Nitelikli, bilgi içeriği yüksek, akademik ya da yorum içeren kapsamlı yazılar… Bu başlık altında kıymetli yazarların ve akademisyenlerin özel, kısa ya da uzun, alana özgü metinlerini bir arada bulabileceksiniz. Fihrist olarak idealist bir bakış açısıyla nitelikli metinler ortaya koyma arzusundayız. Dolayısıyla, bu başlık, sizler için geniş bir arşiv oluşturma niyetinin ürünü. Yararlanmanız dileğiyle…

Tahsin Yücel - Eleştiri Kuramları

Yazar: Servet Sena Çelik

Yazın eleştirisi çok eski tarihlere dayanan bir etkinlik türüdür. Tarihi, yazının tarihi ile örtüşür. Daha başkaları daha başka kişilerden ve olaylardan yola çıkabilirler. Ne olursa olsun, eleştiri uğraşının tüm gelişmiş ülkelerde yazın ile birlikte geliştiği ve günümüze doğru gelindikçe, vazgeçilmez bir etkinlik olduğu kuşku götürmez bir gerçekliktir.

Eleştiri bir düşüncenin olduğu kadar bir yöntemsel yaklaşımın da ürünüdür. Kimi yalnızca kendi beğenisini ölçüt alır, bu beğeni de, bulanık bir biçimde bile olsa, belli bir yazın anlayışına bağlanır. Bu nedenle, yazın anlayışları değiştikçe, eleştirinin de değiştiğini görürüz. Yücel, değişen eleştiri üzerine küçük bir çalışma yapmış ve bu küçük çalışmanın başka çalışmalarla bütünlenmesini dilemiştir. Eleştiri Kuramları kitabı 2007 yılında İş Bankası Kültür Yayınları tarafından okuyucu ile buluşturulmuştur. Kitap dokuz bölüme ayrılmış ve dört ana başlık etrafında şekillenmiştir: Kuralcı Eleştiri, Olgucu Eleştiri, Olgucu Eleştirel Yaklaşımlar ve İç Eleştiri. Bu yazıdaki esas amacımız ise söz konusu kitabı içeriğindeki kuramlar bağlamında özetleyerek eleştirel bir bakış oluşturmaktır.

Kuralcı Eleştiri:

Kuralcı eleştiri şu ya da bu biçimde, şu ya da bu ilkelerle, ama hemen her dönemde karşımıza çıkar. Dahası, her yazın akımı kendi kurallarını getirdiğine göre, yerleşik kuralları yıkmayı başlıca amaç olarak benimseyen eleştirilerin bile bir ölçüde kuralcı eleştiri sınıfına girdiği söylenebilir. Van Tieghem, Les Grandes Doctrines Litterairesen France ‘ının (Fransa ‘da Büyük Yazınsal Öğretiler) ilk bölümünde, tarihin ilk yazın okullarından biri olan La Ple”iade akımını ele alırken, ” Hiç kuşkusuz, ortaçağ da resim, mimarlık, şiir, hatta müzik alanında tartışılmaz başyapıtlar gerçekleştirmişti; bu yapıtlar ya olağanüstü yeteneklerin, ya ince hesapların meyvesidir. Ama değişik sanat dallarında bu başyapıtları yaratmış olan sanatçıların hiçbiri güzeli yaratmak için bir öğreti bütününe, ya da çok tutarlı bir dizgeye başvurulabileceğini, güzelin yasaları bulunduğunu, bu yasalardan özel ya da evrensel bir izge çıkarılabileceğini usuna getirmiş gibi görünmez,” diye yazar.

