Nitelikli, bilgi içeriği yüksek, akademik ya da yorum içeren kapsamlı yazılar… Bu başlık altında kıymetli yazarların ve akademisyenlerin özel, kısa ya da uzun, alana özgü metinlerini bir arada bulabileceksiniz. Fihrist olarak idealist bir bakış açısıyla nitelikli metinler ortaya koyma arzusundayız. Dolayısıyla, bu başlık, sizler için geniş bir arşiv oluşturma niyetinin ürünü. Yararlanmanız dileğiyle…

Berna Moran’ın Edebiyat Kuramları ve Eleştiri’si Üzerine

Yazar: Servet Sena Çelik

Berna Moran’ın 1972 yılında Cem Yayınevi’nden İstanbul’da ilk baskısını verdiği “Edebiyat Kuramları ve Eleştiri” kitabı, yirmi sekizinci baskısı ile beş kısma ayrılmıştır. Birinci kısım üç bölüme ayrılmış iki kuram ve bir eleştiri türünden bahsedilmiştir. Bunlar “Yansıtma Kuramı 1-2” ve “Dış Dünyaya ve Topluma Dönük Eleştiri” bölümleridir. İkinci kısım, “Anlatımcılık 1-2” ve “Sanatçıya Dönük Eleştiri” bölümleri ile üç ana başlıkta ele alınmıştır. Üçüncü kısım, Yeni Eleştiri, Rus Biçimciliği, Yapısalcılık ve Ötesi, Esere Dönük Eleştiri ile bölümlendirilmiştir. Dördüncü kısım ise Okur Merkezli Kuramlar, Okura Dönük Eleştiri ile sadece iki ana başlığa ayrılmıştır. Beşinci ve son kısım ise Edebiyat ve Hakikat, Edebiyatın Tanımı ve Değer Ölçütleri Sorunu, Estetik Yargılar ve Sonuç bölümü ile noktalanmıştır.  Tüm bu başlıkları okur merkezli bir yaklaşım ile özetleyecek olursak;

1.KISIM

Yansıtma Kuramı
En temelinde “mimetik” bir eylem olan sanat, hayatın stilize edilmiş bir “taklit”i, dolayısıyla da bir “yansıma”sı olarak görülmüş, edebiyat pratiğinde olduğu gibi teorisinde de kendine yer bularak kurumsallaşmıştır. Bireysel ve toplumsal yaşamın katmanlarını olay kurgusu içinde yansıtması ile sanat/edebiyat, çerçevesi (sınırı/kapsamı) stilize edilmiş bir ayna gibidir. Plato’nun idealist felsefesinde “mimesis” (taklit), nesneler ve ideler dünyasındaki ilişkiyi belirleyen temel olgulardan/kavramlardan biridir. Nesnelerin duyulur/hissedilir dünyası dışında “aşkın” (transance), kendiliğinden var olan idealar dünyası, varlığın ve yaşamın aslıdır, asli kaynağıdır.

Nesneler, ideaların birer gölgesi, yansıması, kopyası, taklitidir. Platon’un mağara alegorisi ile örneklendirdiği bu varlık düşüncesinden hareketle ortaya çıkan mimetik sanat düşüncesi, Platon’un öğrencisi Aristo tarafından da sanat bağlamında teorik olarak detaylandırılmıştır. Sanatın işlevini ve rolünü, doğanın/yaşamın takliti olarak tayin eden Aristo “mimesis”i, temel bir insani dürtü/özellik olarak görür. Doğaya ve yaşama öykünen özne/sanatçı gördüğü duyduğu şeyi, ya olduğu gibi, ya duyumsadığı gibi, ya da amaçladığı gibi yansıtarak (ki bu üç kategorik düzey farklı sanat pratikleri ve teorileri ortaya çıkarmıştır; gerçek, gerçeklik ve gerçekçilik gibi) yakıtını gerçeğe benzeterek ortaya çıkarır. Bu da Berna Moran’ın ifade ettiği gibi yansıtmacı sanat kuramının temelini oluşturur. Berna Moran kitabında sanatçının gerçeği gerçekliği yansıtma düzeyinin 3 kategoride olduğunu belirtir:
1) Görüneni olduğu gibi yansıtmak (reel düzey).
2) Görünenin özünü yansıtmak (mitsel düzey).
3) Görünenin aslını yansıtmak (ideal düzey).
Görüneni bu üç düzeyden herhangi biriyle yansıtan sanat eseri, nesne/varlık/yaşam ile kurulan ilişkinin boyutuna göre biçimsel ve biçemsel bir varlık kazanır. Bizim, reel, mitsel ve ideal düzey olarak aktardığımız bu 3 kategorik düzey, yansıtma kuramı içinde farklı sanat pratikleri doğurmuştur.

