Nitelikli, bilgi içeriği yüksek, akademik ya da yorum içeren kapsamlı yazılar… Bu başlık altında kıymetli yazarların ve akademisyenlerin özel, kısa ya da uzun, alana özgü metinlerini bir arada bulabileceksiniz. Fihrist olarak idealist bir bakış açısıyla nitelikli metinler ortaya koyma arzusundayız. Dolayısıyla, bu başlık, sizler için geniş bir arşiv oluşturma niyetinin ürünü. Yararlanmanız dileğiyle…

Metanın Fetiş Karakterini Anlamak

Yazar: Ayşegül Karayama

Metanın fetiş karakterinin ne olduğuna bakmadan önce belirli kavramların anlamlarını haritalandırmak ve bu harita üzerinden düşünmek en anlaşılır biçimi olacaktır. Öncelikle fetiş karakterini anlamaya çalıştığımız “meta”nın ne olduğuna bakmamız gerekmektedir. Meta, insanların ihtiyaçları doğrultusunda sahip oldukları bir şeyden, diğer ihtiyaç için vazgeçmedir. Mübadele sürecinde gerçekleşir ve hâlihazırda meta, daha çok, mübadele eyleminin aracı halindedir. Metanın toplumsal bir form[1] olduğunu da göz ardı etmemek gerekir. Onun toplumsal anlamlar içerdiğini göz ardı etmek, tüm sürecin mihenk taşını kırmak demektir. Bu anlamda da meta, daha öz toplumsallıklar içeren şeylerin başka toplumsallıklara sahip örtüsüdür.

Aynı zamanda başka bir açıdan kısaca meta; temelde iki değere sahip olan ve bu doğrultuda birincisi, herhangi bir insani gereksinimi gideren, işlevsel olan; ikincisi, kendi gereksinimi için değil, mübadele için üretilen nesnedir. Kısaca metanın sahip olduğu iki değer şunlardır:

1. Kullanım Değeri: Öznel ve özel olandır. Bir şeylerin herhangi bir gereksinimi karşılaması, yararlılığı onu kullanım değeri olması için önkoşuldur. İnsanın emeğiyle yaratılmaksızın birçok şeyin de kullanım değeri vardır ancak her kullanım değeri olan da meta değildir. Çünkü bir şeyin tam anlamıyla meta olabilmesi için bir emek-zaman ve satış amacı gereklidir. Aynı zamanda da mübadele değerinin taşıyıcısıdır, kullanım değeri olmaksızın mübadele ve mübadele değeri söz konusu değildir.

2. Mübadele Değeri: Nesnel olandır. Önce bir kullanım değerinin başka bir tür kullanım değeriyle değiştirilmesindeki nicel ilişki olarak ortaya çıkar. Örneğin 1 kitap ile 3 defter değiştirilir, bu iki meta arasındaki nicel ilişkide mübadele değeri ortaya çıkar. Ancak mübadele değerinin de bu nicel ilişkide, ağırlık, sayı gibi “nicel” unsur olarak var olmadığını görürüz. İkisi arasındaki ortaklık nicel olarak belirlenemez. Örneğin 1 kitap ile 3 defterin değişiminde, 1 tane olan kitap içerisinde 3 defter ederi kadar harcanmış emek-zaman vardır. Bu ortaklığı da, harcanan emek olarak görmemiz mümkün. Mübadele değeri için bir soyutlama da yapılması gerekir. Bu soyutlama için değerlendirilecek özelliklerin “doğal” olması şartı aranmaz. Önemli olan tarihsel bağlamında bir soyutlama yapmaktır. Ortak özellik “emek-zaman”dır.

Tabii tüm bunların sahibinin ismi “para” olacak ve geçmişten günümüze bir ölçüt sayılacak altının yerine parayı esas meta maddesi, nesnesi olarak tüm mübadele süreçlerinde kullanacağız.

