Nitelikli, bilgi içeriği yüksek, akademik ya da yorum içeren kapsamlı yazılar… Bu başlık altında kıymetli yazarların ve akademisyenlerin özel, kısa ya da uzun, alana özgü metinlerini bir arada bulabileceksiniz. Fihrist olarak idealist bir bakış açısıyla nitelikli metinler ortaya koyma arzusundayız. Dolayısıyla, bu başlık, sizler için geniş bir arşiv oluşturma niyetinin ürünü. Yararlanmanız dileğiyle…

Newton Fiziğinin Ekonomik Temelleri Üzerine Felsefi Bir Sorgulama: Keşifler, Sömürü ve Para

Yazar: Abdulkadir Öncel

Giriş

Moskova’da Fizik Enstitüsü’nde yönetici olan Boris Hessen 1931 senesinde İngiltere’nin Londra şehrinde Bilim ve Teknoloji Tarihi Uluslararası Kongresi’nde Sovyet Birliği heyetinin sözcüsü olarak Newton’un çalışmaları üzerine Marksist bir okuma gerçekleştirmiş ve sunumunu takdim etmiştir. Hessen sunumunda Newton’un çalışmalarının nasıl yaşadığı dönemin sermaye sahiplerinin sorunlarına çözüm bulmaya odaklandığını katılımcılara izah ederek bilimin sosyal kökenine vurgu yapmaya çalışmıştır. Kendisi de bir Marksist olan Hessen, Marx ve Engels üzerinden tarihten günümüze kadar ekonomik ilişkilerin nasıl dönüştüğünü anlatmakla birlikte, dar kapsamda Newton’un yaşadığı feodalizm sonrası ve günümüz kapitalizminin öncesine odaklanmıştır.

Dönemin sermaye sahiplerinin ekonomik faaliyetlerini ele alan Hessen, bununla birlikte sermaye sahiplerinin karşılaştığı sorunları da analiz etmeye çalışmış ve bunları başlıklar halinde temellendirmiştir. Bu çözülmeyi bekleyen sorunları genelde fizik alanı ile özelde ise Newton’un çalışmaları ile karşılaştıran Hessen’in sunumu bir bakıma Newton’un Principia kitabının da bir analizi mahiyetini taşımaktadır. Tarihsel olarak dönemin İngiltere’sinin dönüşümünü de ele alan sunum, Newton’un sosyal statüsü, ilgileri, görevleri ve felsefi görüşleri üzerine bir izdüşüm yapmakta ve Newton’un nasıl döneminin toplumsal ilişkilerinin bir çıktısı olduğunu da anlatmaya çalışmaktadır. Biz de bu makalemizde Hessen’in döneminde etki uyandırmış sunumu üzerinden Newton’un çalışmalarının ekonomik temellerine dair felsefi bir sorgulama yapmaya çalışacağız.

Newton Çağında Ekonomi, Teknoloji ve Fizik

Keşiflerin kapsamı, fizik ve teknoloji alanlarındaki gelişmeler için yaptığı çalışmaların anlam ve önemi ve son olarak ortaya koyduğu yasaların doğruluk derecesi Newton’a yönelik özel bir saygıyı her daim uyandırmıştır (Hessen, 2016, 65).

Hessen yaptığı sunumda ya da daha sonra makale olarak da ortaya konulan Newton’un keşiflerinin Marksist okumasında, Newton’a bunları yapmasını sağlayan şeyin kaynağını sorgulamaktadır. Newton’un dehasının nereden kaynaklandığı ve çalışmalarının yönünü belirleyen belirleyicilerin neler olduğunu sorgulayacağını makalenin başında ifade etmiştir.

Bununla birlikte, Newton’a yönelik bilim insanlarının ortaya koyduğu övgülerden de birkaç örnek sunan Hessen, Tanrı’nın bir lütfu olarak görülen Newton’a dair farklı bir bakış sunmak istediğini dile getirir (Hessen, 2016, 66). Newton fiziğini, çağdaş Newton uzmanları yetersiz bulmuş olsa da 17. yüzyıl İngiltere’sinin sosyal, politik ve ekonomik bağlamında açıklama çabası içindeki öncü bir çalışmadır (Graham, 1985,706).

Hessen, sıradan bir analoji ya da analiz yerine makalesinin hemen başında diyalektik maddecilik (materyalizm) ile Marx’ın tarihsel süreç algılayışını Newton’un yaşadığı ve eserlerini ortaya koyduğu dönem bağlamında ele alacağını belirtmiştir.

Marx’ın tarihsel süreç teorisini Ekonomi Politiğin Eleştirisine önsöz’de ve Alman İdeolojisi çalışmalarında açıkladığını ifade eden Hessen, Marx’tan yaptığı direkt alıntılar aracılığıyla, üretici güçlerin gelişmesinde bu ilişkilerin önemini ortaya koyar. Üretim ilişkilerinin de ekonomik yapıyı belirlediğini belirten Hessen, Ortodoks Marxizm’in alt yapının üst yapıyı belirlediği tezini dile getirir (Hessen, 2016, 67).

Toplumsal varlığın bilinci belirlediğini Marx’tan aktaran Hessen tarihsel dönüşümü tarihsel maddeci bir şekilde özetler. İlişkiler üretici gücü desteklerken zamanla bir çatışmaya dönüşür. Toplumsal devrimler aracılığıyla da ekonomik üretim temelinin farklı bir hale geldiğini, bunun da üst yapıyı ürettiğini anlatır (Hessen, 2016, 67).

Lenin tarihin materyalist anlayışının iki türlü sorunu ortadan kaldırdığını belirtir. Birincisi, önceki tarihsel yaklaşımlar insanların tarihsel faaliyetlerini belli ideolojik güdüler üzerinden okumaya yatkındı. Ancak bu okumaların ifade ettiği şekilde ideolojik güdünün kökenini açıklamaktan da acizdiler.

Tarih belli insanların yaptığı bir şey olarak ele alınmaktaydı. Tarihin nesnel yasalarına ulaşılamıyordu. Bir diğer şey de tarihin büyük insanların görüşlerinin hayata geçirilmesi olduğu şeklindeki görüşü yıkarak aslında halk kitlelerinin bir hareketi olduğunun ortaya koyulmasıdır. Kitlelerin hareketini öne alan Marksist yaklaşım onların yaşamının ve toplumsal koşullarının değişimine odaklanmaya başlamıştır (Hessen, 2016, 68). Bu değişim bize başka bir tarihsel okumanın yanında yeni bir sosyolojik bakış açısı da getiriyordu. Diğer yandan Marx’ın da hocası olan Hegel ile bir idealist hesaplaşma içerisine girmesinin ürünüdür. Hegel’e göre fikirler üzerinden yürüyen tarihsel değişim, Marx’ın ifadesiyle ‘‘başının üstünde duran Hegel’in ayakları üzerine oturtulması’’ ile materyalist bir noktaya evrilmiştir.

Marksizm toplumsal sistemlerin nasıl yükseldiği, geliştiği ve çöktüğü üzerine kapsamlı bir bakış açısı sundu. Karşıt eğilimlerin nasıl bir şekilde toplum içerisinde bulunduğunu ve bu eğilimleri yaşam koşulları ve farklı sınıfların üretimine indirgeyerek açıkladı. Toplum içi hâkim fikirlerin de öznellikten öte maddi üretici güçlerin mevcut durumundan ortaya çıktığını ifade etmiştir.