1) Görüngü Dünyasını Yansıtan Sanat

Bu düzlemde sanat eseri, muhatabına/okuyucusuna yaşamın bir kesitini, herhangi bir parçasını olduğu gibi aktarır. Eser ve sanatçı burada birebir “ayna” işlevi görür. Gerçeğin birebir kopyasının taklitinin yansımasını sunar. Gerçeğin yüzeysel takliti olan bu düzey kaba bir gerçekliktir. Salt gerçeğe odaklanan bu yüzeysel yaklaşım, eserin/anlatının imajinatif yönünü es geçerek çıplak gerçek ile muhatap olmamıza aracılık eder. Ne sanatçı, ne eser, ne de özellikle okuyucu bu birebir taklitin, yansıtmanın içinde etkindir; yalnızca basit bir izleyici ve alımlayıcıdır. Dolayısıyla eseri diyalektik olarak inşa edemez, esere sadece şahit olur. Eser’in anlatımının hegemonik yapısı altında kendini de (dolayısıyla Platon bağlamında ideali/hakikati de) inşa edemez.

2) Özü Yansıtan sanat

Bu düzeydeki bir yansıtma sanatçının yaşama ve topluma tuttuğu aynayı (çerçeveyi) daraltması, belli bir alana/öze yoğunlaşması, kişisel bir perspektif katması, kısacası çıplak gerçeği setreylemesi (örtmesi) ve (süslenmesi) ziynetlendirmesidir. Söz konusu örtme ve süsleme fiillerini, gerçeği örtme ve gerçeği süsleme anlamında değil, gerçeğe açı katma ve özünü ortaya çıkarma anlamında kullanıyoruz.

Zira salt gerçek olanın yansıtılması o şeyi (anlatıyı) bize göre sanat kılmaz. Gerçeğin kurmaca dahilinde yeniden inşa edilmesi, eksik ve fazla yerlerinin düzenlenmesi, anlatısal bir gerçeklik kazanması gerekir. Gerçeğin kişisel ve sanatsal bir süzgeçten geçerek ayıklanması (teknik anlamda “eksiltili” bir dil kullanmak ve “eksiltili” bir anlatı kurmak), gerçeğin kabuklarından arındırılıp özüne inilmesi, doğada/yaşamda olanın soyutlanarak stilize edilmesi sanatı basit taklitten ayıran ilk ve önemli adımdır. Gombrich’in “Sanatın Öyküsü” adlı kitabında “çıplak göz kördür” demesi gibi “çıplak gerçek de körelticidir” diyebiliriz.

3) İdeali Yansıtan Sanat

Aristo’nun Poetika’da şaire (dolayısıyla da sanatçıya) biçtiği görev, “gerçekten olan şeyi değil olabilir olan şeyi anlatmak” ve “nesneleri nasıl olmaları lazım geliyorsa o şekilde tasvir etmek”tir. Bu düzlemde sanat yaşamı, varlığı, nesneyi idealize ederek anlatmaktadır. Hocası Platon’un mağara duvarına yansıyan gölgeleri yansıtan sanatı (yani sahtenin sahtesi olan sanatı diyebiliriz bu duruma) mutlak anlamda sağaltıcı bulmaması, yanıltıcı (hakikat’ten uzaklaştıran) bir eylem olarak görmesi gibi, öğrencisi de sanata “ideal” bir işlev yüklemiştir. Eksiltili ve stilize dilin/anlatımın ileri seviyesi olan bu düzeyde sanat, bir yönüyle varlığın, yaşamın “yüce” ile bağını (bu kutsal bir güce olabileceği gibi estetik, etik, ideolojik bir yüce de olabilir) kurmaya odaklanmış, aynanın nesneye değil nesnenin aşkın yönüne tutulduğu müteal bir sanattır.

Yansıtma Kuramı 2

Berna Moran’ın aktardığı şekilde yansıtma kuramının 1900’lü yıllardan sonra Marksist estetik ile buluşması onun tekrar ilgi görmesini sağlamıştır. Romantizm, idealizm gibi akımların toplumsal olaylardan değilse bile toplumsal sorunlardan uzak, halktan kısmen kopuk sanat pratikleri olması, 19. ve 20. yüzyılın sert değişimleri ve ağır koşulları altında yaşayan insanların “toplumsal gerçekçi” olarak adlandırılan yeni sanat teorisi ve pratiğine ilgi göstermesini sağlamıştır. Altyapının (ekonomik ve sınıfsal yapılar) üstyapıyı (kültürel ve sanatsal yapıları) belirlediği ideoloji dahilinde oluşan kuram, marksizmin temel ilkelerini politikleştirdiği gibi poetikleştirmiş ve sanatın merkezine duyuşsal değil olgusal gerçekleri koymuştur. Bu kuram bağlamında sanat, toplumun meselelerini, gündelik ve yaşamsal sorunlarını işleyen, işi, emeği önceleyen, metafizik duyumlardan uzaklaşan ve materyalist bir boyut kazanan maddeci ve toplumcu bir yön kazanır. Ve sanat (özellikle Rus örneğinde görüldüğü üzere) bir propaganda aracına dönüşür.

