Nitelikli, bilgi içeriği yüksek, akademik ya da yorum içeren kapsamlı yazılar… Bu başlık altında kıymetli yazarların ve akademisyenlerin özel, kısa ya da uzun, alana özgü metinlerini bir arada bulabileceksiniz. Fihrist olarak idealist bir bakış açısıyla nitelikli metinler ortaya koyma arzusundayız. Dolayısıyla, bu başlık, sizler için geniş bir arşiv oluşturma niyetinin ürünü. Yararlanmanız dileğiyle…

Ahmet Kot'un Şok Şiiri Üzerine Yapısöküm

Yazar: Servet Sena Çelik

Yapısökümü kavramı; şüpheciliği ile maruf olan Descartes değişen ve zamanla gelişerek vatandaşı filozof Derrida tarafından sistemli bir hale getirilen bir arka plana sahiptir. Tıpkı Descartes’de olduğu gibi Derrida hayatı bir kurmaca olarak tasvir ederek çözülmesi bir güç krizin içinde bulunulduğu iddia eder. Bu miras düşünce zaman içerisinde varoluşa dair felsefi bir yöntemden hayatın her alanına ve edebiyata doğru yol alır. Derrida 1960’larda bu kriz odaklı şüpheciliğinden yola çıkan görüşü ‘yapısökümü’ olarak nitelendirerek kâmil bir halde disiplinler arası bir hüviyete sahip olarak bilim dünyasına sunar[1]. Derrida bu kavramı ilk olarak 1967 tarihli Ses ve Fenomen Dergisi’nde kullanacaktır.

Özet olarak bu kavram bir karşı okuma stratejisi olarak tarif edilmektedir[2]. Derrida ’ya göre tüm dilsel yapılar belirli bir kurala dayanırlar. Buradan hareketle sözü merkeze alarak yazıyı ikincil ve türemiş olarak tarif edip gerçeklikle bağlamı kopmuş bir noktada konumlandırırken sözü ise düşünceyi mütememmim eden bir mevcudiyetin sonucu olarak nitelendirir. Yazı-söz arasındaki bu keskin ayrımı da dilsel bir pratik olarak gördüğü yapısökümü eliyle ortaya çıkarmaya çalışacaktır[3].

Derrida’nın ortaya koyduğu ‘yapısökümü’nde T. W. Adorno’nun etkisi büyüktür. Eleştirel Teori’nin önemli isimlerinden birisi olan Adorno, Derrida’ ya o kadar çok etkilemiş olacak ki Derrida eleştirel teoriyi Adorno’dan mülhem yapısökümünün atası olarak gösterecektir. Yine aynı makalesinde Adorno’yu büyük bir tazimle yad edecektir[4]. Arka planına dair malumatlardan sonra hülasa edecek olursak yapısökümü; bir bütündeki parçaları ayırmak ve dizelerin yapısını çözmek maksadıyla edebiyatta kullanılır.

Derrida’ya göre yapısökümcülük otoriteyi reddetmektir. Yani bir genel kabulün ‘doğru’ olarak onaylanmasını Derrida reddeder[5]. Bu bakımdan ele aldığı her yerde çelişkileri tartışma konusu yaparak ‘genel kabul ’ün aksine dair yorumların zirveye çıkış yolundaki taşları döşer. Bu bağlamda Mavera’nın 1977 yılında yayımlanan on ikinci sayısındaki Ahmet Kot’un Şok şiirini inceleyelim.

Ahmet Kot Kimdir?

Şair, çevirmen. 1 Ekim 1953, Eskişehir doğumlu. İlk ve ortaöğrenimini memleketinde tamamladı. Bir süre ODTÜ’de okudu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümünü bitirdi. Kültür Bakanlığı (1974), TZDK Tercüme Servisi (1975) ve TRT İstanbul Televizyonunda (1975-76) çalıştı. Daha sonra Yeni Devir gazetesinin yazı işleri müdür yardımcılığı (1976-77) ve aynı gazetenin Londra temsilciliğini (1977-78) yaptı. Nabi Avcı ve İsmet Özel’le kurduğu Yeryüzü Yayınlarını (1979-83) yönetti. Bir ara Millî Gazete’nin yazı işleri müdürlüğünü üstlendi (1985).