Üretim araçlarına sahip olan egemen grup, üretici güçleri kendisine boyun eğdirir ve hâkim güç olarak tüm sınıfları kendi çıkarları için seferber eder (Hessen, 2016, 68). Bu son paragrafın klasik Marksizm tanımı olduğunu ifade etmekte fayda var. Çünkü genel olarak kapitalizm ve sömürü ilişkileri üzerine en basit düzeyde açıklamalarda bile karşımıza çıkabilecek bu analiz temelde burjuvanın üretim araçlarına sahip olarak, üretim gücü olan proletaryayı kontrolü altına alarak sermayesini arttırmasını ifade eder. Bu iki grup arasında büyük bir zıtlaşma tahayyül edilir. Bu zıtlık yaşam koşulları ile açıklanmakla birlikte bir takım krizlerin ve çatışma teorilerinin de çıkış noktasını oluşturur.

Marx’ın meşhur sözü bu olayı özetleyecek mahiyettedir. ‘‘Egemen sınıfın fikirleri her tarihsel çağda egemen fikirlerdir ve egemen sınıf, fikirlerinin ebedi ve ezeli doğrular olduğunu söyleyerek kendini seleflerinden ayırır’’ (Hessen, 2016, 69). Nitekim bu sözlerin devamında Hessen (2016, 69) tutarlı bir Ortodoks Marksist bakış ile sınıfsız bir toplum düşüncesinden ve ancak bu tip bir proletaryanın gerçek bir doğa ve toplum tarihi üretebileceğini söz eder.

Newton, İngiliz İç Savaşı ve Milletler Topluluğu döneminde bilimsel faaliyetlerinin doruk noktalarındadır. Hessen, Newton’un çalışmalarının Marksist bir analizi, onun çalışma ve dünya görüşünün de bu çağın ürünü olduğu düşüncesini temel almaktadır. Marx tarihin ortaçağ ve modern olarak bilinen dönemlerini özel mülkiyetin farklı şekillerde geliştiği bir tarih olarak ele almıştır. Bu tarihsel dönemler de ilk olarak feodalizm, sonrasında ise feodalizmin çökmesi ile başlayan ticaret ve ürünlerin imalatının başladığı ve geliştiği dönem olarak görülür. Üçüncü dönem ise sanayi kapitalizmidir. Bu dönem en çok bilinen, herkesin malumu olan doğanın sanayi için kullanıldığı, makineleşmenin doruğa çıktığı ve toplumsal olarak iş bölümünün detaylı bir şekilde olgunlaştığı dönemdir (Hessen, 2016, 69).

Hessen’e göre 16. ve 17. yüzyıllarda gelişen doğa bilimlerinin bu gelişimi feodal dönemin ekonomisinin, sermayenin, denizcilik ilişkilerinin ve madencilik ve metalürji olarak ifade edilebilecek ağır sanayinin gelişmesi ile ilişkilidir (Hessen, 2016, 70). Newton’un bilimsel çalışmaları da bu ikinci dönem olan feodalizmin çökmesi ile başlayan ticaret ve ürünlerin imalatının başladığı ve geliştiği dönem içerisindedir. Bu açıdan Hessen ilk başta ticari sermayenin taleplerini incelemeye koyulmaktadır. Ticari sermayenin taleplerinin ne çeşit fizik problem ve çözümlerinin üretimine yol açtığı üzerine eğileceğini ifade ediyor. Bunun için de üç ana alan belirliyor. Bunlar iletişim, sanayi ve savaş alanlarıdır (Hessen, 2016, 71)

İletişim

14. yüzyılda feodal dönem ekonomisi birbiriyle çok bağlantılı olmadığından ötürü, ortaya çıkmış yol inşaatı yapma güdüsü de yoktur. Tam tersine yolların kötü oluşundan feodal baronlar fayda sağlıyorlardı. Bozuk yollarda giden araçların üzerinden düşen paketler yer hakkı denilen bir hak olarak görülüyor ve düştüklerinde geçtikleri yerin sahipleri tarafından sahiplenilebiliyordu. Ayrıca kara ulaşımı, hem mevcut araçların düşük yük kapasitesi ve yavaş olmaları hem de yolların durumu hesaba katıldığında pek verimli bir ulaştırma sistemi değildi. Bu sebeple deniz ve suyolu taşımacılığının ticari faaliyetler açısından çok daha öne çıkan bir yanı söz konusudur (Hessen, 2016, 71).

Fakat her ne kadar deniz taşımacılığı öne çıksa da onun da yetersizlikleri vardı. Özellikle seyahat esnasında geminin konumunu belirleyecek icatlar henüz yapılmamış olduğu için gemiler kıyıya yakın bir mesafede yavaş bir şekilde gitmek zorunda kalıyordu. Pusula 16. yüzyılın ikinci yarısına dek tüm dünyada tam olarak genel kullanıma girmemiştir. Ayrıca pusula ve deniz haritalarının da rasyonel kullanımı için geminin konumunun doğru bir şekilde belirlenmesi adına enlem ve boylam bilgisinin tespitine ihtiyaç vardı.

Bu açıdan o günkü sermayenin zamanın doğru tespitine, hızlı araçlara ve kesinlikle ölçüm araçlarına ihtiyacı vardı. Su taşımacılığı alanında gemilerin tonajlarının arttırılması ve hızlandırılması, gemilerin batmasını engellemek için denge ve dayanıklılığa yönelik

geliştirmeler, konum belirlemek için enlem ve boylam ölçümü ve suyollarını denize bağlamak için kanallar ve yükseltme havuzlarının inşa edilmesi gerekiyordu (Hessen, 2016, 72-73).

O günkü ihtiyaçları dile getiren Hessen sonrasında bu konuda hangi ön koşulların sağlaması gerektiği üzerinde de durur. Öncelikle gemilerin tonajlarının arttırılması için su içinde yüzecek olan kütlenin bağlı olduğu yasanın bilinmesi gerektiğini ifade ediyor. Bu da hidrostatik problemidir.

Batmayı engellemek için de sıvının içindeki kütlenin bağlı olduğu yasanın bilinmesi gerekir. Bu da hidrodinamiğin problemidir ve geminin sallanmaya olan dayanıklılığı sorunu kütle noktası mekaniğinin çözmesi gereken bir sorundur. Üçüncü olarak da enlem belirleme işi gök mekaniğinin varlığı ile ilişkilidir. Son olarak kanallar ve yükseltme havuzlarının inşası da hidrostatiğin temel yasalarının bilinmesi ile mümkündür. Bu da yine mekaniğin hidrostatik ve hidrodinamik ile ilgili problemleri ile ilişkilidir (Hessen, 2016, 73-74).  

Sanayi

Madencilik sanayisi 16. yüzyıl sonrasında hem örgütlenişi hem de idaresi açısından oldukça karmaşık bir organizasyon halini aldı. Kısa süre içerisinde büyük ölçekte bir sanayi oldu. Madenciliğe yönelik meslek birlikleri yani loncalar da bu dönemde kuruldu. Galerilerin kurulması yüksek derecede geometri ve trigonometri bilgisine bağlıydı. Bu sebeple mühendislik alanındaki bilim insanlarının 15. yüzyılda çoğunlukla madenlerde çalıştığı görülür (Hessen, 2016, 75).