Lenin’in ifade ettiği üzere “partizan bir sanat” olarak ideolojik bir boyut ve güdümlü bir toplumsallık kazanmaya çalışır. Toplumsal değişimi feodalizmden kapitalizme, kapitalizmden sosyalizme doğru giden değişimi gören sanatçı, halkı bilinçlendirmek için sanatı bir propaganda aracı olarak kullanmalıdır. Sanat bir “üretim”, bir “iş”tir. Yoktan var etmek değil yaşamda ve toplumda var olan birtakım şeyleri (malzemeleri) kullanarak üretilen bir iş olmaklığıyla sanatçı da bir “işçi”dir. Marksist edebiyat kuramının öncüsü sayılabilecek G.Lucaks’ın, bir bilgi türü olarak gördüğü sanatın/edebiyatın, bilimin soyut bilgisinden farklı olarak toplumsal gerçekliğin özünü somutlaştırarak yansıtması söz konusudur. Sonuç olarak bize göre tüm ruhsal ve varoluşsal durumları, sınıfsal, toplumsal ve ekonomik düzleme çekip indirgeyici bir tavır takınır. Toplumsal gerçekçilik kuramı sanatın özünü ve amacını es geçmektedir.

Dış Dünyaya ve Topluma Dönük Eleştiri

Berna Moran bu bölümde yansıtma kuramlarının farklı düzlemlerde/düzeylerde işlevsellikleri olmakla birlikte, ortak açıdan sanatın dış dünyada/doğada/yaşamda olan biten şeyler ile ilişki kurduğunu belirtir. Sanat eserinin meydana geldiği ortamı, yansıttığı gerçeklikten doğan eleştirileri sınıflandırarak açıklar.

Tarihsel eleştiri

En yalın ve kök anlamı ile bir “iş” (Arapça “sun”, iş/eylem demektir) olan sanat, belirli bir zaman diliminde oluşması, o zaman diliminde olan gerçekliği yansıtması ile tarihsel bir olgudur. Dolayısıyla da eserin o tarihsel bağlam ve doku içinde anlaşılabileceği savunulur. Bunun için söz konusu tarihsel yapının, durumun, koşulların bilinmesi gerekir. Yazarın kişisel tarihi (biyografisi) ve eserin toplumsal tarihi (sosyolojisi) öznenin ve nesnenin anlaşılması için gereklidir. Tarihsel eleştiri, yazarı ve eseri belli bir akım veya gelenek içine yerleştirerek belirgin özelliklerini ortaya koymaya çalışır. Benzer ve farklı yönlerini belirgin kılmak eseri anlamak için bir yöntemdir.

 Sosyolojik eleştiri

Belirgin bir tarihsel dönem içinde ortaya çıkan eser, bünyesinde o dönemin belirgin özelliklerini ister istemez barındırmaktadır. Söz konusu bu kişisel ama daha çok toplumsal özellikler eserin öznel değerlendirmelerden kurtarılması için kullanılır. Taine’nın “ortam” sözcüğüyle ifade ettiği sosyolojik yapı eserin anlaşılmasını sağlar.

Marksist Eleştiri

Sanat eserini anlamak için toplumsal ve sınıfsal çatışmalara ve ekonomik yapıya eğilmek gerektiğini savunan bu eleştiri kuramı, sosyolojik eleştiri kuramı gibi olayın nedenlerini araştırmaya yönelir. Sosyal yapı, sınıf farkları, çatışan güçler Marksist eleştiri kuramının temel kavramlarıdır. İyi-kötü, faydalı-zararlı gibi estetik değil etik (sekuler ve pragmatik etik) üzerinden belirlenen kıstaslarla değerlendirilen sanat eseri, topluma (ve hatta devrim’e parti’ye) sağladığı kârla ölçülerek değerlendirilir ve bize göre estetik ölçütlerin, estetik değerlendirmenin dışında kalır. Lucaks gibi estetik duyarlılığı yüksek Marksist kuramcılar propaganda aracı olarak gördüğü sanatı kurtarıp makul bir zemine oturtmaya çalışmışlardır.

2.KISIM

Anlatımcılık

Sanatın dış gerçekliği yansıtması geleneği 19. yüzyıldaki romantiklerin tutumuyla iç’e yönelir. Romantizme göre de sanat bir yansıtma biçimidir fakat söz konusu yansıtma sadece dış’ı (dışsal olanı) değil iç’i (içsel olanı) de kapsar. Romantizm ile birlikte sanat, sanatçının ve dolayısıyla da insanın iç dünyasına tutulan bir “ayna” iç dünyasına açılan bir “pencere” olur. Burada iç dış’ı dışlayan değil içeren bir kavram ve olgudur.

