen, kendilerine rastlayanlara sadece selam verip geçen gayb erenlerinin sayısı İslam inancına göre kırktır. 

Gülfidan, “[…]küçük bir gece odasında toplaşmış kırk kadına karıştım.” (17), diyerek gayb erenlerini işaret etmektedir. Ahirette dirilme yaşı olarak belirtilen sayı otuz üçtür. Tekin bu sayıyı kendi kurtuluşunun, özgürlüğünün imgesi olarak kullanmıştır. “ Bacaklarının arası kızgın demirlerle dağlanmış gibi bir yanmaya gelinceye kadar kendini dinleyeceksin ve sonra at nalı büyüklüğündeki o sihirli közü oturtacaklar rahminin ağız kısmına ve iteleyecekler seni bir uçurumdan. O vakit bir çift kanat ve derin derin soluklar sunacak sana iki uzun saçlı melek. Kanatları takınacaksın ve soluklarıysa otuz üç kere alıp usulca geri bırakacaksın…” (71). Yedi sayısının ise sadece İslam’da değil diğer din ve inançlarda da anlamı önemlidir. İslam’da yapılan derecelendirmeye göre yedi mertebe bulunmaktadır. 

Mitolojiye bakıldığında farklı özelliklere sahip yedi tanrı gözlenir. Ashab-ı keyf İslam dünyasında yedi uyurlar olarak bilinir. Hıristiyanlıkta yedi ölümcül günahtan söz edilmektedir. “[…]yedi köy kuran yedi kardeş hikâyesi[…]” (113) ile başlar Tekin, yedinin gizemi içine girmeye; “ Asfalt yol boyunca yan yana sıralanmış yedi gece mahallesi[…]”(113) ile devam eder, “[…]yedi başlı ejderha” (167) ile de çerçevesini çizer, çok anlam yükleniyordur her şeye ve Gülfidan bu kadar anlamın anlamsızlığında hiçbir şey anlamayarak öylece durmaktadır.

“Kırmızı sular akıtan bir ırmak kenarında Bürümcekli devler karısı karşıma çıktı.”(18). Halk anlatı geleneğinin önemli bir halkasını oluşturan masallar, kolektif bilinçte birçok emareyi geçmişten bugüne aktarmaktadır. “Dev motifi”, masal kahramanının korkularını, yaşam serüveninde karşılaştığı güçlükleri ve kendini aşma çabasını göstermektedir. Bunlar “kötü huylu dev” motifinin taşıdığı anlamlardır. Bir de “iyi huylu dev” motifinin taşıdığı anlamlar vardır. Onlar da kahramanın olağanüstü koruyucuları ve yardımcılarıdır. Tekin, “bürümcekli devler karısı”nı her iki anlamda da kullanmaktadır. Anlatıcı, çocukluğunun kırgınlıklarını hatırladığı geçmişin zaman kırıntılarında annesiyle olan iç hesaplaşmalarını masal motiflerine, destanlara yaslanarak parodisel bir dil ile aktarmaktadır. “Benden ona: Ver elini çekelek. Ondan bana: Ben sana küselek. Benden ona: Ver elini çekelek. Ondan bana: Ben sana küselek. Benden ona: Ben de sana tepelek, tepelek…”(27). Pertev Naili Boratav’ın aktardığı Az Gittik Uz Gittik adlı halk masalları kitabının içinde yer alan “Bokböceği” adlı masalına bu dizelerle gönderme yaparak çocukluğunun haklı isyanı olarak annesi ve annesi gibi olan kadınları eleştirmektedir.

“Kaderimin Hz. Ali’nin küçük oğlunun kaderine benzediğine iyice inandım artık”(30). Anlatının birkaç yerinde geçen bu “Hz. Ali’nin küçük oğlunun kaderi” imgesi, Gülfidan’ın ne kadar derin bir boşlukta ve çıkmaz içinde olduğunu gösteren belki de en iyi örnektir. Hz. Ali’nin küçük oğlu Hz. Hüseyin ve beraberindeki yetmiş kişi, Kerbela’da susuz bırakılarak şehit edilmiştir. “Gülfidan’ı Dev Sefid’in zindanından kurtarıp yılan gibi ruhuma dolanan bu masal zamanından nasıl kaçarım?”(30). Firdevsi’nin Şehname adlı eserinde Zaloğlu Rüstem ile dövüşen Div-i Sepid (beyaz dev) anlatıda örgüt liderlerinden birinin lakabıdır. Hz. Hüseyin’in kaderini Div-i Sepid’in zindanı ile birleştiren Gülfidan, mahremiyetinin tutsaklığını anlatmaktadır.