Kısaca özetlemek gerekirse madencilik sanayisindeki fizik problemlerinin ilki cevherin yeryüzüne çıkarılması ve bu cevheri yukarı çekecek olan yük asansörlerinin inşa edilmesi için gereken çıkrık ve iskelenin tasarlanması olayıdır. Bu da basit makinelerin bir konusudur. Bir diğer konu havalandırmayı sağlayacak donanım için akımlarının incelenmesidir. Bu da bir kısmı statiğin de içerisinde yer aldığı aeorostatiğin alanına girer.

Üçüncü olarak madenlerdeki suyun pompalanması gerekir. Bunun için de piston pompası gereklidir. Bu da hidrostatik ile aerostatik konusudur. Bir sonraki konu yüksek fırınlarla üretimin yapılmasıdır. Bu da havanın hareket ve basıncına dair araştırmayı gerektirmektedir. Son olarak, su ya da hayvan gücüyle çalışmakta olan preslerin ve ağır çekiçlerin yapılması gerekir. Bu da karmaşık dişli çarklarının ve şanzıman tasarımına dair bir meseledir (Hessen, 2016, 75). Burada görüleceği üzere sanayi temelli problemleri ele alan Hessen konunun bir takım kimya ile ilişkili olanlarının dışında büyük oranda fiziksel problemler etrafında toplandığını bize göstermektedir. Bununla kendi tezini sunmaya devam ederken ulaşım ve daha sonrasında sanayideki fizikle ilişkili talepleri ortaya koymuş oldu.

Savaş ve Endüstrisi

Balistik ve topçuluk ile ilgili çalışmaların ilk teorik temelleri 16.yüzyıla dayanır. 1537 yılında Tartaglia bir merminin uçuş istikametine dair tespitler için çabalamıştı. Bu çalışmaların sonunda 45 derece bir açı ile maksimum uçuş aralığının yakalandığını fark etti. Ayrıca Hartmann ilk defa kalibre ölçeğini icat eden kişi oldu. Bunun anlamı silah üretiminde bir standardizasyonun getirilebilecek olmasıydı. Balistik alanı birçok fizikçinin çalışmalarla hızlı bir şekilde ilerledi.

Galileo da bir merminin izlediği yolun parabolik olarak ölçümüne dair teoriyi dünyaya kazandırdı. Toricelli, Newton, Bernouilli ve Euler gibi isimler merminin uçuşu, hava direnci ve sapmasına yönelik nedenleri çalıştılar. Hessen savaş endüstrisinin özellikle ateşli silahlar bakımından iç ve dış balistik olarak iki farklı noktada ayrıldığını ve bunların fizikle ilişkili çalışmalar sonucu ilerlediğini ifade eder (Hessen, 2016, 78-79).

Hessen balistik ile ilgili mevcut sermayenin çözmesi gereken problemlerin temelini de geniş bir şekilde ele alıyor. Ateşli silahta işleyen süreçler ve geri tepme yani etki tepki yasası gazların sıkışma ve genleşmesinin bilinmesini gerektirir. Temelde mekaniğin ele aldığı bir meseledir. Ateşli silahların sağlamlığı konusu da yine madde direncine bağlıdır. Özellikle Galileo bu mesele ile fazlasıyla ilgilenmiştir. Galileo’nun Matematiksel Kanıtlamalar kitabında ele aldığı bu konu mekanik bir şekilde çözülmüştür. Galileo’nun serbest düşüş problemi ile çokça ilgilenmesinin nedeni de Hessen’e göre merminin hava boşluğunda izlediği yol ile ilgili yer çekiminin kütle serbest düşüşü üzerine etkisi ve merminin ileri atılması ile serbest düşmenin üst üste binmesi problemlerini çözmeye çalışmasıdır.

Kütlelerin dirençli ortamdaki hareketinin hesaplanması ve direncin hızla olan bağlantısının anlaşılması probleminin bir bölümünü teşkil eder. Diğer kısımda da öngörülen mermi yolu sapmalarının atmosfer yoğunluğu ve dünyanın kendi ekseni etrafındaki dönüşünün etkisinin bir sonucu olabilir. Ateşli silahların üretim sürecinin metalürjinin içerisine girmekte olan kısmı bir kenara bırakıldığında bahsedilen konular da temelde mekanik problemlerdir (Hessen, 2016, 80).

Böylelikle Hessen, dönemi anlattı ve o dönemin tarihsel dönüşümünün ardından sermayenin mevcut koşullarda ihtiyacını belirledi. Bu temelde sunumunun girişinde Newton’un döneminin bir insanı olduğu ve sermayenin ihtiyaçlarına cevap verdiği şeklindeki tezini öncelikle dönemin ihtiyaçlarını Newton’un alanına yönelik kısımlarını çıkararak bizlere göstermiş oldu. Tabi ki Hessen’in de kabul ettiği gibi bu sorunların hepsi Newton döneminde çözülmeye kalkışılmadı, kendisinden önce de sonra da bu sorunları çözmeye çalışan bilim insanları vardı.

Çağın Fizik Temaları ve Principia’dan Newton’un İlgilerine

Hessen, taşımanın, sanayinin ve madenciliğin gelişme süreci içerisinde karşılaştığı fizik problemlerin mekanik problemler olduğuna dikkat çeker. Hessen özellikle çağın teknik ve fizik problemlerinin burjuvanın gündeme getirdiği ve çözülmesini istediği ekonomik ve teknik problemler olduğunu söyler. Bu problemlerin bir görev olarak bilim insanlarının karşısına çıkarıldığı ve acil çözüm talep edildiği ifade edilir. Bununla birlikte dönemin üniversitelerini tartışmaya açan Hessen, dönemin sorunları ile ilgilenmeyen bir üniversite yapısı olduğunu ve üniversitelerin nasıl kiliseler ile ilişki içerisinde olduğunu anlatır.

 Doğa bilimleri ile doğrudan ilişkisi olmayan üniversitelerin eğitim yönelimi de aynı şekilde mevcut sorunlara ilgisiz kalmaktaydı. Temel görevleri kilisenin öğretilerini meşru hale getirmek olan üniversitelerin işlevsiz yapısı üniversite dışı bilim yapılanmalarının[1] ortaya çıkmasına neden oldu. Bir anlamda dönemin ruhu ve ihtiyaçları başka tür bir insan tipine ihtiyaç duyuyordu. Hessen üniversite ile burjuvaziye hizmet eden üniversite dışındaki bilim arasındaki ilişkiyi burjuvazi ile feodalizm arasındaki ilişkiye benzetir. Nitekim 1661 yılında Kraliyet Topluluğu[2] ortaya çıktı.

Üyeleri arasında Boyle, Brouncker, Brewster, Wren, Halley ve Hooke gibi isimler olmakla birlikte en önemli üyesi Newton’du. İngiliz Devrimi sonrasında iyiden iyiye gelişen üretici güçleri sorunlarının çözülmesi adına taleplerde bulunurken bilim insanları da bu taleplere karşılık vermek için uğraşıyordu. Nitekim Newton’a düşen görevler de vardı. Kendisinin Doğa Felsefesinin Matematik İlkeleri kitabı Hessen’e göre gösteriyor ki Newton kendisini sentez çalışmalara adamıştı (Hessen, 2016, 80-87).