Aynı yıl kurduğu Yazı evi İletişim Hizmetleri adlı kuruluşun sanat yönetmenliği ile Bosna Enformasyon Merkezi direktörlüğü ve uluslararası birçok derginin Türkiye ve Ortadoğu temsilciliğini yaptı. 1991’den itibaren Türkiye Yazarlar Birliği (1991-2005 arası İstanbul Şubesi Başkanı, 2002-2005 arası Genel Başkan Yardımcısı) üyesidir. İlk ürünleri 1971’de Fikir ve Sanatta Hareket adlı dergide yer aldı. Daha sonraki ürünlerini Eskişehir ve Ankara’da arkadaşlarıyla birlikte çıkardığı Deneme ve Gelişme, ayrıca Diriliş, Edebiyat, Mavera, Yeni Türkiye dergileri ile Millî Gazete ve Yeni Devir gazetelerinde yayımladı. 1988’de Türkiye Yazarlar Birliği Yayıncılık Ödülünü aldı. Grafikerler Meslek Kuruluşu, Bilim ve Sanat Vakfı üyesidir.[6]

 

Zerresinden Bütününe Beklenen ‘Şok’

Fethi Gemuhoğlu’nun anısına yazılan Şok şiiri “Derin bir akşamın çerçevesinden “dizeleriyle başlıyor. Şairin verdiği ip uçları vereceği ip uçlarının teminatı oluyor. Derin bir akşamı tek bir çerçeveye sığdırabilir miyiz? Bu derinlik bizi dibe mi götürür kayıp mı eder? “Şehri gözledim sesleri gözledim “Hep bir beklenen, bir gözlenen var ise bu ‘sıradan olanlık’ bize dizeleri erteletmeye yeter miydi?  Sesleri duymayı beklemektense sesleri gözlemek, belki de daha iyi bir tercih olurdu. Duyular yer değiştirdi.

Karşıtlıklar çarpışmaya başladı. Okuyucu ayıran olma şansına da sahip oldu. Buradan fark felsefesine yolculuk ettirmeyi başarırken; “Bir şok bekledim” dizeleri sayesinde bir çelişki ile karşı karşıya kalınıyor. Şok beklenilebilir mi? Beklenebilen şok bizi herhangi bir noktadan diğerine götürebilir mi? Beklenmedik olduğu için şok değil midir zaten? Şairin ümitsizliği, dünyaya meftuniyeti, öte dünyayı saymaması ve derken her şeyi gözleyerek bir şoku sadece beklemesi hangi çaresizlikten ötürüydü?

Şiir “Ama baktım döndü, salındı huzur” dizeleri ile devam ediyor.  Her ne olursa olsun, hangi çelişkide hangi çaresizliğe düşülürse düşülsün, huzur salınıp şaire dönmüştür. Dar alanda bulunan derin çerçeve yerini salınıp gelinebilecek kadar geniş bir yolculuğa bırakıyor. Ve şiirde “Huzur, güneşin kapımıza dizdiği ateş” tanımı ile karşılaşıyoruz. Eğer Huzur kelime anlamı kadar iyiyi tanımlayan bir terim ise, o yakıcı ateş ile nasıl karşılanabiliyor? Bu karşıtlık aslında metnin asıl meselesini bize buldurmak istiyor. 

Şok değil, kesilen bir bıçak” dizeleriyle şiir devam ediyor. Bıçak gibisin ama sen de kesiliyorsun, nefesinde bir günün sonunda kesilecek.  Şok birdenbire başlayıp birdenbire biten adeta bizi andan bir bıçak gibi kesip koparan bir duygudur. An’dan kesiliriz, mekândan kesiliriz, imgeden kesiliriz, yaşamdan kesiliriz hatta şiirden bile kesilebiliriz. Buradan söz konusu kuramımıza da atıf yapmış olalım.

Huzur; kelime olarak “Bir şeyin bir başka şey içinde kaybolması, kişinin kendini kaybetmesi[7].” anlamına karşılık gelir. Insanoğlunun hayatı boyunca aradığı en önemli şeylerin başındadır. Belki de bunların arasında birisidir. Şair huzuru, güneşin getirdiği bir ateş olarak tarif etmektedir. Güneş; yaz demektir. Bahar, neşe, mutluluk, insanın içinde kıpırdayan bir şeyler demektir. Çoğu insan için huzur getirdiği, huzur anlamına geldiği vakidir. Buradan hareketle şunu söyleyebiliriz; güneş dediği olsa olsa hayatın kendisi, huzur dediği olsa olsa ömrün akışı; ateş ise muhtemeldir ki ölümün ta kendisidir.

Güneş ile hayatı benzeştirmek bir bakıma doğruluk ve haklılık payı bulundursa da bir mantık hatasını barındırır. Güneş nihayetinde doğduğu kadar batan da bir şeydir. Tam olarak bir sürdürülebilirlik varsa da bir süreklilik arz etmez. Lakin hayatın kendisi bir sürekliliğe sahiptir, ta ki ölüm gelene kadar.

Yine huzur ve ömrün muhtemel tarifi de çeşitli çelişkileri içinde barındırmaktadır. Ömür insanoğluna bahşedilen, dünyadaki süredir içerisinde huzur olduğu kadar acı, keder, neşe ile ıstırabı da barındırmaktadır. Yine ateşi de ölümle muhtemel özdeşleştirme de bir varoluşsal krizi beraberinde getirmektedir. Ahiret inancına sahip kimseler açısından ölüm, hayatın gerçek tarafı, yaşanılması gereken zaman diliminin ta kendisidir[8].