Zira romantizmde, tamamıyla bireysel/kişisel bir anlatı ortamı yoktur. Toplumsal uzamın kişisel bir perspektiften, sanatçının içine doğan bir dışsallıktan söz edebiliriz. Eser, sanatçının doğada/yaşamda olup biten şeyleri, varlıkla nesneyle kurduğu bireysel ve duygusal ilişkiyi anlattığı bir yapıdır. Marksist kuramın bir iş olarak gördüğü sanatı, romantikler bir yaratma eylemi olarak görür ve Berna Moran’ın belirttiği gibi bu yaratı, duyguların anlatımı ve aktarımıdır. Anlatım Berna Moran’ın tasnifinde belirgin bir kavramdır ve dilin imkanlarını kullanım yeteneği ile olayı kurgulayabilecek bir hayal gücünü ön plana çıkarmaktadır. Dolayısıyla sanatçı yansıtma kuramındaki gibi basit bir yansıttım aracı (ayna metaforu) değil kendi iç dünyasından başka iç dünyalar açılan bir pencere (pencere metaforu) gibidir. Anlatım ve adlandırma arasındaki fark romantizmin anlatıcılığını belirgin kılar. Anlatım adlandırma, betimleme, duygu uyandırma değildir. Bu kuramın teorisyenlerinden Collingwood “Duygu uyandırmak amacıyla yazan sanatçı değil zanaatçıdır.” der. Diğer bir kuramcı Croce ise, bilginin mantıksal ve sezgisel, hayalî ve aklî, evrensel ve bireysel türlerinden bahseder ve sanatın sezgisel, imgesel ve evrensel bir biliş türü olduğunu belirtir.

Moran, anlatımcı kuramın nihai olarak işlevsel olmadığını, zira duyguyu anlamak için yazarın kişisel yaşantısına başvurmak zorunda olduğumuzu, oysaki önümüzde sadece eserin olduğunu belirtir. Bize göre ise eser her ne kadar kurmacada olsa yazarın bilinç ve bilinçaltını, hayalini ve gerçeğini, yani yazarın kendisini yansıttığını söyleyebiliriz. Özellikle içsel dünya dışsal dünyadan daha çok yazarın kendisidir ve onun biyografisini bilmeyi de gerektirmez.

 

Aktarımcılık 2

Croce ve Colingwood gibi sanat kuramcılarının belirttiği üzere Sanat sanatçının duygularını dile getirmesi değil muhatabı ile ilişki kuru bu duyguların okura da iletilmesini gerektirir. Tolstoy’un sanat tanımı bu noktada belirgin ve yönlendiricidir. Tolstoy’a göre sanat, insanın bir zamanlar duyumsadığı duyguyu ses, renk, hareket, çizgi ve kelimeler aracılığı ile başkasına aktarılmasıdır. Aktarmanın gerçekleşebilmesi için duygunun dile yani biçime dönüşmesi gerekir Söz konusu biçim/üslup, duygunun aktarım ölçüsünü ve etkisini belirleyen önemli bir ögedir. Berna Moran burada aşçı örneği vererek ak tarımcılık kuramının yetersizliğini vurgular. Bu örneğe göre, titiz bir aşçının zevkle hazırladığı yemeği yiyen kişinin aldığı zevkin aynı olmadığını söyler.

Sanatçıya dönük eleştiri

Anlatımcılık kuramının merkezinde sanatçı olduğu için (ki bu durumu Gombrich “sanat yoktur sanatçı vardır” diyerek öz bir şekilde ifade eder) sanatçıya yönelik eleştiriler söz konusudur. Sanatçının psikolojisi ve kişiliği sanat eserinin öncelediği için sanatçının iç dünyasını, amacını bilmek gerekir. Anlatılan ile amaçlanan her zaman uyumlu olamayacağı için de sanat eserinin tek değerlendirme ölçütü sanatçı olamaz Moran’a göre.

Sanatçının biyografisi hakkında bilgi sahibi olmak elbette eserini anlamının ve daha iyi tahlil etmenin bir yoludur fakat eserin anlamı bağlamını aşabilir, aşmalıdır da. Bize göre sanatçının ve eserinin tüm çağlara bir çağrısı olmalıdır. Eserden hareketle sanatçı sanatçıdan hareketli eseri açıklama bir anlamaya çalışmak birbirini tamamlayan unsurlar olmasına rağmen bütünüyle yeterli şeyler değildir. Berna Moran da sanatçı ile eser arasındaki bağın şüphe götürmez olmadığı fikrindedir ve sanatçının kişiliğinin eseri değerlendirme ölçütü olmayacağını belirtir. Eserin sanatsal başarısı sanatçının kişiliğinden ayrı olarak değerlendirilmelidir. Sanatçının psikolojisi ve kişiliğine yönelik eleştirel kuramlar dışında bir de Freud’un psikanaliz yönteminin birçok alanda olduğu gibi sanat edebiyat alanında da etkin bir uyarlaması söz konusudur. Freud’un bilinç ve bilinçaltına dair “buluş”ları, insanın cinsel kompleksleri ve enerjisi ile yaptığı/yaşadığı şeyler arasındaki bağ, modern insanın adeta teorik olarak yeniden yaratılmasını sağlamıştır. Freud bilinçaltının sanatsal yaratımdaki etkisini ortaya çıkarmaya çalışır.

