Nitelikli, bilgi içeriği yüksek, akademik ya da yorum içeren kapsamlı yazılar… Bu başlık altında kıymetli yazarların ve akademisyenlerin özel, kısa ya da uzun, alana özgü metinlerini bir arada bulabileceksiniz. Fihrist olarak idealist bir bakış açısıyla nitelikli metinler ortaya koyma arzusundayız. Dolayısıyla, bu başlık, sizler için geniş bir arşiv oluşturma niyetinin ürünü. Yararlanmanız dileğiyle…

Kötülük Problemi

Yazar: Kemal Tokgöz

Kötülük Kavramı

Hayatın hemen hemen her alanında karşılaşılan iyilik ve kötülük kavramları hem felsefenin hem de dinler ve teolojisinin ilgilendiği temel kavramlar arasında yer almaktadır. Felsefede özellikle ahlak felsefesi bağlamında sıkça ele alınan kavramlar olsa da kötülük problemi özelinde din felsefesinde de özellikle kötülük kavramının önemli bir yeri olduğu dikkat çekmektedir.

Literatür incelendiğinde geçmişten günümüze pek çok düşünürün çeşitli şekillerde kötülüğü tanımladığı ve kötülük üzerinde farklı düşünceler geliştirdiği görülmektedir. Ahmet Cevizci (2017) tarafından “kötü” kavramı şu şekilde tanımlanmıştır: Amaca uygun olmayan, yetersiz ve kusurlu, endişe ve korku verici olan; acı, rahatsızlık ve zarar veren şey; zararlı etkide bulunan; ahlaki açıdan iyinin karşısında yer alan, kabul edilemez ya da yanlış olan şey; mutluluğa, amaçlara ve ideallere ulaşmayı engelleyen durum ya da oluşum için kullanılan niteleme; bu bağlamda genel bir çerçeve içinde doğadan gelen veya bilinçli insan eyleminin bir neticesi olan ve insanın bu dünyadaki hayatına büyük bir zarar veren oluşum, durum veya şeye kötülük ismi verilmektedir (Cevizci, 2017: 1167).

Türk Dil Kurumu Güncel Türkçe Sözlük’te ise kötülük, şu şekilde tanımlanmıştır: Kötü olma durumu, şer, kemlik; zarar verecek olan davranış ya da söz (Türk Dil Kurumu, 2019).

En genel ve kısa tanımıyla iyinin karşıtı olarak ele alınan kötülük, istenilmeyeni ve hoşlanılmayanı ifade etmek için kullanılmaktadır. Ahlaki açıdan yadsıyıcı, yıkıcı ve değerlere karşıt olanı nitelemektedir. Kötülüğün Latince kökeni incelendiğinde mutsuzluk, musibet, ağrı ve hastalık gibi anlamlara gelen “malum” kelimesiyle (Hançerlioğlu, 20016: 225); Arapça kökeni incelendiğinde ise “şer” kelimesiyle karşılaşılmaktadır (Gelir, 2008: 5).

Kötülük kavramının Türkçede genellikle ahlaki anlamda kullanıldığı dikkat çekmektedir. Batı düşüncesinde doğal afetler ve hastalıklar da kötülük olarak nitelendirilse de Türkçede bu olgular ilk olarak kötülük kapsamında değil, musibet veya bela gibi kavramlarla ifade edilmektedir. Bununla birlikte kötülüğü iyilikle birlikte ele alan, zıtlık üzerinden değerlendiren tanımlar da dikkat çekmektedir. Buna örnek bir tanım şu şekildedir:

1. ) İyinin karşıtı olan,

2.) Değersiz bulmanın, ayıplamanın, kınamanın konusu olan her şey,

3.) Yasaya uygun bir şekilde istencin elinden geldiğince değiştirmeye ve karşı gelmeye hakkı olduğu her şey,

4.) Törel istence ve ahlaki değerlere karşı olan her şey,

5.) Yıkıcı ve düzen bozucu olarak beliren şeyler,

6.) Yadsıma ve olumsuzluk ilkesi olarak beliren şeyler (Akarsu, 1975: 111).