Hessen (2016, 88-89), Principia’nın da soyut bir matematik dili ile yazıldığını ve kitapta Newton’un çözdüğü sorunların nereden kaynaklandığına ve ne tür taleplerin bir getirisine olduğuna dair bir atıf görmenin mümkün olmadığını belirtir. Her ne kadar kitabının soyut bir dili olsa da Newton’un çağının ihtiyaçlarına cevap vermeye çalışan biri olduğunu ve hayattan bağını kesmiş bir Skolastik olmadığını ifade eder. Özellikle bir geziye çıkacak olan arkadaşına yazdığı mektupta yeni açılan fabrikalara ve madenlere dair gözlemler yapmasını istediğini gördüğümüzde Hessen’in bu konudaki argümanları da güçlenir. Özellikle burada alacağımız tek örnek olan madenlerin dönüştürülmesi konusu Hessen’in tezini oldukça inandırıcı kılmaktadır. Hessen’in vurgu yaptığı mektubun içeriğinin neredeyse yarısının madenlerin dönüştürülmesine ayrıldığını ifade eder. Newton arkadaşından bu konuda oldukça talepkardır. Bu gezi dönüşü için oldukça fazla hediye beklentisi içerisinde olan Newton’un simyaya olan ilgisi de bilinmektedir.

Bununla beraber Hessen bu ilgiyi de dönemin bir ihtiyacı ile ilişkilendirir. Çünkü o dönemde bakır oldukça azdı ve savaşlarda topların dökülebilmesi için bakır gerekiyordu. Ayrıca ticaret gelişmişti. Paraya olan talep oldukça artmıştı. Altın yetersizliği sebebiyle sıradan metallerin bakıra ve altına dönüştürülmesi için bu dönemde ciddi bir arayış söz konusuydu.

Hessen de bu durum ile Newton’un simyaya ve metallerin dönüştürülmesine olan ilgisini birleştirmektedir. Hessen ayrıca Principia’daki temaların nasıl ilk bölümde o günkü sermayenin çözülmesini beklediği ulaşım, sanayi ve savaş endüstrisinin sorunlarına yönelik bir çözüm sunduğunu da uzunca anlatmaktadır. Bu teknik konuları uzunca anlatmak yerine bu makalemizde Newton’un kendi döneminin maddi temeli ile nasıl bağlantılı olduğunu ve Hessen’in bilim tarihine nasıl daha farklı bir perspektif kazandırdığını ele almaya çalışmaktayız.

Newton metalürjiye de ilgiliydi ve bilgi ve yeteneklerini Darphane’deki görevinde de fazlasıyla kullanmıştı. Metallerin dönüşümüne dair çalışmalarda Newton’un Boyle ve Locke ile mektuplaşmalarından da bahseden Hessen, 1692’de Boyle’un East Indian Şirketi’nin bir yöneticisi iken Newton’a metali altına nasıl çevireceğini anlattığını aktarır. Bununla beraber Newton’un Darphane’deki görevleri ile ilgili bir veriye ulaşılamadığını da imalı bir şekilde belirtir. Newton’un 1717’de Maliye Şansölyesi’ne altın ve gümüşün çeşitliliği ve farklı ülkelerde göreceli değerine dair uzun bir not verdiği bilinir. Hessen’e göre bu durum Newton’un yalnızca metallerin dönüşümüne dair simya ile ilgili değil paranın dolaşımına dair de iktisadi ilgisinin olduğunu göstermektedir.

Newton takvim reformu komisyonunda da aktif görev almış birisidir. Nitekim Rumi Takvim Reformu Üzerine Gözlemler isimli bir de çalışması vardır. Bunların hepsi Newton’un dünyadaki teknik ve ekonomik meselelere nasıl yoğun bir biçimde kafa yorduğunun da göstergesidir. Bu açıdan Hessen’in itirazı biraz da Newton için çizilen soyut düşüncenin efendisi rolüne yöneliktir (Hessen, 2016, 90-91). Bu durum Hessen’in benimsemiş olduğu maddeci görüşle de direkt olarak irtibatlıdır. Hessen’in Marx’ın görüşlerine sıkı bir şekilde bağlı olduğunu düşünecek olduğumuzda, Marx’ın Hegel’e idealizm itirazı temelinde Newton için çizilen bu soyut düşüncenin merkezinde yer alan müthiş dahi rolünün vermiş olduğu rahatsızlığı anlayabilmek mümkündür. Hegel’i ayakları üzerine oturtan Marx gibi Hessen’in de bilim tarihi açısından Newton’u ayakları üzerine oturtmak istediği şeklinde bir analoji yapabiliriz.

İngiliz Devrimi Esnasında Sınıf Mücadelesi ve Newton’un Dünya Görüşü

Hessen bu bölümün girişinde genelde tüm fizikçilerin özelde ise Newton’un ele aldığı tüm problemlerin salt ekonomi ile ilgili olduğunu söylemenin indirgemeci bir yaklaşım olacağını kabul eder. Zaten Newton gibi birisinin de yalnızca bu tip indirgemeci bir yaklaşımla tamamen ele alınması olanaksızdır.

Hessen ayrıca toplumsal hayat içerisindeki her şeyin tek bir faktör ile yani ekonomi ile ele alınmasının hatalı olacağını Engels’ten yaptığı alıntı ile belirtir. Ekonomik yapı temeli teşkil eder. Üst yapının da bilim insanlarını etkileyebileceğinden söz etmiştir. Ancak Hessen o dönemde fizikçilerin eğildiği temel problemleri ele aldıklarında sonucun bu olduğunu gördüklerini de ifade eder (Hessen, 2016, 94). Graham, Hessen’in bu durumu açıklamak için teorinin entelektüel içeriği ile üretildiği toplumsal bağlam arasında bir ayrım yaptığını ifade etmiştir (Graham, 1985 707).

Bu yorumlar Hessen ve Marksizm için ilk dönem ön kabullere de dayanmaktadır. Özellikle Marksizm’i en saf hali ile ele aldığınızda bu şekilde temellendirebilseniz de Ortodoks Marksizm’in eleştirildiği en temel konu her şeyi ekonomi ile açıklamaya çalışmasıdır. İdeolojik olarak bir üst yapı söz konusudur elbette nitekim Engels’ten yaptığı alıntı da bu açıdan anlamlıdır. Ancak sonuç olarak üst yapıyı belirleyen de ekonominin kendisidir. Toplumda her konu direkt olarak değil bazen dolaylı olarak da ekonominin bir sonucu olabilir.

Eleştirilebilecek nokta da burasıdır. Hessen de Ortodoks Marksist sayılabilecek birisi olarak her şeyin ekonomi ile açıklanmasına karşı çıksa da sonuç bu yaklaşımın bizi eninde sonunda götürdüğü nokta ekonomik açıklamadır. İlerleyen dönemde Frankfurt Okulu gibi farklı Marksist ekollerin ortaya çıkışının nedeni de Marksizm’in bu halinin farklı nedensellikleri gözden kaçırıyor olmasıdır.