İlham, içgörü, daimonik güçler, sezgisel duyarlılık gibi etkenleri pek dikkate almayan Freud, kişi ile toplum, (diğer bir deyişle toplumsal bilinç ile kişisel bilinçaltı) arasındaki çatışmayı, özelliklede cinsel çatışma ve bastırma eylemini kişinin hayal dünyasına kaçarak hayal kurarak sonuçlandığını, söz konusu bu hayal kurma eyleminin ise sanatsal eylemle göbek bağı olduğunu söyler. Tatmin edilmemiş her arzu, her tutku, hayal dünyasında yaratılan kurmaca yaşantılar ve kişilikler aracılığıyla dolaylı bir şekilde tatmine kavuşur. Sanatçı eserinde bilinçaltını ortaya döker. Sanatçı nevrotik, eseri ise nevrozlarını somutlaştırdığı alandır olumlu olumsuz anlamda.

Bu bağlamda ilk pislik analiz edebi tahlilleri de kendi yapar özellikle Yunan tragedyasının Dostoyevski romanlarının incelemesini yapan Freud, bu eserlerden hareketle kendi kuramlarını geliştirmiş, kuramlarına dayanak bulmuştur. Freud’un psikanaliz yöntemi birçok eleştirmen tarafından eleştirilmiştir. Berna Moran’da, sanatçının gücünü nevrotik durumu ile değil ruhsal ve sezgisel duyarlılığı ile açıklamak gerektiğini ifade eder. Bize göre de her şeyi libidinal enerjiye, bastırılmış bilinçaltına indirgeyen psikanaliz kuramı, bilinçötesine de uzanmaya çalışan sanatı açıklamaya yeterli bir yaklaşım değildir.

3.KISIM

Berna Moran, üç kısımda işlediği Yeni Eleştiri, Rus Biçimciliği ve Yapısalcılık Kuramları’nı, eser merkezli olmaklığı ile diğer kuramlardan ayırır. Diğer kuramların dış dünyaya, ortama, sanatçının iç dünyasına ve kişiliğine odaklanmasından ayrı olan bu eleştirel kuramlar, eserin estetik yönünü, yani biçimini ve içeriğini merkeze alırlar.

Yeni Eleştiri

1900’lü yılların başında kendinden önceki eleştiren akımlara tepki olarak doğan ve 50’lere kadar etkisini sürdüren kuram, edebiyata edebiyat, sanata sanat olarak bakmayı önceleyen, diğer dış şartları, ikincil durumları merkeze almayan bir kuramdır. Metne ve metnin uyandırdığı anlam dünyasını değerlendirmeye öncelik verir. Richards ve Eliot Mükremin öncüleri olarak belirir. Yeni eleştiri kuramının önem ve ağırlık verdiği dilsel yapıdır, biçimdir. Bu yüzden biçimci bir teoridir. Sanatın her alanında biçim ve içerik eseri meydana getiren iki temel ögedir. Biçimci olarak nitelendirilen bu kuramda anlam tek başına ayırıcı bir vasıf olmamalı, ses ve imge ile yoğurulmalı ve birbirlerinden ayrılamamalıdırlar. Çoğunlukla şiir sanatı için geçerli olan biçimcilik açısından yeni eleştiri kuramı anlamı içerik sorununa da eğilmiştir. Eserin daha çok biçimiyle, yapısıyla ilgilenen ve dış faktörleri öteleyen kuram “estetik özerklik” ilkesine bağlıdır. Dönemin toplumsal ve siyasal yapısından bağımsız olarak değerlendirilmesi gereken sanat eserinin yapısı, içeriği ve anlamı dışlamaz, eseri “güzel/estetik” ölçüsüyle değerlendirmeye çalışır. Güzelin nesnel ve öznel bir değer ölçüt olması meselesi Kur’an içinde tartışılmıştır fakat yeni eleştiri kuramına göre güzel, estetik bir ölçüt olarak daha çok nesneldir ve eser bu bağlamda değerlendirilmelidir.