Şair şiirin devamında şöyle söylüyor: “Seferlerden gönüle biriken korku ne” sefer, Müslümanlar için İslamiyet’i yaymak adına yapılan savaşlar dizisine verilen kavramsal adlandırmadır. Sefer; yani cihat-gaza, Müslümanlar için bir ödevdir[9]. Müslümanlar sefere ya şehit olmak ya da gazi kalmak için çıkarlar. Nihayetinde ödüllerini de inandıkları Allah’tan beklerler. Bu bakımdan seferlerin gönle korku vermesi, seferin ontolojik kavramsallığı bakımından kabul edilemez bir durumdur. Hele ki Fethi Gemuhluoğlu gibi neredeyse her güzel fiilini ‘cihat’ olarak nitelendirme çabasında olan bir isme yazılan bir şiirde böyle bir tasvir ve tabir, yapısökümüne uygun bir krizi beraberinde getirmektedir.

Şair dizelerin devamında şöyle diyor: “Ekmeğinin saltanatını kolla” diyor. Gemuhluoğlu’nun inanç örgüsünde ‘tevekkül’ başat bir rol oynar. Mücadelesini yapar, kenara çekilir ve tevekkül eder. Tevekkülde çizilen en büyük istikamet, rızık noktasındadır. Bu noktadaki şüphenin imani bir sorun olduğuna dair dahi yorumlar yapılmıştır.

Şairin burada saltanattan kastı olsa olsa sürdürülebilirlik ve süreklilik olacaktır. Ekmek saltanatını yani rızkını kollar çağrısı iki açıdan değerlendirilebilir. Eğer manevi anlamda yani ahiret azığın, Fethi Bey’i cennete götürecek ameller silsilesine işaret ediyorsa bir sorun yoktur ancak dünya nimetine dair bir çağrışım varsa, bir sorun teşkil edecektir. Nihayetinde rızıkta tevekkülsüzlük, bir sorunlar bütününü, inançsal boyutta bir eksikliği ifade etmektedir.

Müellif dizelerinin devamında “Sen artık bir gölgesin gel” diyor. Vefat etmiş bir kimsenin cismani varlığı gibi ruhani varlığı da dünyadan irtibatını koparır. En azından İslamiyet’te inanç, bu şekildedir. Ruhların dünya üzerindeki insanlarla iletişime geçtiği veya varlıklarını dünya üzerinde sürdürdükleri, İslamiyet bağlamında bir inançsal sorunu, eksikliği, nakısayı beraberinde getirmektedir. Bu bakımdan ölmüş bir kimsenin ruhuna atfen yapılan bir çağrı, genel kabulde yer alan İslamiyet algısında yer bulması pek mümkün olmayan bir niyet gösterisi ve göstergesi olacaktır.

Şair “Armağan verilen şeytanı varmış” dizesiyle şiirinin sonlarına doğru ilerliyor. Armağan, güzellikleri, iyiliği çağrıştıran bir kelimedir. İnsana, katma değeri olur. Ancak şeytanın varlığı armağan olmaktan çok uzaktır. Şeytan, bütün semavi dinlerde ve istisnaları hariç birkaç seküler din dışında her inanç örgüsünde sakıncalı bir şey olarak görülür. Sakıncalı ifadesi yetersiz dahi kalabilir. Şeytan; semavi dinlerin anlatılarına göre insanları Allah’tan, yaratıcıdan, Tanrı’dan uzaklaştıran başlıca unsurdur. Bu bakımdan şeytanın armağan gösterilmesi teokratik olduğu kadar örgü bağlamında da bir mantık hatasını beraberinde getirmektedir.

Söz konusu şairimizden hareketle; Müslüman şairin şiirini yapısöküme uğratmak zordur. Müslüman; iyi ve kötünün mücadelesinde daima iyinin ve doğrunun yanındadır. Müslüman şairin yapısökümü, ancak kötüye karşılık gelen krizi, çelişkiyi, beklentiyi anlatmak ve anlamak için yapılır. Hatta bu şairler tüm bu bağlamlarda yapısöküme mal olacak dizeler yazarlar da diyebiliriz.

 

Sonuç

Edebiyat kuramları arasında yapısökümü, içerdiği metodolojik form ölçeğinde istisnalar ötesi müstesna bir yere oturmaktadır. Pek çok kuram olana, mevcuda yönelirken yapısökümü, olanın ardına düşmekte, içindeki krizi aramakta, çelişkiler yumağını bir bir ortaya çıkarma çabası ile takipçilerine geniş bir perspektif alanı sunmaktadır. Bu bakımdan yapısökümü, ele alınan metinle ciddi bir bilgi birikimini de uygulayıcısını icbar etmektedir. Özgün bir yaratıcılığa sahiptir.