Gece Dersleri’nde bir başka halk anlatı geleneği olan “dedim-dedi” söyleyişi de yer almaktadır. Halk deyişinde karşılıklı soru cevap şeklinde olan söyleyiş, anlatıda, örgütün anlatıcıda bıraktığı çelişkili, bölünmüş ruh halini sunmak için karşılıklı konuşma (diyalog) şeklinde verilmiştir. Anlatıcının, bilincinin bilinçaltıyla bir hesaplaşmasıdır.

Gece Dersleri’nde, metinlerarası ilişkiden yararlanılan bir başka eser de Nazım Hikmet’in “Salkımsöğüt” şiiridir. “Atlılar atlılar, takırtısı tatlılar…”(51). “ Rüzgar kanatlı atlılar gibi geçti hayat!” diyen Nazım Hikmet’e anlatıcı, çökkünlüğünün verdiği ıstırap ile cevap vermektedir. Bir hayat geçmiştir, hem de çok hızlı ve anlamsız geçmiştir ancak nerde ve ne zamandadır.

Tekin, metinlerarasılığı kimi zaman da kendi anlatılarına yaptığı göndermeler yoluyla gerçekleştirmektedir. Gece Dersleri’nde “burjuva bir mekanetten çıkıp geldin” (158). Cümlesi içinde geçen “mekanet” sözcüğü; Berci Kristin Çöp Masalları’nda gecekonduları tanımlamak üzere türettiği “mekanet” sözcüğünü hatırlatmaktadır.

Gece Dersleri’nde anlatıcı, bulunduğu yapının kendine ait olmayan ve kendinde kırılmalar yaratan tutumuna anlatı boyunca ironi diliyle göndermeler yapmaktadır. “Bizler omuzlarımıza yüklenen ağır görevler altında ezilirken sen hep düğüne gittin”(21). “En gizli selam ve sevgilerimle” (24). “Dev Sefid de King Kong gibi erkek ha?” (31). “Saatimin ideolojisi sapık!” (32). “Pirelerden yaptığım canımın içi deve, yüzüme baka baka kahrından hasta düştü” (59). “Bilim denen şey onurumu beş paralık etti, anlayacağın”(60). “Burjuvazi domuz! Yaşım da zaten on dokuz” (81). “Malik koyarız, Malik ki cehennem bekçisinin adıdır”(82). “Küçük gece odası, kırk kadının karanfil kokulu kollarının arası…”(124). “Ne dersin, başımda iyi duruyor mu yarım aylı taç? Ya elimdeki karpuz dilimleri, canım?” (148). “Yesem örgütü beş defa bir demet yasemenle” (153). “Bilimsel bir kader!”(161). “Ruhunu ve beynini gözlerin yanıltıyor. Bilimsel bakmıyorsun. Yağmurun altında bilimle ıslanmak başka, bilimsiz ıslanmak başkadır”(181).

Gece Dersleri, anlatıcı Gülfidan’ın çelişkilerinin içinden çıkaramadığı bu parçalanmış ve dağılmış ruh halini, inançsal sorgulamalar ekseninde de sorunsallaştırmaktadır. “Kendimi upuzun bir duanın serin sularına atmaya kalktım ve gülerek yerlerde öyle çok yuvarlandım ki yüzüm parçalandı” (24). Tükenmiş bir kadının, kendi dâhil kendini oluşturan bütün her şeye yabancılaşmasının, sığındığı son cephenin de kendi içinde sorun taşımasının ironisidir. “Annemin siyah peçesi gözlerimin üstüne düştü”(52). “Eşhedü enna…Eşhedü enna’nın, eşekoğlueşek anlamına geldiğini o vakit öğrendim” (54). Ahlaki gerekçelendirme ve değerlendirme ile yeterince kanıta sahip olmayan Gülfidan, fayda ve sonuç iradesinde özünü teoride doğru kabul ediyor olsa da pratikte yaşadığı çelişkileri yüzünden sorgulama anına düşmektedir.

Latife Tekin, halk anlatı geleneğinin dil malzemelerini, anlatının ana karakteri olan Gülfidan’ın parçalanmış ruh halinin kaynağına inmek adına okuyucuya parodi ve ironi yoluyla sunmaktadır. Gülfidan’ın bilince yaşadığı hesap sürecinde, kendiyle ve kendini oluşturan bütün ögelerle; çocukluğu karşısında annesiyle, anneliği karşısında bulunduğu yapının normlarıyla, kadınlığı karşısında kocasıyla, çelişkileri karşısında inançlarıyla parodisel ve ironisel bir dil ile baş etmektedir. Öyle çelişkiler yumağında rehin kalmıştır ki, ruhu sancılı, hüznü karmaşık, kimliği ve kişiliği yorgundur.