Rus Biçimciliği

1925-1930 arası 15 yıllık bir dönemde ürün veren Rus biçimcileri sosyalist/komünist ideolojinin sanat anlayışı ile ters düştükleri için baskılanır ve bu da ondan sonra kuramsal bir katkı sağlayamazlar. Bu kurama göre sanat eseri, gerçeği yansıtmak yerine yeni bir biçimde (dolayısıyla gerçeği bozup yeniden kurarak) anlatma işlevine sahiptir. Romanda, şiirde, sinemada yansıması olan Rus biçimciliğinin sentaksa (yani söz/kelime dizimine) ağırlık verdiği görülür. Tekrar eden sesler, zıt sesler, eş anlamlı kelimeler, zıt anlamlı kelimeler, diyalektik bir bütünlük içinde eserin hem biçimini (yapısını) hem içeriğini (anlamını) oluşturarak estetik ve sanatsal bir değer kazandırır.

Yapısalcılık ve Ötesi

Kökeninde, Fransız dilbilimci Seassure’ün, Genel Dilbilim Notları adıyla kitaplaştırılan çalışmasından ortaya çıkan yapısalcılık, sonrasında birçok yazar ve entelektüel tarafından başka alanlarda uygulanarak son dönemlerin en önemli yöntem ve kuramlarından biri olmuştur. Strauss ve Barthes tarafından antropolojiye, Tdorov tarafından edebiyata, Lacan tarafından psikolojiye, Fucault ve Derrida tarafından kültürel metinlere uygulanan yapısalcı yöntem, temelinde dilsel bir yapıya sahip olan tüm anlatı türlerine uygulanmış ne de bu yapıların bir çözümlemesi ortaya konulmuştur. Bir dili oluşturan kelimeleri birer gösterge olarak kabul eden ve dilin gerçekçilikle bağını (anlamsal ilişkisini) “toplumsal rastgelelik” olarak açıklayan yapısalcılık, dilden önce var olan şeyleri dil aracılığıyla sınıflandırarak anlaşılmasına yardımcı olur.

Dil, bu bağlamda saymaca/uzlaşımsal (yani toplumun üzerinde ittifak ettiği anlamsal bütüne sahip) bir yapıdır. Yapısalcılığın edebiyattaki yansıması, Rus biçimciliğinin etkisi ile Fransa’da görülmeye başlanmıştır. Anlatının yapısını mantıksal bir dizilim gibi (önerme, ortaç, sonuç şeklinde) dizerek yapıyı sökmeye ve analiz etmeye çalışan yapısalcı yöntem edebiyatta da söylem, öykü, anlatım katmanlarını açıklamaya çalışır.
Yapısalcılığı sürdüren ve dönüştüren Lacan, Fucault, Barthes ve Derrida gibi düşünürler post-strüktüralizm (yapısalcılık-ötesi) ve de-construction (yapı-söküm) adıyla yöntemin işlediğini ileri düzeylere taşımışlardır. Bu düşünürler arasında edebiyat metinlerine uyguladığı yapısöküm tekniği ile felsefi kuramlara da katkıda bulunan Derrida’nın dekonstrüktivizmi, edebiyat alanında eleştirel bir kuram haline gelmiştir. Yapısökümün temelinde söz-merkezcilik (logocentrism) ses-merkezcilik (phonocentrism) ve Türkçeye en yakın anlamıyla fark/mesafe diye çevrilebilecek “differance” kavramları vardır. Bu üç olgudan söz-merkezci yaklaşımı yanlış bulan Derrida, anlamın dilden önce var olduğunu kabul eden görüşü reddeder.

Ses merkezci yaklaşım İskender iddiaya göre sesin yazıdan üstün, anlama daha yakın olduğu bir görüştür. Zira yazı, anlamı dolayımlama işlemidir. Dil tarafından bir kez dolayımlanan anlam, yazıyla ikinci bir kez daha dolayımlanarak anlamla olan mesafesini açar. Berna Moran’ın ifadesine göre ses ile yazı arasındaki bu fark söz-merkezciliğin yanlış anlamasıdır. Dilden bağımsız düşünce ve anlam yoktur ve Derrida’nın ifadesiyle metin dışında da hiçbir şey yoktur.
Edebiyat metinlerinin uygulandığında, metinlerin anlamı metinde olmayan ve söylenmeyenlerle bağlantılıdır. Yapısöküme tabi tuttuğu metinlerin söyledikleri dışında tersini de söylediğini ortaya koymaya çalışan Derrida, hiçbir metnin tek ve kesin anlamı olamayacağını belirtir.