Toplum Bilimleri Sözlüğü’nde ise kötülük kelimesinin, “insanın ihtiyaçlarına, dilek ve çıkarlarına aykırı olan, bir topluma ve toplumsal kümeye, bir bireye zarar verici sayılan, tinsel ya da özdeksel bir olayın, bir nesnenin niteliği” şeklinde tanımlandığı görülmektedir (Ozankaya, 1975: 66). Burada da kötülüğün insan kaynaklı bir kavram olarak ele alındığı dikkat çekmektedir.

Kötülüğün tanımı ya da kötülüğe yüklenen anlamlar, düşünürden düşünüre değişebildiği gibi dönemden döneme de değişebilmektedir. Örneğin, Antik Yunan’da Sokrates (ö. 399) tarafından kötülüğün bilgisizlikten doğduğu ifade edilmektedir. Platon (ö. 347) için kötülük, iyiliğin eksikliğidir. Ayrıca iyiliğin varlığı için kötülük şarttır, çünkü iyiliğin karşısında daima bir şeyin bulunması gerekir (Bademkıran, 2018: 7).

Günümüz kuramcılarından Terry Eagleton ise kötülüğün “anlaşılmaz” olduğunu ileri sürmektedir. Bir eylemin kötü olduğunu söylemek, onun insan anlayışının ötesinde olduğunu söylemektir. Kötülüğe anlaşılabilir nitelikte bir gerekçe sunmak mümkün değildir. Bunun sebebi ise bir gerekçe sunmanın kötülüğü onaylamak anlamına geleceğidir. Bu yüzden kötülük, anlaşılmaz olarak kalacaktır (Eagleton, 2017: 8).

Ele alınan tanımlama ve açıklamalar doğrultusunda kötülüğün çok boyutlu ve karmaşık bir kavram olduğu söylenebilir. Düşünce tarihi boyunca hakkında pek çok fikir belirtilmiş ve yorum yapılmış olan kötülük, kendini tek bir şekilde göstermemektedir. İlgili literatür incelendiğinde birden fazla kötülük çeşidi ile karşılaşılmaktadır.

Kötülük Çeşitleri

Gerek felsefi gerekse dinî bağlamda kötülüğün farklı şekillerde sınıflandırıldığı görülmektedir. En temel sınıflandırma kötülüğü fiziksel veya doğal ve ahlaki kötülük şeklinde ikiye ayırmaktadır. Ancak her iki başlığa da tam olarak dâhil olmayan bir başka kötülük çeşidi de mevcuttur: metafiziksel kötülük. Bu bağlamda fiziksel, ahlaki ve metafiziksel kötülük şeklindeki üçlü sınıflandırmayı temel almanın daha uygun olduğu söylenebilir.

1. Fiziksel Kötülük

Fiziksel kötülük ile kastedilen en genel şey “acı çekme”dir. Kıtlık, yoksulluk, hastalık ve ölüm gibi kötü olduğu kabul edilen şeylerin her biri fiziksel kötülüğe verilebilecek örneklerdir (Yasa, 2016a: 21). McCloskey (1960) tarafından fiziksel kötülükler dört gruba ayrılarak açıklanmıştır:

1.) Bazı Doğal Alanlar: Kar ve buzullarla kaplı yerler, çöller, kurak araziler gibi insanların yaşaması mümkün olmayan yerler.

2.) Doğal Afetler: Yangın, deprem, fırtına, sel ve kıtlık gibi her açıdan canlıları tedirgin ve tehdit eden olaylar.

3.) Zararlı Canlılar: Kaplan ve kurt gibi yırtıcı hayvanlar, sinek gibi mikrop taşıyan ve hastalık bulaştırma ihtimâli yüksek olan canlılar, yılan ve akrep gibi zehirli hayvanlar, bağırsak parazitleri ve kemirgen tenyalar gibi zararlı yaratıklar.

4.) Bedensel Kusurlar: Körlük, sağırlık, dilsizlik ve sakatlık gibi bedensel eksiklikler.