Avrupa’da burjuvazinin feodalizme karşı zaferini belirleyen üç önemli savaş vardır. Franz von Sickingen’in siyasi ayaklanması ve Büyük Köylüler Savaşı, İngiltere’de 1649-1688 Devrimi, Büyük Fransız Devrimi. 17. Yüzyılın ilk başlarında İngiltere’de aristokrasinin kökleri oldukça yeniydi. 1621 yılında parlamentodaki 90 İngiliz asilzadesinin 42’si asilzadeliğini direkt olarak I. James’ten almıştır. Diğerlerinin unvanı da 16.yüzyıldan daha eski bir tarihe dayanmamaktadır.

Bu durum da üst aristokrasi ile Stuartlar arasındaki ilişkiyi açıklar. Yeni aristokrasinin çok kökleşmemiş olması burjuvazi ile daha rahat ilişki kurmasını sağlıyordu. Nitekim İngiliz Devrimi’nin başlangıcını kent burjuvazisi yapmıştır ve orta köylülük yani yeomanlar da onları zafere ulaştırmıştır (Hessen, 2016, 95).

İngiltere’de feodaliteden burjuvaziye geçişin diğer ülkelere göre çok daha hızlı oluşunun en temel nedeni ülke topraklarının yarısından fazlasının çitlemeye maruz kalmış olmasıdır (Moore, 1989, 26). Bu çitleme faaliyetleri zamanla mülkiyet bilincinin de gelişmesine neden olmuştur. Süreç içerisinde aristokrasinin de Hessen’in ifade ettiği gibi çok eski köklere dayanmıyor oluşu ve artık para ile elde edilebiliyor oluşu da aristokrasinin köklerinin çok güçlü olmasını engelleyen unsurlardan biriydi.

Bir diğer önemli husus ise çitleme faaliyetleri ve tarım dışı üretimin İngiltere’de hızlı gelişmiş oluşudur. Bu gelişim ülke içi ciddi bir köylü ayaklanmasının önünü kesmiştir. Fransa’dakine benzer ciddi köylü sorunu yaşanmamıştır. Nitekim Fransa’da yönetim de feodal beyler de köylünün sırtından geçiniyordu. Ancak İngiltere’de üretimin farklılaşmaya başladığı görülmektedir (Moore, 1989, 36-37). İngiltere’de demokrasi bu şartlar altında endüstrinin gelişmesi ve burjuvazinin yükselmesi sonrasında diğer ülkelere göre daha az sancılı olmuştur.

Hessen’e göre Newton da yükselen burjuvazinin bir temsilcisiydi. O günkü dünya görüşü de içerisinde bulunmuş olduğu sınıfın özelliklerini taşıyordu. Engels’in Locke için yapmış olduğu tanımlamayı Hessen de Newton için kullanıyor, 1688’deki sınıfsal uzlaşmanın tipik bir çocuğuydu diyor. Dinsel inançları açısından Newton’un bir Protestan olduğunu ve Socinusçular[3] arasında yer aldığını düşünmemiz için yeterince malzeme olduğunu ifade ediyor. Newton dinsel demokrasi ve toleransı savunuyordu, bununla berber Newton’un dinsel inançları görüşleri üzerinde de büyük bir etki sahibiydi. Newton, Whig Partisi’nin bir mensubu olarak bir yıl kadar milletvekilliği de yapmıştır. Nitekim kendisinin Cambridge Üniversitesi’nin bağlılık yemini etmesi için büyük bir çaba sarf ettiğini ve bu yemini etmelerinin neden gerekli olduğunu anlatan üç argüman ortaya koyduğunu da belirtmek gerekir (Hessen, 2016, 102-103).

Hessen, Principia’nın sadece fizik alanındaki teknik meselelerin anlatıldığı bir eser olmadığını aynı zamanda da bir sistemin ve dünyaya bakışın işaret edildiği bir metin olduğunu belirtir. Hessen’e göre doğa biliminin bağımsızlığını kazanması ilahiyattan kurtulmuş olmasına bağlıdır.

Doğa bilimi doğanın nedensel olarak incelenmesi ve ele alınmasıdır. Nedenselliğin Newton’da da İngiliz tipi bir dini dogma ile ele alındığı ifade edilir. Principia’da temel fikir, gezegenlerin hareketinin iki temel bileşik gücün bir araya gelmesinden ibaret olduğu şeklindedir. Bunlardan birincisi güneşe yöneltilen güç diğeri de ilk hareketin gücüdür. Newton’a göre bu ilk hareket Tanrı tarafından yapılmıştır. Engels’ten yaptığı alıntı ile Hessen de Newton’un güneş sistemine daha fazla müdahaleyi yasakladığını söyler. Hessen bu durumu Tanrı ve nedensellik arası bir işbölümü olarak tanımlar. Bu da İngiliz filozoflarındaki karakteristik bir özellik olan dinsel dogmayı neden-sonuç ilişkisi içerisine yerleştirmektir (Hessen, 2016, 104-105).

Hessen’in İngiliz filozoflarının karakteristik özelliği diye tanımladığı dini bir forma sokulmuş olan nedensellik açıklamasını daha detaylı ele almak gerekirse, Hessen’in bu konuda doğa bilimlerinin gelişimine yönelik önceki paragrafta belirtilen görüşleri bir takım kesin ifadeler içermektedir. Öncelikle doğa bilimlerinin gelişimin ne derece ilahiyatla ilişkili olduğunu anlamak gerekir.

Dönemin bilim insanlarının ekseriyeti bilim yapma motivasyonunu dinden alıyordu. Bu açıdan Galileo ve Newton örnekleri bizim için oldukça önemlidir. Her ne kadar Kilise ile münasebeti sorunlu olsa da Hawking bile ‘Zamanın Kısa Tarihi’’[4] isimli kitabında Galileo’nun ölene dek inançlı bir Katolik olduğunu söylemiştir (Hawking, 1998, 195’den aktaran Bilgili, 2017, 157). ‘‘Newton’a göre Tanrı hakkında bilgi edinmemizin iki yolu vardı, birincisi kutsal kitaplar, ikincisi de Tanrı’nın diğer eseri olan doğa.

‘Tanrı eserleri aracılığıyla bilinir’ sözü Newton’un bilim felsefesini özetlemektedir’’(Doko, 2011, 17-18). Bu tip yorumların Hessen’in maddeci görüşlerinin bir etkisi olduğunu metnin tümü boyunca görüyoruz. Dinin sürece hiç olumlu bir rolünün olmadığı şeklinde bir yaklaşım göze çarpıyor.

Bu durum son dönem bilim tarihi çalışmalarında özellikle Gavroğlu’nun Bilimlerin Geçmişinden Tarih Üretmek ve Steven Shapin’in Bilimsel Devrim kitaplarında ele alınan konulardan biri olduğu ve son dönem tarihçilerinin bu tip bir ayırıcı yaklaşımdan uzak olduklarını ifade edilmelidir.

Bunun yanında bilim felsefesi ve sosyolojisi alanındaki son dönem diye tabir edilebilecek çalışmalar da bu tip Merton’cı anlamda bilimin normlara sahip olduğu şeklindeki düşünceyi yıkmıştır. Özellikle Thomas Kuhn’un Bilimsel Devrimlerin Yapısı kitabı, son kertede görüşleri eleştiriye son derece açık olsa da bilimsel sürecin o kadar da pürüzsüz olmadığını bize gösteren birkaç önemli örnekten biridir. Bilim insanları da bir paradigmayı dogma haline getirebilirler. İlahiyattan kendini ayırmış doğa bilimi ilk dönem katı pozitivizmininin ve Hessen gibi takipçilerinin inandığı kadar değer bağımsız değildir.