Bize göre de metnin kesin ve tek anlamı yoktur fakat bu metinden olduğu kadar okuyucudan da kaynaklanan bir fark ve mesafedir. Her okuyucu kendi anlamsal dünyasını, varoluşsal arka planını, dilsel kabiliyetini metne dahil edeceği için tek ve kesin olmayan metnin anlam dünyası çoklu okumaya imkân tanır. Oluşan boşluk bir zaaf değil varlığı ve anlamı ortaya çıkaran bir boşluktur bizce. Kısacası yapısalcılar ve yapısökümcüler metni odaklanarak metindeki zıtlıkları, uyumsuzlukları, çelişkileri ortaya çıkarır. Yeni eleştiri kuramının tam aksini yaparlar. Zira metnin anlamını ve anlamsızlığını vurgulayarak evrensel bir anlamın olduğu iddiasını reddederler.

4. KISIM

Okur Merkezli Kuramlar

Moran’a göre okur merkezli kimi kuramlar çok eski, kimileri ise yenidir. Eserinin söz konusu bölümünde bunların içinden 20. yüzyılda ortaya atılmış iki kuramı incelemiştir.  Birincisi I.A Richards’ın Duygusal Etki Kuramı ikincisi ise Alımlama Kuramı’dır.  Duygusal etki kuramında bütün aletler kullanıldıkları yere, gördükleri işe yani işlevlerine göre tanımlanırlar. Sanat eserinin kendine uygun bir kullanılışı, kendine özgü işlevi varsa tanımı buna dayandırmak mümkündür. Okuduğumuz her eser bizde başka etkiler meydana getirebilir. Eğitici, iyi, kötü vs.  rolü olabilir. Bizi bazı duygularla tanıştırabilir bazı duygulardan arındırabilir.  Bu kuramı incelerken sanatın tanımı ile etkisinin arınma, zevk, heyecan ve estetik yaşantı gibi psikolojik etkiler olduğunu anlayabiliriz. Alımlama kuramı ise sanatın tanımıyla uğraşmaz. Anlam sorununa eğilir. Bu bir duygu sorunu değildir. Düşünsel ve bilgisel bir sorundur. Bundan ötürü alımlama kuramı yorumbilim bağlamında öne sürülmüş bir kuramdır.

Feminist Eleştiri Kuramı: Moran’a göre kimi feministler Marksist eleştiriyi, kimisi psikanalizi, kimisi yazara, kimisi okura dönük eleştiriyi kendilerine örnek almışlardır. Bu yüzden feminist eleştirinin hangi tür kuram altında incelenmesi gerektiği konusunun tartışılabilirliğinden bahsetmiştir.  Eserde, edebiyat yapıtlarına bakıldığında, yalnız gerçek yaşamda değil romanlarda, şiirlerde, oyunlarda kadının aşağılandığına, horlandığına ve böylece ataerkil düzenin bu yoldan da desteklenip talep gördüğüne bu sebeple de feminist eleştirinin, edebiyat yapıtlarında kadına karşı bu tutumu ortaya koyduğuna değinilmiştir. Fakat feminist eleştiri kısa zamanda başka sorunlara da yönelmeyi başarabilmiştir. Özetlenecek olursa feminist eleştirmenlerin Moran’a göre edebiyata iki ana yaklaşımı vardır. Birincisi okur olarak kadına yönelik, ikincisi ise yazar olarak kadına yönelik.

Dördüncü bölümü öznel bir yargıyla ele alacak olursak, estetiğin unsurlarının sanata bakış açımızla doğru orantılı olarak gelişim gösterdiğini dile getirebiliriz. Duygularımız iyi ya da kötü yönlü olarak estetiğe bakış açımızı etkilerken duygusal etki kuramına, edebiyatın sorunlarıyla yüzleşmeye ihtiyacımız varken ise alımlama estetiğine pek tabii ihtiyaç duyabiliriz. Tüm bu başlıkların yanı sıra en temel ihtiyacımız olan feminist eleştiri kuramı her kadın için önemli olmak ile birlikte her duyarlı erkek için de kayda değer bir kuram haline gelmelidir. Kadına şiddet sadece sokakta, toplumun zihniyetinde değil edebiyat kültürünün içinde de kendine yer bulabilmektedir. Kabul gören aciz, kalıplaşmış nice yargıların artık körelir hale gelmesini ancak eleştirerek sağlayabiliriz. Kadın eşitliği için harekete geçirirken ses getirmek için en temel silah feminist eleştiri kuramı olacaktır.

5. KISIM

Okura Dönük Eleştiri: İzlenimci eleştiri okurdan yola çıkan eleştiri yöntemlerinden biridir. Moran’a göre söz konusu kuram kuralcılığa, bilimselliğe ve nesnelciliğe karşı bir tepkiyken eleştiri için de eleştiri olma eğilimindedir. İzlenimci eleştiri kurallara inanmadığı ve eser hakkında herkesçe geçerli yargılar verilmeyeceği kanısında olduğu için eserin nitelikleri ve yapısı üzerinde durmaz. Onlarca eser hakkında söylenenlerin doğru ya da yanlış olması söz konusu edilmez.