Denilebilir ki eleştiri de ilkelerle, izgelerle, kurallarla başlar. Bu tür eleştiri de söylemler her ne olursa olsun belirli bir kurala yaslandırılır. Dönemin yazarları ele aldıkları yapıtları genellikle üç temel ilkeye göre değerlendirirler: 1. Yazın kurallarına (özellikle de yapıtın içinde yer aldığı türün gereklerine) uygunluk; 2. İnsan doğasına (bir bakıma gerçeğe-benzerlik kurallarına ya da sağduyuya) uygunluk; 3. Töre kurallarına uygunluk (yani gerek yansıtılan durumlarda, gerek yazarın ya da kahramanın kullandığı dilde yalnızca kitleyi sarsmayacak öğelere yer verilmesi) gibi. Herkes bu kuralları kendi doğrultusuyla abarttıkça, kuralcı eleştiri bir kavga eleştirisi niteliğine bürünür. Tarihin her döneminde böyle olmuştur. Örneğin;

Corneille’in Le Cid’i (1636) çevresinde koparılan fırtına öylesine şiddetlenir ki Fransız Akademisi’nin hakemliğine başvurulur, tartışmaların başlamasından bir yıl sonra gelen hakemlik kararı da fırtınayı dindiremeyince, dönemin ünlü başbakanı Richelieu’nun duruma el koyması gerekir. Le Cid kavgası her şeyden önce kurallar çevresinde dönen bir kavgadır.

Bu nedenle, Corneille ikinci tragedyası Horace’ı (1640) yazarken, özellikle üç birlik kuralına uymaya özen gösterir. Bu örneğin de gösterdiği gibi, hiç kimse kurallara karşı değildir; hatta, dönemin çoğu eleştirmenleri aynı zamanda birer ozan olduklarına göre, kuralları herkesten çok ozanların savunduğu söylenebilir. Şu var ki, kurala uygunluk bağnaz bir yaklaşımla ya da kendilerininkinden farklı bir açıdan ele alınınca, buna ilk başkaldıranlar da gene ozanlar olur.

Böylece, nerdeyse her ozan aynı zamanda bir eleştirmen olmaya yönelir bu dönemde. Racine’in (1639-1699) yapıtlarına yazdığı önsözlerin hemen hepsi en azından birer karşı-eleştiridir; hemen hepsinde oyunun gösterimi sırasında yapılmış eleştirileri yanıtlamaya, oyunlarında yansıttığı olayların tarihsel gerçeklere ve gerçeğe-benzerlik kurallarına ne denli uyduğunu, dolayısıyla, karşıtlarının ne denli yanıldıklarını kanıtlamaya çalışır. Hiç kuşkusuz, tekil bir örnek değil bu: Gerek biçim, gerek içerik açısından, yazarlara uyulması zorunlu kurallar gösteren, onları yargılayınca da bu önceden belirlenmiş kurallara göre yargılayan eleştirmenlere her zaman, her dönemde rastlıyoruz.

Olgucu Eleştiri:

İnsanın sosyal bir varlık olduğu ilkesinden hareketle ifade edebiliriz ki sürdürdüğü her işte olduğu gibi edebiyat ürünü ortaya koyarken veyahut eleştiri düzeyi belirlerken, döneminin sosyal, iktisadi ve politik şartlarının etkisi altındadır. Bu etki yazın anlayışına da tesir eder ve eleştiriler de buna paralel olarak şekil alır. İşte Olgucu Eleştiri de bu değişmez sosyal gerçeklikten beslenir.

Eleştiri alanında 18. yüzyıldaki ‘kuralcı’ tarzın karşısına tedrici ve güçlü olarak yaratıcı ve gerçekçi anlayış çıkmaya başlar. Bu öne çıkış da Alman ve İngiliz yazınlarının özellikle Shakespare’nin büyük etkisi vardır. Buradan hareketle Beaumarchais, Marivaux, Mercier, Rousseau gibi önemli sanatçılar yapıtlarında krallar, pre nsler yerine kenterlere, uşaklara, işçilere de yer vererek, onları tüm devinimleri da edebi ürünlere katarak yeni bir yazın anlayışının temellerini atarlar. Fransız Devrimi’nin vuku bulması sosyal, politik ve iktisadi hayat gibi edebi hayatı da derinden etkilemiş daha toplumcu/gerçekçi yani bir bakıma olgucu bir süreci de beraberinde getirmiştir. Açılan bu yeni yollarla beraber yazınlar değişime uğrarken eleştirinin bundan payını almaması mümkün olamazdı. O da sıkı ve katı kuralcılıktan azade olarak daha farklı bir forma bürünür.