Marx da metayı anlamaya çalışırken; nesnelere değerini veren şey nedir? Aniden ilkel çağa ışınlansak ve takas (mübadele) yapmamız gerekse, bir şeyin değerini anlamak için neyi esas alırız? Sorularını sorarak aslında altının niçin ölçüt alındığını, alındığı ilk andan itibaren geri dönüşü olmayan bir “esas alma” biçimini göstermiştir bize. İlk etapta maddelerin ağırlıklarınca ölçüt belirlenirken (örneğin pound para birimi olarak kullanılsa da bir ağırlık birimiydi) günümüzde artık ağırlığının temsil ettiği kadar para şeklinde değer biçilir. Ve evet, tarihsel açıdan baktığımızda -ki özellikle tarihsel ve materyalist bir şekilde bakmamız gerekir bu süreci anlamak için- günümüzdeki metanın para olduğunu, evrensel paranın “dolar” olduğunu bilmekteyiz.

Ancak bu Marx’tan önce veya sonra başka düşünürlerce –Adam Smith gibi- bilindiği üzere değer toprak ya da değerli madenler olarak sayılabiliyordu. İlk etapta en gözde ve mükemmel çağa adını veren “altın” günümüze kadar en değerli mübadele aracı ve değeri sayılmış, ancak artık kendisi değil, kendisinin temsili olan para, ona endekslenerek mübadele aracının nesnesi haline gelmiştir. Elbette ki para yalnızca simgesel bir konumda da değildir çünkü örneğin altın da nasıl topraktan çıkarılma sürecinde bir emek-zaman içeriyorsa para da salt değere sahiptir altın gibi. Başka bir bağlamda paranın ise meta dolaşımları dolayımıyla kapitalist toplumda gittikçe hızlanarak ve yoğunlaşarak varlığını sürekli hissettirdiğini bilmekteyiz. Bu meta dolaşımları da esasen içerisinde metadan paraya, değer biçimlerinden fetişizme kadar birçok faktör barındırdığını hatırlamalıyız.

Basitçe ilk oluşumda meta dolaşımı, -yani aslında paranın dolaşımı- şöyledir ki; bir kişide kendisi için işlevsel ve kullanım değerli olan bir ürün bulunur (bu ürün “meta”dır çünkü artık mübadeleye konu olmuş bir araç konumundadır), kişi bu ürünü başka bir şey almak üzere para karşılığında satacaktır. Daha sonra para aldığı kişi, yani alıcı satın aldığı ürünü/metayı kendisi için bir tüketim nesnesi haline getirecek ama elbette bu alım-satım süreci son bulmaksızın devam edecek ve herhangi bir noktadaki satma eylemi herhangi bir noktada veya tam da onun karşılığı olarak bir satın alma eylemine paralel gelişir. Metanın bu dolaşımı [M-P-M] şeklinde meta satımı, para alımı, meta alımı şeklinde tanımlanır. Bu dolaşım daha sonra satmak için satın almaya, para önce metaya dönüşür sonra ise meta yeniden paraya dönüşür.

Bu paranın hızlı dolaşımlarından sonra daha çok kapitalistlerin dinamikleştirdiği bir dolaşım biçimidir ve kapitalist kar sağlamak için bu [P-M-P] dolaşımındaki ikinci P yani kendine dönen parada ilk satma eyleminden artı bir sonuç elde ederek dolaşımı sürdürür. Aynı zamanda da bu artık para, yani sağlanan kar sermayeye dönüşür ve yine toplumsal süreçlerin tümü bu oluşumlarca inşa edilerek, burjuva denilen sermaye sahibi bir sınıf ortaya çıkarır akabinde. Bir de sahip ol(a)mayan proletarya alt sınıfı oluşmuştur. İşte paranın da, yani metanın para hali dolaşımlarca toplumsal ağlar içerisinde kendine daima yer bulurken bu dolaşımların içerdiği fetiş hali, sınıf ve mekân gözetmeksizin dolaşımlara paralel olarak yoğunlaşmaktadır. İleride bu fetişi sınıf-tüketim, sistem-tüketim bağlamında ele alacağız.