Bu noktada bir parantez açmak gerekirse McCloskey’in yapmış olduğu fiziksel kötülük sınıflandırmasının insan merkezli olduğu söylenebilir. Özellikle “bazı doğal alanlar” ve “zararlı canlılar” kategorilerinin gerçekten bir kötülük olup olmadığı önemli bir tartışma konusudur. Bilindiği üzere bazı canlı türlerinin yaşamlarını sürdürebilmeleri için buzullarla kaplı yerlere ihtiyaçları vardır. İnsanlar için yaşamanın mümkün olmadığı yerler diğer canlılar için gerekli olabilmektedir. Aynı şekilde bu sınıflandırmada “zararlı” canlılar olarak değerlendirilen yırtıcı hayvanların vs. ekolojik dengenin korunması ve sürdürülmesi için son derece gerekli olduğu da bilinmektedir. Dolayısıyla burada “kötülük” olarak ele alınan şeylerin yalnızca insanlara yönelik olarak “kötü” olduklarını söylemek doğru alacaktır. Doğanın bütünü açısından bakıldığında bu “kötülük”lerin fazlasıyla olumlu ve gerekli şeyler oldukları fark edilmektedir.

Fiziksel kötülüğe aynı zamanda doğal kötülük de denilmektedir. Örneğin, John Hick tarafından doğal kötülük, “Hastalığa sebep olan bakteriler, fırtınalar, depremler, kasırgalar, kuraklıklar ve benzeri durumlarda, insan davranışlarından bağımsız olarak gerçekleşen kötülükler” şeklinde tanımlanmıştır (Hick, 1985: 12).

Hick’in yapmış olduğu tanımlamaya benzer bir tanımlama ise Richard Swinburne’de görülmektedir. Swinburne’e göre doğal kötülük, insanlar tarafından istenerek gerçekleştirilmeyen ve insanların ihmallerinin bir neticesi olarak ortaya çıkmayan kötülüklerin tümüdür. Doğal kötülük hem insanlara hem de hayvanlara ait olabilen, fiziksel ve zihinsel acıyı içeren, doğal afetlerin, hastalıkların ve insanlar tarafından öngörülemeyen kazaların peşinden gelen bütün acı izleridir (Manafov, 2006: 28).

Kötülükleri tabii kötülük ve ahlaki kötülük şeklinde iki kategoriye ayırarak sınıflandıran Peterson ve diğerleri (2016), tabii kötülük kategorisinde gayrişahsi güçlerden ya da insan fiillerinden kaynaklanan acı ve bedensel ağrının yer aldığını ifade etmektedir. Bunlar arasında yangınlar, açlık ve seller gibi hadiselerin sebep olduğu dayanılmaz acı ve ölüm ile birlikte kanser, AIDS ve tetanos gibi hastalıkların sebep olduğu zarar ve acı bulunmaktadır.

Burada esas altı çizilmesi gereken nokta, “insan fiillerinden kaynaklanan” ifadesidir. İncelenen diğer fiziksel kötülük tanımlamalarında fiziksel kötülük ile insan davranışlar arasında herhangi bir bağlantı kurulmamaktadır.

Benzer şekilde Alvin Plantinga’nın da fiziksel kötülük ile insan arasında bir bağlantı kurduğu dikkat çekmektedir. Plantinga’ya (1974) göre bazı insanlar ile bazı doğal kötülükler son derece alakalıdırlar. Bu tür insanlar doğal kötülükler olmadan daha az iyilik yapmakta; eğer fazla acı ve zorluk söz konusu olmazsa yapılan iyiliklerin de değeri fazla olmamaktadır.

Görüldüğü üzere bazı düşünür ve araştırmacılar tarafından fiziksel kötülük ile insan ve insan davranışları arasında bağlantı kurulsa da genel olarak bakıldığında fiziksel kötülüğün insan davranışlarından bağımsız olduğu söylenebilir. İnsan ve insan davranışlarıyla doğrudan alakalı kötülük türü denildiğinde ise ahlaki kötülük ile karşılaşılmaktadır.