İzlenimci eleştirinin bir değeri varsa, bu bir eleştiri yazısında aradığımız özelliklere sahip olduğundan değil, başka alanlarda başarılı oldukları içindir.

Okur Merkezli Eleştiri

Moran’a göre okura dönük eleştirinin izlenimci olmayan bir çeşididir. Okura önemli bir rol tanıyan bu yöntemde okunan söz konusu eserde boşlukların okur tarafından doldurulmasıyla öykü ya da romanın anlamı tamamlanır.

Dördüncü kısmı öznel bir yargı ile ele alacak olursak, okur merkezli her kuram ve eleştirinin etkisi okuyucunun kendi doluluğu ile doğru orantılıdır. Hayal gücü, bilgi birikimi, bakış açısı, hatta okurun bulunduğu psikolojik durum bile bu kavramlar için çok önemlidir. Okur kendi zihin terazisinde ölçtükten sonra ne kadar iyi eser boşluğu doldurabilirse her yeni eser bitiminde bilgi birikimini ve sanat yelpazesini genişletmiş olur. Okur için eleştiri adeta bir öğrenme platformu haline gelir de diyebiliriz.

Beşinci kısım da Edebiyat ve Hakikat

Moran’a göre edebiyat bilimin yaptığı gibi doğrudan hakikati ifade edemez. Öyleyse ya edebiyat hakikati anlatamaz diyeceğiz ya da başka bir çeşit sanata özgü hakikatten söz açacağız der. Ve sonrasında iki olasılıkta, ana başlıklarla, söz konusu ihtimalleri inceler. Birincisi, edebiyatın hakikat ile ilişkisinin varlığını kanıtlar nitelikteyken ikincisi ise edebiyatın hakikat ile ilişkisi olmadığını kanıtlayan kısımlardır. Anlamın duygusallığını bize gösterir. Geriye inanç sorunu kalır, Moran bazı eserlerde belirli ya da belirsiz bir dünya görüşünün bulunduğunu inkar etmenin anlamsızlığından bahsederek bu kısmı tamamlar.

Edebiyatın Tanımı ve Değer Ölçütleri Sorunu: Moran’a göre her bir yöntem, esere kendine göre bir açıdan bakmakta, belli birtakım yönleri üzerine eğilmektedir. Genellikle eleştirmen, kendi bilgisine, yeteneklerine, sanat anlayışına en uygun yöntemi esas yöntem olarak benimser ve diğerlerinden de yararlanır. Hangi yöntemi kullanırsa kullansın bir eleştirmenin söylediklerini kabaca üç kategoriye ayırabileceğimizden bahseder: betimleyici, açıklayıcı ve yorumlayıcı. Açıklama ya da yorum, betimleyici kategori gibi cevabı tek olan ve bundan ötürü herkesçe doğru ya da yanlış sayılacak türden sözler olmadığı için tartışmalara ve anlaşmazlıklara açıktır.

Berna Moran’a Göre Sonuç;

Sanat eseri gerçeği yansıtmak ile kalmamalıdır. Ahlaksal, sosyal ya da politik bakımdan eğitici olmalıdır. Bu durumda değerlendirmede başlıca iki ölçüt ortaya çıkar. Bir, gerçekliğin yansıtılmasındaki başarı. İki, okur ya da toplum üzerindeki etkinin niteliği. Anlatımcılıkta ahlak değerlerinin işe karıştığı olur. Çünkü bazı yaşantıları ahlak açısından değerli bulmamak mümkündür. Bu yüzden yine başlıca iki ölçüt ortaya çıkar. Bir, anlatım ve aktarımda başarı. Bunu sağlayan içtenlik, özgünlük, hayal gücü gibi meziyetler. İki, dile getirilen duygunun, ya da sanatçının kendi kişiliğinin, ahlaksal yönden hayati değeri.

Hayatla sarmaş dolaş edebiyat eserlerinin sadece yapısını dikkate almak ve hayat değerlerine gözümüzü yummak kısır bir yöntemle yetinmek olur. Ne ki yan etkilere önem verenler eserin yapısı üzerinde biçimciler kadar titizlikle durmadıkça onların da ölçütleri bir sanat eserinin hakkını vermekte yetersiz kalacaktır.

Nitelikli, bilgi içeriği yüksek, akademik ya da yorum içeren kapsamlı yazılar… Bu başlık altında kıymetli yazarların ve akademisyenlerin özel, kısa ya da uzun, alana özgü metinlerini bir arada bulabileceksiniz. Fihrist olarak idealist bir bakış açısıyla nitelikli metinler ortaya koyma arzusundayız. Dolayısıyla, bu başlık, sizler için geniş bir arşiv oluşturma niyetinin ürünü. Yararlanmanız dileğiyle…

Bülten'e Üye Ol

Fihrist Kitap Çalışmalarından Haberdar Ol