Gerçekçiliği esas alan bu yazın değişiminden sonra daha evvel tayin edilmiş kurallara göre ve insan-edebiyat tekamülünü daha skolastik kalıplar bağlamında ele aldıran eleştiri biçimi de bir anlamda bir devrime uğrar.

Artık kaideleri bir teyit mekanizması saymak yerine aslolan esere doğrudan yönelerek içindeki değerleri/güzellikleri ortaya çıkarmak ve okuyucuya aktarmak olacaktır. Fransız Devrimi’nin modern yapılar/uluslar/devletler inşa etme fikrini ve bunu da keşfedilmemiş tarihi yeniden canlandırmadan hareketle ortaya koyduğunu bilerek ifade etmek gerekir ki; yeni yazın türlerin de artık tarih önemli bir yer haline gelmiş, eleştiri biçimi de bu gerçekten kopamayacak şekilde bir çerçeve belirlemiştir. Toplumu ve olguyu esas alan edebiyat rüzgarından dolayı, bu kaçınılmaz bir formdur. Toplamda gerçekçilik ve yaratıcılıkla beraber bilimsellik/nedensellik de değer kazanırken ‘nesnellik’ de gündeme gelmiştir.

Toplumdaki bu nesnel’e yönelim yazın ürünlerini ve eleştiri yöntemini de böyle bir hizada sabit durmaya veyahut nesnelliğin dümen suyundan ayrılmamaya doğru da götürmüştür. Yani eleştiri alanında tarihçi yaklaşım ‘modern’ anlamda hem hızlanır hem de yeni bir ‘modern’ temel kazanır. İkinci olarak da eleştirinin yaratıcılığı bilimsellik/nesnellik zemininde bir tartışma içine alınır. Olgucu eleştirel yaklaşımlar da bu sürecin sonunda kategorik olarak bir bünye kazanır.

Kaynak Eleştirisi: Diğer adıyla kaynak araştırması Lanson’un tasarımının bir sonucudur. Çok geniş bir bakış açısını haizdir. Yazında ve yazarda karşılaştığımız düşüncelerin, konuların, izleklerin, anlatım biçimlerinin vb. nasıl ortaya çıktıklarını amaçlar. Bunlarla beraber nelerden, nerelerden, kimlerden kaynaklandıklarını belirlemeye girişir. Eğer eserin yapısı mümkün kılarsa her tümcede “yazarın usunu ya da imgelemini yönlendirmiş olan olayı, sözü ya da metni” bulmayı amaçlayacak kadar cüretkar davranabilir. Yazarın; ortaya koyduğu edebiyat eserinden ilhamla etkilendiği diğer edebi ürünler bu bağlamda irdelenebilir. Olumlu/olumsuz yönlerini ele alan, benzerlikleri ve farklılıklarını kıyas eden, yazıya ve yazıyı kaleme alan yazara dair genel bir yorumu ortaya koymak adına mezkur yöntem önemli bir yer tutar. Bu eleştiri türü meşakkatli ve uzun bir zamana yayılan çalışma yöntemini içermektedir ki pek çok araştırmacı –belki de haklı olarak- bundan kaçınmaktadır. Ancak batıda bu yönelime sıklıkla rastlanılmaktadır.

Kaynak eleştiri yönteminde bilhassa etkilenilen metinleri ele alırken ve ortaya konulan ürün tahlil edilirken ilk bakılacak veya bakılması gereken nokta şüphesiz ki söylemin tarih içindeki yerinin tespit edilmesi ve buradan hareketle gelişim ve etkileşim koşulları bağlamında söylemi/ürünü ele alabilmek amaçlanmaktadır. Nihayetinde her sonuç gibi her edebi ürün de şartlarının bir sonucudur. O bağlamda değerlendirilmediği, okunulan günün şartlarıyla tahlil edilirse kaynak eleştirisi bir yöntemden ziyade okuyucuyu anakronizme/tarih yanılgısına götürecektir.