2. Ahlaki Kötülük

Ahlaki kötülük kapsamında insanların hem acı veren ve haksız davranışları hem de kötü kişilik özellikleri yer almaktadır. Bu davranışlara örnek olarak yalan söyleme, hırsızlık yapma ve öldürme; bu kişilik özelliklerine örnek olarak ise korkaklık, cimrilik ve sahtekârlık verilebilir. Bütün bunlardan dolayı insanlar ahlaken sorumlu tutulabilmektedir (Peterson vd., 2016: 277).

En genel tanımı içinde ahlaki kötülük, insanın iradesini kötü yönde kullanması sonucunda meydana çıkan hata veya günah olarak anlaşılmaktadır. Kıskançlık, yalan söylemek, bencillik, zulüm ve öldürmek gibi davranışların her biri birer ahlaki kötülüktür (Yasa, 2016a: 20). Dini açıdan bakıldığında ahlaki kötülük denildiğinde günah kavramıyla karşılaşılmaktadır. Bu da özgür iradeyi akla getirmektedir.

Genel olarak ahlaki kötülük, Tanrı’nın gücü ile özgür iradenin bağdaştırılamayacağı düşüncesini temel alan birtakım itiraz ve güçlüklere sebep olmaktadır. Söz konusu itirazlar özgür irade ile günah ilişkisinden kaynaklanmakta olup Tanrı’nın kudret sıfatı dikkate alındığında karmaşık bir hâle gelmektedir.

Bu bağlamda ileri sürülen itirazlara örnek olarak ahlaki kötülüklerin sebebi özgür irade ise Tanrı’nın insanı niçin özgür yaratmış olduğu, sorumluluğun iyi bir şey olup olmadığı, iyi ise niçin bütün canlıların sorumlu olmadığı, kötü ise niçin yalnızca insanın sorumlu olduğu, Tanrı’nın her şeye gücü yetiyor ise niçin insanın iradesini kötü yönde kullanmasını engellemediği gibi sorular verilebilir (Gelir, 2008: 25).

Ahlaki kötülük bağlamında öne sürülen söz konusu tartışma ve problemlere Swinburne ve Plantinga’nın görüşleri büyük oranda yeterli cevap vermektedir. Swinburne’e göre Tanrı, bir takım kötü durumlara izin vermeden bazı iyi durumları ya da iyi amaçlarını gerçekleştirememektedir. Ahlaki kötülük söz konusu olduğunda Tanrı, bilgi, düşünce, arzular, hissetme ve benzeri iyi durumları ve bunlar aracılığıyla ortaya çıkacak olan diğer iyi durumları ahlaki kötülük olmadan meydana getirememektedir. Bu iyi durumlar ancak özgür irade ile gerçekleşmektedir ki Tanrı’nın gerçek anlamda insanı özgür irade sahibi yapabilmesi için ahlaki kötülüğe izin vermesi gerekmektedir (Arslan, 2017: 69-70).

Sonuç olarak ahlaki kötülüğün doğrudan insan kaynaklı kötülükleri kapsadığı ve özgür irade ile yakından ilgili olduğu söylenebilir. Kötülük problemi ile ilgili pek çok tartışma ve ileri sürülen görüşün temelinde de ahlaki kötülük olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bunun dışında fiziksel ve ahlaki kötülüğün ardından incelenmesi gereken bir diğer kötülük çeşidi ise metafiziksel kötülüktür.

3. Metafiziksel Kötülük

Metafiziksel kötülük, yaratılmış olduğu varsayılan evrenin sınırlılığı ve sonluluğu olgusuna işaret etmektedir. Bu türdeki kötülüğün anlamı, bir şeyin yapısı itibariyle tamlıktan yoksun olması, başka bir deyişle varlığından dolayı yetkinliğinin eksik olmasıdır (Arık, 2007: 12).

Anlam olarak bakıldığında metafiziksel kötülük kavramının felsefe tarihi boyunca literatürde genişçe tartışıldığı görülmektedir. Ancak terim olarak “metafiziksel kötülük” ifadesi ilk defa Leibniz tarafından kullanılmıştır. Leibniz’e göre fiziksel ve ahlaki kötülük de dahil olmak üzere bütün kötülüklerin temelinde metafiziksel kötülük yer almaktadır (Manafov, 2006: 31).