Bunun yanı sıra Hessen’in Newton’un ilk itkiyi Tanrı’ya sonraki kısımları da nedenselliğe bağlayarak bir işbölümü yaptığı şeklindeki açıklaması da incelenmelidir. Öncelikle burada Hessen’in kendi kafasındaki bir takım ayrımları sanki Newton’un kafasında varmış gibi sunduğunu ve çelişkili gözüktüğünü belirtmek gerekir. Engels’ten yapmış olduğu alıntının kafasında ayrımlara sebebiyet verdiğini düşündüğümüz Hessen zaten önceki yorumlarında da Newton’un nedenselliğe dini bir formda ele aldığını belirtiyordu. Bu açıdan eğer Newton’da ilk hareket de nedensellik de tanrısal bir içeriğe sahip ise nasıl olur da ilk hareket Tanrı’ya, sonrasındaki her şey Tanrı’dan bağımsız bir nedenselliğe bağlı diyebiliriz?

Bu görüşün kaynağının da ünlü ateist Richard Dawkins’in sıklıkla dile getirdiği God of Gaps (boşlukların tanrısı) argümanı ile ilişkilidir. Bu argümana göre bilim şeylerin aralarındaki nedensellikleri açıkladıkça din de ortadan kalkacaktır. Newton’un açıklayabildiği şeyleri nedenselliğe açıklayamadıklarını da Tanrı’ya bıraktığı şeklindeki düşüncenin din felsefesindeki tezahürüdür. Hessen de ortalama bu noktadan hareket eder. Ancak yukarıda da belirttiğimiz gibi Newton’un nedenselliği de tanrısal bir boyutta olduğu için burada Newton için bir tutarsızlık söz konusu değildir.

Newton Optik[5] isimli çalışmasının 28. Sorusunda maddenin olmadığı uzayda neyin olduğu ve nasıl oluyor doğada her şey düzenli ve uyumlu bir şekilde gidiyor sorusunu soruyordu. Bu soruya da buradan zeki ve her şeye gücü yeten bir varlığın olduğu sonucunun çıkacağı cevabını veriyordu. Hessen’e göre bu sorunun cevabından Newton’un teolojik bir idealizm benimsediğini anlamaktayız. Principia çağının bir ürünü olarak mevcut problemlere çözüm arayışında olmakla birlikte maddeciliği de barındıran bir metindir. Ancak Hessen için bu durum Newton felsefesinin noksanları ve dar mekanik determinizmi sebebiyle bunları geliştirmesine izin vermemekteydi.

Dinsel ve siyasi olduğu gibi felsefi görüşleri itibariyle de Newton kendi döneminin çocuğuydu ve maddeciliğe ve inançsızlığa karşı çıkmıştı (Hessen, 2016, 111-112). Hessen’in Newton’a idealist görüşleri dolayısıyla kızıyor olmasını eleştirmek tarafımızca makul olsa da düşünce gelenekleri hesaba katıldığında mantıklı değildir. Makalemizin başında da ifade ettiğimiz gibi Hessen’in bu Newton okuması tarihsel maddeci bir bakış ile olmuştur. Bu açıdan Hegel idealizmini materyalizme çeviren Marx’ın sıkı bir takipçisi olan ve dini doğa bilimleri açısından zararlı gören Hessen’in maddeciliği reddeden ve bilimi Tanrı’yı anlamak[6] için bir araç olarak kullandığını ifade eden Newton’un görüşlerini eleştirmesi bu bağlamda bu şekilde açıklanabilir.

Enerjinin Korunması

Önemli bir diğer meseleyi burada aktarmak faydalı olacaktır ki o da Hessen’in haklı olduğu bir konu olan dâhilerin ne kadar kabiliyetli olsalar da kendi dönemlerinin üretim güç ve ilişkilerinin dışına çıkabilmelerinin mümkün olmamasıdır. Özellikle Engels’in enerji anlayışı ve Newton’da enerjinin korunumu yasasının olmayışı başlığında buhar makineleri örneğinden ele alınan enerjinin daha verimli kullanımına yönelik tartışma Newton’un bir yetersizliğinden kaynaklanmıyordu.

Sanayinin büyük ölçekteki gelişimi maddenin hareket biçimlerinin incelenmesi ve üretim ihtiyaçları doğrultusunda seferber edilmesi ile mümkün hale geldi. Hessen buhar makinesinin neden ticari sermaye feodal dönemde gelişirken değil de sanayi kapitalizmi yükselirken ortaya çıktığını tartışır (Hessen, 2016, 115). Gelişmeye devam eden sanayi kapitalizmi büyük oranda üretim sürecine odaklamıştı. Bu odaklanma aynı zamanda verimlilik arayışını da beraberinde getirdi. Üretim maliyetlerinin azaltılması emeğin sürekli bir şekilde sömürülmesi ve üretim sürecinin artı değer sağlayacak şekilde geliştirilmesi şeklinde ilerledi. Makinelerin ortaya çıkışı emek üretiminde önemli bir araç haline geldi. Makineler işçinin iş yükünü azaltmadı tam tersine daha fazla çalışmasının önünü açmış oldu. Sanayi kapitalizminin başlangıcı aletlerin kullanılmasıdır. Hessen’e göre de konunun buradaki özü emeğin sıkıca kavranması ve makineli aletin tüm üretim sürecini devrimcileştirmesidir.

Marx’ın makine yorumu da tam da bu makinenin üretim sürecinde devrime neden olduğu yönündeydi. 18. yüzyılda da sanayi devriminin nedeni motorun veya buhar makinesinin icadı değil genişleyen işbölümü vesilesiyle artan üretim gücünün makineyi hem mümkün hem de gerekli kılmasıydı. Buhar makinesi bunlara cevap verebildiği için önem arz ediyordu. Hem de buhar makinesi su ve yakıt tüketiminin az olması sebebiyle üretimi daha ekonomik bir hale getirmesiyle önem kazanıyordu (Hessen, 2016, 117-121).

Elektrikle çalışan buhar makinesinin icat edilmesine kadar normal buhar makinesi en önemli makineydi. Ancak yükselen verimlilik talepleri zamanla termodinamiğin de gelişmesine yani hareketin termal olarak çalışılmasına sebep oldu.

Bu açıdan termodinamik, mekaniğin hemen ardından gelmiştir diyebiliriz. Bununla beraber Hessen’e göre, Newton’un enerjinin korunmasına ve dönüştürülmesine yönelik problemi hiç ele almaması da Newton’un yaşadığı dönemde bu tip bir talebin ve ihtiyacın o gün için elzem olmaması ile ilişkilidir (Hessen, 2016, 124). Bazen de dönemin bilimsel koşulları içerisinde bilim insanlarının sorulara cevap bulamadığı olmuştur. Nitekim Kepler’in gezegenlerin neden çekip gitmek yerine Güneş etrafında döndüğü sorusuna cevap bulmaya çalışsa da dönemin Aristotelesçi fizik anlayışıyla bu soruya cevap vermesi mümkün değildi.