Kapitalizmde, sermayenin egemen olduğu toplumlarda üretilen her şey meta ve bu meta ise mübadeleye konu olan maldır. Dolaşımlarda da gördüğümüz gibi ve dilimizden düşmeyecek meta-maddelerdir aynı zamanda. Ayrıca, kapitalizm içerisindeki tüm çelişkiler bu ikisi arasında sürer, gelişir. Metanın kullanım değeri ve mübadele değeri arasında gelişir. Bizim ele alacağımız metanın fetiş karakteri ve metanın fetişizmi ise bu iki değer, iki uzam arasında gidip gelerek dinamikliğini sürdürür bir atom gibi. Buradan hareketle de bu dinamik unsur-para en fetiş meta sayılacak, tüm toplumsal ilişkileri dolayımlı hale getirerek bunları görünmez kılacak ve insanlar asla onunla doğrudan ilişki kuramayacaklardır.

Metanın Fetiş Karakterine Dair

Metanın fetiş karakterine, Marx’ın bazen meta fetişizmi olarak adlandıracağı bu mistik, karakteristik meselesinde Marx’tan aktaran Aslan’ın dediği gibi metanın fetiş karakteri, genel olarak, maddi varlıkların kendisinde var olmayan niteliklerin, onların cisimlerine içkinmiş gibi algılanması durumudur. Cohen, bunu, bir şeye, kendisinde olmayan güçler atfetmek olarak tanımlamaktadır. Schulz ise, fetişizmin, toplumsal olan ile doğal olanın tersine dönmüş bir şekilde anlaşılmasına dayalı bir yanılma şekli olduğunu ifade etmektedir (Aslan, 2017, s.169).

Metalar, salt bir kullanım değeri olduğu sürece onda hiçbir büyülü, esrarengiz taraf bulunmaz. Dolayısıyla metanın mistik karakteri onun kullanım değeriyle alakalı değildir. Marx’ın da belirtmek istediği gibi:

“Metaların mistik özelliği onların kullanım değerinden doğmuyor.”

Örneğin, tahtadan yapılan bir baston sonucunda tahtanın yalnızca biçimi değişmiştir. Bastonda olağan bir materyal olarak durur. Ancak, meta haline gelir gelmez doğal bir şey olmaktan çıkar, duyularla kavranamayan bir şey olur. “Meta cisminin kullanım değeri bir yana bırakılırsa, geriye metaların yalnızca bir tek özelliği, emek ürünleri olmaları kalır. Ama emek ürünü bile elimizde dönüşüme uğramış bulunur. Emek ürününü kendi kullanım değerinden soyutladığımızda, onu, meta cismini kullanım değeri yapan maddi unsur ve biçimlerden de soyutlamış oluruz. Emek ürünü artık masa ya da ev ya da iplik ya da başka bir yararlı şey değildir.

Tüm duyusal özellikleri yok olmuştur” (Marx, 2017, s.98). Bunu da mübadele değerinin eklenmesiyle görebiliriz. Marx da, metaların mistik özelliğinin, onların meta biçimine girmesiyle ortaya çıktığını, meta biçiminin kendisinden doğduğunu belirtiyor. Meta biçimi, ürünün değişim için üretimidir başında da belirttiğimiz gibi.  Buna mübadele ilişkisi de denilebilir. Bu ilişki,  pazarda kurulan bir ilişkidir. Ürünler, birey ya da grubun kendi ihtiyacını gidermek için değil, toplumsal işbölümü çerçevesinde başkası için yapılan üretimdir. Bir emek ürünü olup emek-zaman unsuru içermektedir. Pazara gelen her meta da başkası için üretilmiştir. Mübadele için oradadırlar. Ve mübadele değeri eklendiği andan itibaren meta, esrarengiz bir hal alır.