Leibniz, diğer kötülüklerin temeli olarak kabul ettiği metafiziksel kötülüğü yoksunlukla birleştirmektedir. Yani kötülük, yoksunluktan meydana gelmektedir. Leibniz’e göre eksiksiz ve tam olarak yetkin olan tek varlık Tanrı’dır. Tanrı dışındaki bütün varlıklar var oluşları gereği sonlu ve eksik bir yetkinlik seviyesine sahiptir. Bu eksik yetkinlik veya yoksunluk durumu da kötülüğün ve hatanın imkânını teşkil etmektedir (Cevizci, 2010: 561).

Özetlemek gerekirse yapısı itibariyle zorunlu olarak eksik ve kusurlu olan yaratılmış varlıkların, bu eksik ve kusurlu olmalarına bağlı olarak fiziksel ve ahlaki kötülüğe sebep olan olgu metafiziksel kötülüktür.

Kötülük Problemine Genel Bakış

Kötülük problemi en genel hâliyle, “Tanrı tarafından yaratıldığı kabul edilen dünyada var olan ve Tanrı’nın varlığına veya en azından bazı temel özelliklerine gölge düşürdüğü ya da zarar verdiği düşünülen kötülüklerle alakalı problem” şeklinde tanımlanmaktadır (Cevizci, 2017: 1167).

Düşünce tarihi incelendiğinde kötülük probleminin ne olduğunu anlamaya çalışan ve bu probleme çeşitli çözüm önerileri getirmeye çalışan pek çok filozof ve teologla karşılaşılmaktadır. Dolayısıyla kötülük problemi ile ilgili söylenebilecek ilk şey, bu problem ekseninde kötülük kavramının felsefi ve teolojik açıdan ele alındığıdır. Aynı zamanda bu problemin merkezinde Tanrı, insan ve kötülük bulunmaktadır.

Problem hakkında öne sürülen görüşlerin çeşitliliği ile ilgili küçük bir tablo çizmek gerekirse örnek olarak; “Kötü ve iyi birdir” diyen Heraklitos’tan, “iyiyi meydana çıkarmak için kötünün güçleri daima zorunludur” diyen Friedrich Schelling’den (ö. 1854), “Tanrı acılara acıdığı için acıları yaratmıştır” diyen İbn Arabi’den, “kötülük probleminin teistik inanca yönelik bir meydana okuma” şeklinde otaya çıktığını ifade eden Hick’ten bahsedilebilir (Yasa, 2016b: 193).

Kötülük problemindeki temel nokta, içerisinde kötülük mevcut olan evrenin iyilik, bilgi ve kudret açısından mükemmel ve eksiksiz bir varlık olan Tanrı tarafından yaratılması ve idare edilmesinin mantıklı ve tutarlı olup olmadığıdır. Bazı filozoflara göre kötülük gerçekliği göz önünde bulundurulduğunda Tanrı’ya inanmak makul değildir. Bazı filozoflar ise evrende karşılaşılan kötülüklerin Tanrı’nın var olmadığını iddia etmek için yeterli olmadığını savunmaktadır. Kısaca kötülük probleminin temelinin Tanrı’nın varlığı ile kötülüğün bağdaşıp bağdaşmaması olduğu söylenebilir (Hasker, 2012: 183).

Felsefi ya da teolojik pek çok Tanrı kanıtlamasında sınırsız ve sonsuz, kudret, bilgi, irade ve iyilik sahibi aşkın bir varlık olarak Tanrı’nın var olduğu telkin edilmekte ve çeşitli şekillerde O’nun varlığı kanıtlanmaya çalışılmaktadır.

Tüm bu iddialardaki ortak nokta ise evren ve evrendeki her şeyin Tanrı’ya bağlı olduğu, O’nun tarafından yaratılmış olduğudur. Dolayısıyla iyilik ve kötülük gibi olgular da Tanrı’nın eseridir. Bu noktada iyilik, güzellik ve düzen gibi olguları Tanrı ile bağdaştırmak son derece kolaydır. Ancak söz konusu kötülük ve acılar olduğunda her bakımdan mükemmel ve iyi olan Tanrı ile bu olguları bağdaştırmak oldukça zor olmaktadır (Taylan, 1997: 47).