Bir üst-anlatıcının sesi ile başlayan Gece Dersleri, daha ilk sayfadan bir kurmaca metnin içine dâhil olacağımızın ipuçlarını vermiştir. “ Gece Dersleri, gecelerden bir gecenin geçmiş ve gelecek karanlıklarına, ay ve yıldızlarına, “ Güzel küçük gece of…” diye iç döken kadife çiçeği gibi yumuşak bir fısıltıyla başladı” (11). Gerçeklik ile kurmaca arasında sorunsallaşan metin, okuyucuyla doğrudan iletişim haline geçmek ister. Üst-kurmaca; en genel hatları ile yazılan metnin kendi yazılış sürecini metnin konusu haline getirmesidir. ( Koçakoğlu, 2018: 102). Yazarın asıl hedefi; okurun gerçeklik algısını kökten sarsmaktır. Yazar, kimi zaman bu durumu okuyucuya açıkça ifade ederken kimi zaman da örtülü bir biçimde ifade eder. 

Yazar- anlatıcı, “Ruhumun, kurmaca bir mekân içinde kıvrandığı, düşselliğin hızla gerçekliğin yerini aldığı bir başka sonbahar sabahıydı” (136). “ Yazarın Sekreter Rüzgârlı günlerine ilişkin son sayfalar bardaktan boşanan bir yağmuru gerektirdiği için sabırla sonbaharı bekledim” (185). Yazar-anlatıcı bu cümleleri ile okuyucusuna bir kurmacanın içinde olduğunu söylemektedir. Üst-anlatıcının sesiyle son bulan anlatı, “kendi incinmiş sesi[ni]” dinlemeyi düşlemektedir. Bu da bize tüm anlatı boyunca, yazarın sessizce kendi zihni ile konuştuğunu gösterme ve okuyucuyu bu oyunun içine çektiğini göstermektedir.

Sonuç

Latife Tekin, 1980 sonrası Türk edebiyatında yerini bulmuş postmodern kuşağın önemli isimlerinden biridir. Yazar, Gece Dersleri’ni, bir iç hesaplaşma, kendine dönme temaları üzerine inşa ederek postmodern anlatım tekniklerinden olan metinlerarası ilişkiyi ironi ve parodi yoluna başvurarak sağlamıştır. Anlatılanların tamamı, anlatıcının bilincinde canlanan geçmişe dönük hatıralarıdır. Anlatıya hâkim olan bilinçakışı ve iç monolog, kurgu ve biçimin parçalı yapısı, zaman ve mekândaki belirsizlik, bir olay örgüsünün olmayışı Latife Tekin’in Gece Dersleri adlı anlatısını postmodernizim kavramı üzerinden okunmasına olanak sağlamıştır.

Kaynakça

Bressler, Charles E. Yazınsal Eleştiri. Ankara: Birleşik Yayınları, 2017.
Eagleton, Terry. Edebiyat Kuramı Giriş. Çev. Tuncay Birkan. İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2018. Ecevit, Yıldız. Türk Romanında Postmodernist Açılımlar. İstanbul: Everest Yayınları, 2021. Emre , İsmet . Postmodernizm ve Edebiyat . İstanbul: Fidan, 2022.
Gümüş, Semih. Modernizm ve Postmodernizm. İstanbul: Can Yayınları, 2021.
Karaca, Alaattin. «Roman.» Türk Edebiyatı 401 (2007): 78-96.
Karauğuz, Ahmet Melih. Bitmemiş İnşa Postmodernizm. İstanbul: Ketebe Yayınları, 2020. Koçakoğlu, Bedia. Anlamsızlığın Anlamı Postmodernizm. Konya: Palet Yayınları, 2018.

Nitelikli, bilgi içeriği yüksek, akademik ya da yorum içeren kapsamlı yazılar… Bu başlık altında kıymetli yazarların ve akademisyenlerin özel, kısa ya da uzun, alana özgü metinlerini bir arada bulabileceksiniz. Fihrist olarak idealist bir bakış açısıyla nitelikli metinler ortaya koyma arzusundayız. Dolayısıyla, bu başlık, sizler için geniş bir arşiv oluşturma niyetinin ürünü. Yararlanmanız dileğiyle…

Bülten'e Üye Ol

Fihrist Kitap Çalışmalarından Haberdar Ol