Aslında buna metanın iki değerinin özelliklerinden, kullanım değerinin dolaysız, mübadele değerinin dolaylı oluşu sebebini de ekleyebiliriz. Evin bahçesinde yetiştirilen 1-2 kilo domatesin hiçbir toplumsal değeri, dolayımı yokken buna katılan toplumsal değer ve dolayım (mübadele değeri) onu esrarengiz kılar. Biraz geride bahsettiğimiz ve meselenin (fetişizme doğru) özünü barındıran temel unsur duyu dışında olan, gelişen şeyler olup üstünde durmamızı gerektirmektedir. Yani aslında metanın ne olduğundan bahsettiğimizden beri, belki metaya kadar bile çoğu noktada duyu ötesi olan, nesnel olan şeyler bizi bu hususta hep iktisadi, ekonomik kavramlara götürmüştür. Toplumsal olanın da ötesinde, insanın kavrayış biçiminin özellik ve öznelliğini öteleyen başka bir şeydir bu. “Nesnellik” diyeceğiz buna belki ama bu öylesine gözüken kavram meta-mübadele-fetişizm üçgeninde kaçınılmaz bir itme, duyuyu ve duyguyu öteleme halini gösterecektir bize.

Aslan’ın belirttiği gibi “duyusal bir nesnenin, ‘duyu-ötesi’ nitelikler kazanması, metanın fetiş karakterine ilişkin tartışmanın özüyle doğrudan ilgilidir; zira mesele, bunun nasıl mümkün olduğudur” (Aslan, 2017, s.161-162).

Bu imkânın en önemli ilk adımı elbette toplumsal ilişki bağlamında gerçekleşmesinden gelir. Yani metanın kendi başına bir değere sahip olmasının yanında, başka bir metayla karşı karşıya getirildiğinden itibaren farklı-toplumsal bir kimlik kazanması fetişizm yolunda en önemli adımdır, değişimdir. Kaçınılmazdır da aynı zamanda, bir meta diğer bir metayla yani diğer metanın sahip olduğu değerlerle karşılaşır ve ortadaki mübadele ilişkisi/amacı bu kapsamı toplumsal hale getirir.

Böylece üreticilerle kendi emek ürünleri arasındaki ilişki artık yalnızca kendi aralarında olan ilişki değil diğer emek ürünleriyle aralarında oluşan toplumsal ilişkidir. Meta üretiminde insanlar arasındaki bu toplumsal ilişki, şeyler arasındaki bir ilişki olarak görünür: Artık birbiriyle özgül bir ilişki içinde bulunan insanlar değil metalardır. İnsanların toplumsal ilişkileri bu nedenle onlara emek ürünlerinin “sosyo-doğal özellikleri” olarak görünür: Max’ın neyi kastettiği diğer örneği kullanarak ortaya konabilir: Bir yandan açıktır ki “değer”, ağırlık ya da renk gibi, Şeylerin doğal bir özelliği değildir. Diğer yandan ise meta üreten toplumlardaki insanlar için toplumsal bir bağlamda şeyler sanki kendiliğinden “değer” sahibi ve dolayısıyla da kendiliğinden, insanların uymak zorunda kaldıkları, nesnel yasaları izler gibi görürler (Heinrich, 2017, s.83-84).

İşte aslında metanın fetiş serüveni bu toplumsal ilişkiye dayanmış olmakla beraber bunun sürekliliğinin insanları günümüzde de olduğu gibi metaların fetişleşmiş örtüsünün görülmediğini, gör(e)mediklerini göstermektedir.