En yalın ve kısa ifadeyle “iyi bir Tanrı ile evrendeki kötülüklerin bağdaşmadığı” iddiasına dayanmakta olan kötülük probleminin bu bağlamda ilk ifade edilişi Epiküros’a dayanmaktadır. Kötülük problemi ile ilgili pek çok tartışmanın da temelini oluşturan bu ifade bir ikilem biçiminde formüle edilmiştir. (Kiriş, 2008: 86). Epiküros’tan yüzyıllar sonra yaşamış olan David Hume da benzer bir argüman ileri sürmüştür. Kötülük problemi denildiğinde belki de ilk akla gelen isimlerden olan Hume, kötülük problemiyle ilgili üç önerme ileri sürerek kötülük probleminin en çok bilinen temel formülünü ortaya koymuştur. Hume’un argümanı şu şekildedir:

Tanrı kötülüğü önlemek istiyor da gücü mü yetmiyor? O hâlde O güçsüzdür.

Gücü yetiyor da önlemek istemiyor mu? O hâlde O kötücüldür.

Hem gücü yetiyor hem de kötülüğü önlemek istiyor mu? O hâlde kötülük nereden geliyor (Hume, 1983: 229)?

Bu tür bir akıl yürütme ile Hume’un, özellikle teizmin kullandığı en önemli delillerden biri olan Gaye ve Nizam Delili’ni geçersiz kılmaya çalışmakta olduğu söylenebilir. Bazı teizm savunucuları kötülüğün reel varlığını kabul etmemekte, bazıları kötülüğü insanların olgunlaşması için gerekli olan bir araç olarak ele almakta, bazıları sınırlı bir Tanrı anlayışını benimsemekte, bazıları ise kötülüğü Tanrı’nın uyarı ve öfkesine bağlayarak Hume’un ortaya koymuş olduğu ikilemi çözmeye çalışmaktadır. Ancak felsefe literatüründe mevcut olan pek çok problem gibi kötülük probleminde de kesin ve net bir sonuca ulaşılamadığı görülmektedir (Aydın, 2014: 213-214).

Kötülük problemiyle ilgili temel sorulardan hareket eden filozof ve teologlar, kötülük problemini üç temel başlık altında incelemişlerdir:

Varoluşsal Kötülük Problemi: Dünyada mevcut olan kötülüklerden yola çıkarak Tanrı’ya karşı bir başkaldırı ve ahlaki gerekçelerle O’nun reddedilmesi gerektiğini ileri süren kötülük problemi.

Mantıksal Kötülük Problemi: Tanrı tarafından yaratılmış olan dünyada mevcut olan kötülüğün, Tanrı’nın ya gücü ya iyiliği ya da hem gücü hem de iyiliği ile mantıksal olarak çeliştiğini belirten iddiaların oluşturduğu kötülük problemi.

Delilci Kötülük Problemi: Tanrı tarafından yaratılmış olan dünyada mevcut olan kötülüklerin gereksizliğinin ya da fazlalığının, Tanrı’nın varlığını ihtimal dışı kıldığı iddialarından oluşan kötülük problemi (Manafov, 2006: 36). Delilci kötülük probleminin temelinde dünyada iyilikten daha fazla kötülük olduğu söylenebilir (Algül, 2013: 60-61).

Kötülüklerin iyiliklerden çok daha fazla olması konusuna verilen en basit ve temel cevap Mehmet Aydın tarafından verilmektedir. Aydın’a (2014) göre dünyada “gereğinden fazla” veya iyiliklerden daha fazla kötülük olup olmadığını bilmek mümkün değildir. Dünyanın ilk var oluşundan itibaren ne kadar iyilik ve kötülüğün gerçekleşmiş olduğunu hesaplamak mümkün olmadığından, dünyada iyilikten daha fazla kötülük olduğunu söylemek doğru gözükmemektedir.