Bu soruya cevap verebilen kişi kütle çekimini keşfeden Newton’un kendisi olmuştu (Topdemir, 2010, 86-87). Aynı durumun Newton için de yaşanmış olması gayet doğaldır. Bu durum bazen soruların henüz ortaya çıkmamış olması kimi zaman da dönemin koşullarının buna imkân tanımaması ile ilişkilidir.

Hessen buhar makinesi üzerinden enerjinin korunması ve dönüştürülmesine dair mekanikten termodinamiğe geçiş konusunu tezini ikna edici kılmak için ortaya koymaktadır. Bu konuda özellikle Newton’un veya başka bilim insanlarının kendilerinden sonra ortaya çıkan talep, ihtiyaç ve sorunlara yönelik bir şey yapmamış olması Hessen’in de söylediği gibi Newton gibi bir dahi için eksiklik değil tam tersine bilim insanlarının kendi dönemlerinin üretim ilişkilerine bağlı oluşları ve bilimin dünyevi kökeni ile ilişkilidir. Nitekim sonraki makine kırıcılar başlığında da Hessen (2016, 130, 133), gelişen sanayi kapitalizminin insan emeğini sömürmesi ve makine kırıcılar temelinde ele alınan vakanın insanların makineye karşı oluşları ile ilgili değil emeklerinin sömürüsüne karşı çıkışları ile ilgili olduğunu ifade etmiştir. Ayrıca kitlelerin sömürülmesinin ve bunun bir sonucu olarak da sefalet içerisinde bırakılmalarının da üretim araçlarının gelişmesi ile ilgisi yoktur.

Bunu sağlayan şey kurulan toplumsal ilişkilerdir. Makalenin son bölümünde bu sorunları dile getiren ve eski güzel günler arayışında olan çevreleri eleştiren Hessen, bunun proletaryanın hâkim olması ile düzelebileceğine yönelik Marksist devrim anlatısını dile getirmektedir.

 Sonuç

Newton yapmış olduğu çalışmaları, keşifleri, yasaları ve tüm katkıları ile her dönem saygı duyulan bir bilim insanı olmuştur. Bilim tarihçilerinin bu denli büyük bir katkı yapmış bilim insanına yönelik teveccühleri yeterince takdir edici olsa da birbirlerine benzer okumalardı. Boris Hessen 1931 yılında Londra Bilim ve Teknoloji Tarihi Uluslararası Kongresi’nde Sovyetler Birliği adına Newton’un çalışmalarının tarihsel materyalist (maddeci) Marksist bir okumasını sundu. Hessen, Newton’un çalışmalarının analizini yaparken Newton’un kendi döneminin bir insanı olduğunu ve çalışmalarının da kendi çağının sermayesinin sorunlarına yönelik olduğunu iddia etti.

Sanayi kapitalizmi öncesinde çalışmalarının en üst noktasına ulaşan Newton, sermayenin o günkü iletişim, sanayi ve savaş alanlarındaki acil çözülmeyi bekleyen ve çoğunlukla fizik alanında toplanan sorunlarına çözüm aramıştır.

Hessen bu açıdan sunumunda öncelikle dönemi sonrasında sermayenin en çok problem yaşadığı alanları ve bu alanlardaki problemleri anlatır. Bu problemlerin hangi alanlara karşılık geldiğini açıklayan Hessen, dönemin sorunlarının çoğunun fizikte toplanırken Newton’un bu acil çözülmeyi bekleyen sorunlara nasıl yaklaştığını ve nasıl çözümler bulduğunu onun çalışmalarının analizi ile kapsamlı bir şekilde ele almıştır.

Dönemin bilim ortamını da inceleyen Hessen, dönemin üniversitelerinin Kilise ile olan etkileşimini ve feodalizmin savunuculuğunun dışında çok bir işlev ifa etmediğini ifade eder. Üniversitelerin bu işlevsizliği ve dönemin sermayesinin acilen çözülmeyi bekleyen sorunları da Hessen’e göre üniversite dışı bilim alanlarının açılmasında en büyük etkenlerden biridir. İngiliz Kraliyet Topluluğu da bu bilim alanlarından bir tanesidir.

Hessen bu örneği Newton’un çalışmalarından örneklerle, bilim tarihçilerinin Newton’u tasvir ettiği gibi dünya ile irtibatını kesmiş cefakâr bir bilim işçisi olmadığını ve kendi döneminin sorunları ile oldukça meşgul olduğunu anlatmak için de kullanmıştır. Hessen bunun yanında Newton’un döneminde bayağı metallerin eksikliği hissedilen altın ve bakır gibi metallere nasıl dönüştürüleceğini bulmak için simya ile ilgilendiğini de belirtir. Metin boyunca da Hessen’in Newton’un aşırı kutsanmasından rahatsızlık duyduğu ve onu dönemi içerisinde maddi bir temele oturtmak istediğini görmekteyiz.

Döneminin tarihsel bir okumasını da yapan Hessen, Newton’un burjuva bir kökeni olduğunu da söyler. Bu durum Hessen’in Marksist okuması içerisinde Newton’un burjuva kökeni ile sermayenin sorunlarına cevap vermesi arasında bir ilişki kurmamız gerektiği alt metnini de vermektedir. Burjuva sınıfından olan kişinin doğal olarak sermaye çevrelerinin sorunlarına da duyarsız kalmasının beklenmeyeceği mesajı oldukça açıktır. Bu sebeple aslında Hessen’in en saf ve sek haliyle ele alarak yaptığı Marksist okumanın içerisinde Newton’un hem bulunduğu toplumsal sınıf hem de yaptığı çalışmalarla negatif bir imgelemi olduğunu net şekilde ifade etmekten çekinmemize hiçbir gerek yoktur.

Bunun yanında metnin hatırı sayılır bir kısmı Newton’un dini düşüncelerini konu edinmektedir. Özellikle Newton’un ilk hareketin tanrısal olduğu düşüncesi üzerinden uzunca bir tartışma yapılmıştır. Bu konuda da iki önemli husus dikkatleri çekmektedir. Birincisi dinin bir afyon olduğu düşüncesine sahip olan Marksist düşüncenin etkisi ile Hessen’in bu konuyu uzun tartıştığını düşünmek hatalı bir görüş olmayacaktır.

Özellikle burjuva sınıfının dini kapitalist amaçlarla araçsallaştırdığı yönündeki Marksist kanaate Newton’un şahsında sermaye sınıfının sorunlarına cevap vermesi dışında direkt bir malzeme olmasa da Newton’un bu konudaki doğa görüşünün Hessen tarafından çok net bir dille reddedildiğini söylemeliyiz. Ayrıca ilk hareket düşüncesinin de sonrasında nedenselliğe bağlı doğa yasasının da dini bir dogma içerisine yerleştirilmesinin gerekmediği ve doğadaki doğal halin bu olduğunu ifade eden Hessen, bu düşüncesini temellendirmek için çok fazla detay sunmamıştır.