Tüketim ve Yabancılaşma Boyutuna Dair

Bu süreç içerisinde yabancılaşma, beslenerek büyüyecek bir olgudur, kavramdır. Yabancılaşma, bireyin ilk adımda başlayan ihtiyacının fazlasını mübadele ederek farklı bir kullanım değeri arzulamasından gelir. Bu arzulamanın ise gelişen araçları, oluşan işbölümü çeşitliliğiyle “emek” kavramının başka boyutlara sahip olması dolayısıyla toplumların gelişmesi artık bu gelişime daha aç bireyler yetiştirmektedir. Bu ilerleme açlığı/doyumsuzluğu aslında temeldeki “arzu” eyleminden gelmekte ve birey bütün meseleleri de bu diyalektik ucuyla inşa etmektedir.

Bütün gelişimler, ilerlemeler sonucunda insan artık durdurulamaz bir varlık haline gelmiş ve kadim zamanların yalnızca ihtiyaç fazlasını satarak başka bir ihtiyacı alma/giderme eylemi günümüzde ihtiyaç fazlasını sadece “satın alma” ya dönüştürmüştür. Bunun tersten bakışı ve aslında yönetici kısmı ise; kapitalistin kendi “satın alma” açlığını insanlara dayattığını gösterir “satmak için satın alarak.” Paranın veya metanın kendi içlerindeki dolaşımları veya dönüşümleri dışında aslında insan da bu süreç içerisinde inşa olunan bir varlık olup, karakteristiği ve dolayısıyla istekleri de şekillenmiştir. Modern insan artık kendi ürettiği yürüyen bantların üzerinde Fordist üretimin parçası gibi her gün tekrar ve tekrar üretilmekte olan insandır.

Artık yalnızca o bantları üreterek bir arzu-açlığını meydana getirmemiş, kendisini de yeniden üretmiştir süreçler boyunca. Yine bu insan meta açlığı hisseden, sahip olduğu para-metayı bir an önce elinden atıp ihtiyacı olmayan başka bir metayı almayı arzulayan insandır. Günümüzde insanlar metayı bizzat bu arzu nesneleri ile fetişleştirerek kendilerini de metalaştırmakta, şeyleştirmektedir. Süreç bir bakıma şeylerin şeylenmesi şeklinde sürmektedir çoğu açıdan. Meta, bir şeydir ve şey olma özelliği onu arzulayanlarını şeyleştirmesinden gelir ya da karşılıklı bir şeylenme durumudur bu. Tüm bu süreçlerin öznesi insan, metanın fetiş karakteriyle, fetişleşmesiyle kendisi de nesne olabilmektedir. Bu durumda, bu biçimde bulunan insan elbette fetişleştirdiği; emek-zamanını görmezden geldiği, anlık arzusunu karşılamasını istediği nesneleri her an arzulayacaktır.

Hatta arzu nesnesi bir saniyeliğine bile onun bu beklentisini karşılamayı keserse ondan vazgeçecektir kolaylıkla. İşte, başında bahsettiğimiz kullanım değerine sahip olan meta ne çabuktur ki bu değeri görmezlikten gelinerek sadece değişim değeri gözetilen metaya evrilmiştir. İnsanlar artık arzuladıkları metanın/nesnenin/ürünün onlar için “gerekli” olan “işlevlerine” yani “kullanım değerlerine” bakmayıp; en çok modanın, “popülerliğin” yani dolaylı olarak bu fikir kapsamlarının sahibi olan “kapitalistlerin” istememizi istediği unsurlara bakmaktadır. Renklere, kokulara, kumaşlara, en güçlü temsiller hangisini kullanmışsa en güçlü “marka” o olacak ve markaya da o oranda bakacaktırlar.