Oluşum Eleştirisi: Oluşum Eleştiri yöntemi; geleneksellikle ve klasiklikle ‘eleştiri’lmektedir. Nihayetinde ismiyle müsemma olarak yazarın veya yazının vücut buluş sürecini ele alarak bir tahlil süreci, mezkur eleştiri yönteminde işlenmektedir. Ancak modern bir başlangıç/milat verecek olursak uzmanlara göre Oluşum Eleştirisi 20. yüzyılın sembol isimlerinden Paul Valery ile başlatılabilir. Ancak Valery’nin eleştiriye yaklaşım tarzı geleneksel-klasik eleştiriden bir yanıyla ayrılır. Buna göre yazarın hayat öyküsünü merkeze alırcasına tartışmak/irdelemek hataya götürür. Hatta daha iyi bir tahlil için bundan kaçınılmalıdır. Eseri ortaya koyan müellifin hayatı, düşünsel tekamül süreci değil eserine yansıttığı düşünce sistemi eleştirilmeli ve tartışma konusu edilmelidir. Bu bakımdan öne sürülen bu sav içsel ve öznel bir yöntem olarak yorumlanmaktadır.

Oluşum Eleştirisi’nin müdavimleri tarafından Valery’nin bu yaklaşım tarzı çok öznel bulunmuştur. Valery’nin böyle bir tarz benimsemesinde şüphe yok ki hız ve revaç kazanmış Pozitivizmin etkisi büyüktür. Nesnelliğe doğru seyir alarak eserden, yazarın dahil oluşunun ayrıklığını da daha nedensel bir tabana indirmeye çalışan Valery; adeta eleştirdiği yöntemin en başına yani hataya dönmüş daha öznel bir formun banisi olmuştur. Her ne kadar onunla başlayan ilk girişim böyle olsa da Valery’den sonra gelen ve Oluşum Eleştirisi yolunu tutan isimler usul açısından ondan ayrılmışlardır. Valery’den ilham alsalar da onun gibi sezgisel olmaktan ziyade belgeye dayanmayı esas kabul etmişlerdir. Eserlerin biçimsel ve içeriksel verilerini tek tek almak yerine tekten bütüne giden bir tümevarım yöntemiyle birleşik bir parça olarak ele alırlar.

Toplumbilimsel Eleştiri: Bu eleştiri tarzı takipçileri kabul etmese hatta reddetse de Hippolyte Taine’in yaklaşım tarzının bir devamını niteliğini taşır. Bir tür yapıt eleştirisidir. Eleştiri yapılırken yeknesak olarak yapıt ele alınır. Bu bakımdan bakış açısı üst bir noktadadır. İktisadi enstrümanları kullanarak toplumu ele alan Marksist eleştiri de bir bakıma Toplumbilimsel Eleştiri yöntemi arasında sayılabilecektir. Lakin bir ideolojiye yaklaşmak insanı bilimsellikten olmasa da nesnellikten doğrudan ulaştıracaktır.

Marksist Eleştiri bağlamında toplumbilimsel eleştiri yapmak, bir bakıma özgünlük kazandırırken nesnellik ve bilimsellik tartışmasını da beraberinde getirecektir. Toplumbilimsel Eleştiri de tarihin önemli bir yeri vardır. Bilgi kaynağı olmanın yanında tarih; yazının içindeki bir süreçten ziyade ürünün geliştirildiği zaman ve ortamı yani şartları aydınlatması bakımından aktif bir rol üstlenir.