Newton’un dini görüşlerinin ele alındığı bölümler açısından ikinci önemli husus, Engels’ten yaptığı alıntı ile Newton doğadaki ilk hareketi Tanrı’ya bırakmış geri kalan kısmını da nedensellik yasasına bağlamıştır şeklindeki görüşün Newton için bir karşılığının olmamasıdır. Bu görüş Hessen’in kendi zihnindeki ayrımın ortaya atılmasıdır. Newton’un zihninde bu tür bir ayrıma rastlamıyoruz. Bu Tanrı-nedensellik işbölümü insan zihninde çelişkilere yol açsa da bu çelişkinin kaynağı Newton’un düşüncesi değildir.

Hessen’in Marksist arka planı ile dine ve doğaya bakış açısından Newton’a yansıttığı bir tutarsızlıktır. Maddeci bakış açısı ile Hessen’in Newton’un dini bir idealizm içerisinde oluşundan hoşnut olmadığını söylemek gerekir. Bu da Hessen için tutarlıdır, çünkü takip ettiği düşünce kendisini böyle bir noktaya getirmektedir.

Hessen’in 1931 yılında kongrede yaptığı sunum birçok bilim tarihçisi tarafından oldukça etkileyici bulunmuş bir sunumdur. O güne kadar bilim tarihi içerisinde çok fazla görülmemiş şekilde bir düşünce sistemi hem de bilimsel devrimin faillerinden olan Newton üzerinden çok kilit bir konu bağlamında ele alınmaya çalışılmıştır. Rahatlıkla söylenebilir ki Hessen’in sunumu o gün orada olan birçok İngiliz bilim tarihçisine alanın içerisindeki meselelere daha farklı yaklaşılabileceğini göstermiştir.

Bu anlamda sunum oldukça ufuk açıcı bir sunumdur. Bununla beraber şansızlık ki İngilizce ve Türkçe literatürde bu konuya çok fazla iltifat edilmemiş ve çok yoğun bir şekilde çalışılmamıştır. Bu açıdan bu konuyu ele alacak araştırmacıların biraz zorlanabileceğini söylemek yerinde olacaktır. Hessen ile ilgili Almanca literatürde çok daha fazla çalışma olduğunu söylemek gerekir. Biz de bu çalışmamızda dil bariyerine takılıp Almanca literatüre nüfuz edemediğimiz için birincil kaynaktan ve bulabildiğimiz birkaç ikincil kaynaktan yararlanarak, Hessen’in sunumunun felsefi okumasını yapmaya çalışmış olduk.

Sonuç olarak, Hessen’in bu çalışması bilim tarihçileri için ufuk açıcı, teknik detaylarına ve dönemin tarihi koşullarına daha fazla mercek tutularak çok verimli bilgiler elde edilebilecek dar kapsamlı ama derinlemesine bir çalışmadır.

 

KAYNAKÇA

Bilgili, Alper. 2017. Bilim Ne Değildir? 1. Bs. İstanbul: Doğu Kitabevi.

Bixby, William. 2002. Galileo ve Newton’un Evreni. Çev. Nermin Arık. 3. Bs. Ankara: TÜBİTAK Yayınları.

Doko, Enis. 2011. Dahi ve Dindar: Isaac Newton. 1. Bs. İstanbul: İstanbul Yayınevi.

Gavroğlu, Kostas. 2006. Bilimlerin Geçmişinden Tarih Üretmek. Çev. Ari Çokona. 1.Bs.  İstanbul: İletişim Yayınları.

Graham, R. Loren. 1985. The Socio-Political Roots of Boris Hessen: Soviet Marxism and the History of Science. Social Studies of Science. Vol. 15. No. 4:705-722.

Hawking, Stephen. 1998. A Brief History of Time. New York: Bantam Books.

Hessen, Boris. 2016. Bilim Sosyolojisi İncelemeleri içinde Newton’un Principia’sının Toplumsal Ekonomik Kökenleri: 65-141. Ed. Bekir Balkız ve Vefa Saygın Öğütle. Çev. Eren Buğlalılar. 2. Bs. Ankara: Doğu Batı Yayınları.

Kuhn, T. S. 1991 ve 1995. Bilimsel Devrimlerin Yapısı. 3. ve 4. Bs. Çev. Nilüfer Kuyaş. İstanbul: Alan Yayıncılık.

Moore, Jr. Barrington. 1989. Diktatörlüğün ve Demokrasinin Toplumsal Kökenleri. Çev. Şirin Tekeli ve Alaeddin Şenel. 1. Bs. Ankara: V Yayınları.

Newton, Isaac. 1952. Opticks. New York: Dover.

Shapin, Steven. 2000. Bilimsel Devrim. Çev. Ayşegül Yurdaçalış. 1. Bs. İstanbul: İzdüşüm Yayınları.

Topdemir, Hüseyin Gazi. 2010. Isaac Newton ve Bilim Devrimi. Bilim ve Teknik Dergisi. Ekim Sayısı.

[1] Bixby, William. 2002. Galileo ve Newton’un Evreni. Çev. Nermin Arık. 3. Bs. Ankara: TÜBİTAK Yayınları. ‘‘İngiltere ve Avrupa’daki kurumların yeni teorileri kabullenmeye yanaşmamalarının olumlu bir etkisi de oldu –geleneksel eğitim kuruluşları dışınca özgürce çalışan bazı bilimsel topluluklar kuruldu’’ (Bixby, 2002, 101).

[2] Royal Society for Improving Natural Knowledge (Bixby, 2002, 101-102).

[3] ‘’Socinusçular, adını aldıkları İtalyan doğumlu teolog Faustus Socinus’un düşüncelerini kabul eden, 16.yüzyılda kendini göstermiş rasyonalist bir Hıristiyan topluluğudur. İncil’in rasyonalist bir yorumunu benimseyen ve ilk günah görüşü ile teslisi reddeden Socinusçuluk, sonradan ortaya çıkan Üniversiyanizm akımının (Tanrı’nın tekliğini savunan öğretinin) öncüsü olmuştur.’’ (Hessen, 2016, 103).

[4] Hawking, Stephen. 1998. A Brief History of Time. New York: Bantam Books.

[5] Newton, Isaac. 1952. Opticks. New York: Dover: 369-370.

[6] Doko, Enis. 2011. Dahi ve Dindar: Isaac Newton. (Sf. 18. İstanbul: İstanbul Yayınevi.) ‘’ Newton’a göre doğa bilimlerinin arkasındaki en önemli amaç Tanrı’yı anlamaktır ve o hem bilimle hem de simyayla bu yüzden uğraşmıştır. Evreni de Hıristiyanlık’ın bozulmamış halini de Tanrı’nın yarattığına inanan Newton bu ikisinin çelişemeyeceğini düşünüyordu. Dolayısıyla hem bilimin dine, hem de dinin bilime yol gösterdiğine inanıyordu’’

Nitelikli, bilgi içeriği yüksek, akademik ya da yorum içeren kapsamlı yazılar… Bu başlık altında kıymetli yazarların ve akademisyenlerin özel, kısa ya da uzun, alana özgü metinlerini bir arada bulabileceksiniz. Fihrist olarak idealist bir bakış açısıyla nitelikli metinler ortaya koyma arzusundayız. Dolayısıyla, bu başlık, sizler için geniş bir arşiv oluşturma niyetinin ürünü. Yararlanmanız dileğiyle…

Bülten'e Üye Ol

Fihrist Kitap Çalışmalarından Haberdar Ol