Biz de bu gerçeklerden hareketle şair Ahmet Kot’un, vefat eden Fethi Gemuhloğlu’nun ardından kaleme aldığı şiiri yapısökümüne uğratmaya çalıştık. Şüphe yok ki seven bir insan için sevdiğini toprağa vermek büyük hüzün ve acıları da beraberinde getirir. Bu yüzden vefat sonrası kaleme alınan şiir de içerisinde özlem, kahır, hüzün, acı, keder gibi duyguları barındırmakla maruf olacaktır. Bu gerçekleri de göz ardı etmeden şiire vicdani süzgeci sabit tutarak ancak bir ilim insanı bilinciyle yaklaşarak şiirin, yapısökümünü yapmaya titiz bir hassasiyet ile gayret ettik.

Şiir, tam olarak imgeler ve metaforlar üzerine kurgulanmış bir düzleme bina edilmiş. Bu bakımdan duyguların tarifi gerçeğini de bilerek yapısökümünü yaparken, anlamadan ziyade bir anlamlandırma süreci büyük bir bilişsel zorunluluğu da beraberinde getiriyor. Ölümün fizik dünyasındaki hallinden sonra metafizik veçhesi onu daha kalıcı ve sürdürülebilir bir bilinç hali noktasına ancak taşıyabilmektedir.

Şair de dizelerinde gerek kahır gerek iyi niyet lakin çokça özlem ve üzüntü ile merhum yad etmiş mümkün mertebe hasretini dile getirmeye çalışmıştır. Biz de bu seslenişteki yapısökümünü yaparak, hayat ve ölüme dair bakışının arka planını yani buzdağın görünmeye tarafını anlatmaya gayret ettik.

 

 

KAYNAKÇA

Kur’an-ı Kerim,

AKKUŞ, M. (1996). “Huzur”, TDV İslam Ansiklopedisi, Ankara: TDV Yayınları

İNALCIK, H. (2018). Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (1300-1600), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları

ÖZTEK, C. E. (2019). “Yapısöküm Kuramı Bağlamında Ahlat Ağacı ve Kelebekler Filmindeki “İmam” Temsilleri”, Stratejik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi.

RUTLİ, E. E. (2016). “Derrida’nın Yapısökümü”, Temâşâ.

RUTLİ, E. E. (2019). “Eleştirel Teori ve Yapısöküm Üzerine: T. Adorno ve J. Derrida Felsefelerine Eleştirel Bir Bakış”, KARE.

YANIK, H. (2016). “Yapısöküm Üzerine Birkaç Not”, Abant Kültürel Araştırmalar Dergisi.

 

[1] ÖZTEK, C. E. (2019). “Yapısöküm Kuramı Bağlamında Ahlat Ağacı ve Kelebekler Filmindeki “İmam” Temsilleri”, Stratejik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, s: 3, sf: 320.

[2] RUTLİ, E. E. (2016). “Derrida’nın Yapısökümü”, Temâşâ, s: 5, sf: 52

[3] RUTLİ, a.g.m., sf: 55-6.

[4] RUTLİ, E. E. (2019). “Eleştirel Teori ve Yapısöküm Üzerine: T. Adorno ve J. Derrida Felsefelerine

Eleştirel Bir Bakış”, KARE, s: 5 (2018): sf: 23.

[5] YANIK, H. (2016). “Yapısöküm Üzerine Birkaç Not”, Abant Kültürel Araştırmalar Dergisi, C: 1, s: 2, sf: 94. 

[6] Bibliyografya, Ahmet Kot, erişim: 5 Haziran 2021, https://www.biyografya.com/biyografi/846

[7] AKKUŞ, M. (1996). “Huzur”, TDV İslam Ansiklopedisi, Ankara: TDV Yayınları, C: 13, sf: 409.

[8] Bkz. Kur’an-ı Kerim, Ankebut Suresi, 64. ayet.

[9] İNALCIK, H. (2018). Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (1300-1600), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, sf: 12.

Nitelikli, bilgi içeriği yüksek, akademik ya da yorum içeren kapsamlı yazılar… Bu başlık altında kıymetli yazarların ve akademisyenlerin özel, kısa ya da uzun, alana özgü metinlerini bir arada bulabileceksiniz. Fihrist olarak idealist bir bakış açısıyla nitelikli metinler ortaya koyma arzusundayız. Dolayısıyla, bu başlık, sizler için geniş bir arşiv oluşturma niyetinin ürünü. Yararlanmanız dileğiyle…

Bülten'e Üye Ol

Fihrist Kitap Çalışmalarından Haberdar Ol