Dolayısıyla yine metanın sahip olduğu toplumsal kimlik, toplum içindeki insanların da benliğini değiştirmiş ve “taşıdığı” metalar ölçüsünde kimlikleri de başkalaşmıştır denilebilir. Haliyle toplumlar da zamanla bu tüketim değerlerince kategorize edilecektir. Doğal olarak bu bağlamda bir doyumsuzluğa, işlev-dışı satın almaya ve arzu nesnesinin asıl ihtiyaçların sorgulattığına tanık olmuş bulunmaktayız. Bu hususta Marx’tan aktaran Aslan’a göre;

“Meta fetişizmi, bir yandan, doymak bilmez bir şekilde sürekli olarak her şeyin daha fazlasına ve daha yenisine sahip olmak arzusu olarak anlaşılmaktadır. Günümüz toplumunda tüketimcilik olarak adlandırılan bu toplumsal patolojinin hayli güçlü olduğunu, dolayısıyla terimin bu şekilde anlaşılma eğiliminin buradan kaynaklandığını söylemek mümkün görünmektedir” (Aslan, 2017, s.169).

Son olarak bu doymak bilmezliğin tek sonuç olmadığını, insanların ürettiklerini de bilinçdışı bir halde bu serüvene dâhil ettiğini görmekteyiz. Akabinde gelişmekte olan toplumlardan itibaren bu üretim süreçlerinde çalıştırılan işçiler bilinçlerine kadar sömürülmekte olup; yani kar sağlamak uğruna işçilerin üretimde harcadıkları süreyi artırıp artırdıkları kadarına el koyarak işçileri bilinçsizleştirmektedir. İşçiler gittikçe, denetlenip gözetlenilerek zora sokuldukça, eylemi ve emeği sonucunda elde ettiği ürünün anlamını düşünemez hale gelmiştir, bazen yanlış bilinç içinde bile bulunmuştur.

Bu arka plandaki süreç dâhilinde üretici bu şekilde de meta üretim serüvenine emeğini teslim etmiş olabilir. Öyle ki zaten artık bu süreç üretici için de, tüketici için de artık sadece bir yabancılaşma, kayıtsızlaşma şeklinde sürmektedir. Yani tüketiciler de işçilerin bu emek serüvenine kayıtsız kalmakta -akabinde arzuları karşılanıyor – işçiler de yabancılaşmayı alışmışlık saymaktadır. “[…]Meta fetişizmi, öznesi oldukları süreçlerde insanların kendi iradelerini, kendi emeklerinin ürünü olan meta üretimi ve mübadele süreçlerine bilinçsizce teslim ettikleri, üretim ilişkilerinin toplumsal içeriğinin gözden kaçtığı ve daha önemlisi, insanlar arasındaki ilişkinin nesneler arasında bir ilişki olarak göründüğü şeklinde yorumlanmaktadır” (Aslan, 2017, s.167).

Kaynakça

Aslan, V. U. (2017). Tolumsalın Yitik Öznesi ya da Metanın Fetiş Karakteri. Felsefe ve Sosyal Bilimler.

Heinrich, M. (2017). Değer, Emek, Para. M. Heinrich içinde, Kapitale Giriş. Yordam.

Marx, K. (2017). Meta. K. Marx içinde, Kapital I. Cilt. 2010: Yordam.

[1] Aristoteles’in bahsettiği madde-form ilişkisindeki form’a atfedilmek istenmiştir. Yalnızca meta olmaklığıyla bir örtü oluşturup içerisinde barındırdıkları bizim daha çok duyularla kavradıklarımızdır. Bu form gözle görülemeyendir.

Nitelikli, bilgi içeriği yüksek, akademik ya da yorum içeren kapsamlı yazılar… Bu başlık altında kıymetli yazarların ve akademisyenlerin özel, kısa ya da uzun, alana özgü metinlerini bir arada bulabileceksiniz. Fihrist olarak idealist bir bakış açısıyla nitelikli metinler ortaya koyma arzusundayız. Dolayısıyla, bu başlık, sizler için geniş bir arşiv oluşturma niyetinin ürünü. Yararlanmanız dileğiyle…

Bülten'e Üye Ol

Fihrist Kitap Çalışmalarından Haberdar Ol