Kötülük problemi ile ilgili genel bir çerçeve çizebilmek için son olarak üzerinde durulması gereken en önemli kavramlardan biri teodise kavramıdır. Teodise, “Dünyayı yaratırken Tanrı’nın adaletli davranmış olduğunu savunan öğreti veya dünyada mevcut olan kötülüklerin doğurduğu şüpheler karşısında, yaratıcı, sorumlu ve iyi bir Tanrı’nın varlığını, karakterini ya da faaliyetini haklı kılma problemi ve sonuç olarak kötülüklere rağmen tanrısal inayetin gerçekliğini, kötülüğün karşısında koruma tavrını ifade eden terim” şeklinde tanımlanmaktadır (Cevizci, 2017: 1824).

Epiküros ve Hume tarafından yöneltilen ve kötülük probleminin temelini oluşturan sorulara cevap bulma çabası, din felsefesinde genel anlamda teodise olarak adlandırılmaktadır. Antik Yunan dilinde Tanrı ve adalet anlamlarına gelen kelimelerden (“theos” ve “dike”) türetilen teodise kavramının keşfedilmesi, genellikle Leibniz’e atfedilmektedir. Teodise, dar anlamda sadece kötülük problemine yönelik olarak ileri sürülen çözümleri ifade etmek için kullanılmakta iken geniş anlamda ise bir yandan kötülük problemi bir yandan da kötülük problemi ile ilgili çözüm girişimlerinin tamamına denilmektedir (Çınar, 2005: 164). Leibniz’in Teodise isimli eseri incelendiğinde onun kötülük problemini şu şekilde ifade ettiği görülmektedir: Dünyada mevcut olanca bunca kötülüğün kaynağı nedir? Bu kötülükler nereden gelmektedir? Daha önceden kötülüğün nedeni, yaratılmamış ve Tanrı’dan bağımsız olduğuna inanılan maddeye atfediliyordu.

Ancak bizler tüm varlıkların Tanrı’dan geldiğine inandığımıza göre kötülüğün kaynağını tam olarak nerede bulacağız? Tanrı en mükemmel sıfatlara sahip olduğuna göre elbette ki en iyi evreni de yaratacaktır. Ancak bu dünyada inkâr edilemeyecek kadar kötülük bulunmaktadır ( Leibniz, 1993: 135, 201).

Teodise genel olarak teist düşünürler tarafından kullanılmakla birlikte bazı teistlerin teodisiye karşı çıktığı da görülmektedir. Örneğin kötülük problemine yönelik teist savunmaların önde gelen isimlerinden olan Plantinga, hem doğal teolojiye hem de teodise’ye karşı çıkmaktadır. Plantinga’ya göre kötülüğe izin vermek veya onu yaratmak için Tanrı’nın iyi bir sebebi olabilir ve bu sebep insanların anlayamayacağı kadar karmaşık yapıdadır.

Ancak başka pek çok teist düşünür için bu dünya ile ilgili Tanrı’nın amacını ve dünyada gerçekleşen olaylara niçin izin vermekte olduğunu insanların tam olarak anlayamayacak olmaları, bu konuda herhangi bir görüş belirtemeyecekleri anlamına gelmemektedir.

Plantinga’nın iddiasında her ne kadar doğru bir taraf olsa da bu iddianın teodise’nin imkânını ve geçerliliğini ortadan kaldırdığı söylenemez. Örneğin bir ateist ve teist kimsenin Tanrı’nın varlığını rasyonel bir düzeyde tartıştıkları düşünülürse bu durumda kötülük problemi ve kaçınılmaz olarak teodise tartışmasının tümüyle geçerli ve son derece gerekli olduğu söylenebilir (Yaran, 1997: 80).

Nitelikli, bilgi içeriği yüksek, akademik ya da yorum içeren kapsamlı yazılar… Bu başlık altında kıymetli yazarların ve akademisyenlerin özel, kısa ya da uzun, alana özgü metinlerini bir arada bulabileceksiniz. Fihrist olarak idealist bir bakış açısıyla nitelikli metinler ortaya koyma arzusundayız. Dolayısıyla, bu başlık, sizler için geniş bir arşiv oluşturma niyetinin ürünü. Yararlanmanız dileğiyle…

Bülten'e Üye Ol

Fihrist Kitap Çalışmalarından Haberdar Ol