İnsanlık tarihinin 1918’e kadar gördüğü en büyük can kaybı Birinci Dünya Savaşı’yla kaydedilir. Ayrıca bu savaş yine insanlık tarihinin şahit olduğu en büyük konvansiyonel bir harplar mecmuudur. Savaşın etkilerinden mülhem ve savaş sürecine dair ciddi tenkitleri olan Marksizm’den hareketle de toplumculuk ciddi bir önem kazanır. Bu durumda Toplumbilimsel Eleştiri de doğru orantıya paralel olarak büyük ve hacimli bir alan işgal eder. Marksizm’i güncellemek ve mevcut şartlar bağlamında eleştirmek adına pek çok bilim insanını bir araya toplayan Frankfurt Okulu; toplumbilim ve ruhbilim gibi mefhumları da yenilemek adına tartışmaya girişir. Felsefeyi de metot olarak kullanıp toplumbilimselliği geliştirmek isteyen okul mensupları bu anlamda toplumbilimsel eleştirici olarak anılamasalar da mezkûr yöntemin gelişmesine ve güncellenmesine ciddi katkılar sunarlar.

Ruhbilimsel Eleştiri: İnsan bir bütündür. Bu bütünün içerisinde beden, akıl ve kalp kadar ruh da vardır. Buradan hareketle ifade edebiliriz ki; ruh, edebi ürünün ilham sağlayıcıları arasındadır. Geleneksel-klasik eleştiri yorumları da ruhun yazınsal ürüne bir vasıta olduğu konusunda mutabıktır. İşte bu ruhsal yapıyı daha literatüre uygun ifade edecek olursak çözümleyen tür ruhçözümleyicimci yazınsal eleştiri, türüdür. Bu tür; ruhun yazınsal ürünlere sağladığı verileri daha dizgisel ve kuramsal bir çerçeveye oturtarak ele almayı vazife bilmiştir. Ruhçözümleyimci yazınsal eleştiri özetle eser ve müellifi arasındaki yaratılış sürecini bir koşuta bağlamak ve bu koşutun tutarlılığını temin ederek yapıtı oluşturan ruhsal süreci ortaya dökmektir.

Yazınsal ürün açık ve gizliği içeriğe sahiptir, ilkesi bu eleştiri türünün yürütücü güçlerinin başında gelir. Açık içerik, metnin bütününde mevcuttur ve takribi olarak her okuyucu metnin sonunda buna ulaşabilmektedir. Ancak gizli içerik metnin derunundadır ve bunu görmek için de ruhçözümleyimci yazınsal eleştiri gözlüğü ile bakmak gerekecektir.

İç Eleştiri – 1: Bir yapıtı salt olarak kendisiyle açıklamak içsel eleştiri olarak adlandırılırken dışarıdaki verileri de dahil etmek dışsal eleştiri olarak tarif edilir. İçsel eleştiri türü ismiyle müsemma olarak tarif edilebilir. Eseri üretilmiş ve sunulmuş haliyle eleştirmeyi merkezine alır. Yani eser elimizde, karşımızda olduğu durum ve an itibariyle ele alınmalıdır.

Bu bakımdan mikro bir ölçek sunar. Metin kendi kendisiyle, kendi öğeleri arasında kurulan bağlantılarla değerlendirmeye tabi tutulur. Eserin yazılış sürecine ilişkin detaylar, yazarın hayat öyküsü gibi konular bu eleştiri türünün odak noktasının dışındadır. Bu eleştiri türünde eleştirmen, ürüne içeriden bakarken kendi iç dünyasını da katarak öznel bir tutum izler. Eleştiride nesnel değerler olsa da nesnel bir sonuç çıkması mümkün değildir. Bu bakımdan içsel eleştiri öznel olan ürün gibi öznel eleştiriyi de değerli kabul eder. Bu noktada ekol olarak Andre Gide ismi kabul edilir.

Andre Gide her ne kadar iç – öznel eleştirinin önündeki isim olarak anılsa da öznel eleştiriye dair yorumları da ufuk açıcıdır. Ayrıca ben’in yerinin doldurulamazlığını yani öznellik kadar özgünlüğü de tartışır. Yazını ortaya çıkan ürünü önceden var olan bilginin bir başka yorumu olarak kabul etmek suretiyle ilerleyen bu eleştiri türü; eleştiriyi de bir bakıma önceden var olan şeyi yeniden söylemenin tenkidi olarak yorumlar.

İç Eleştiri – 2: Bu türü kategorik olarak açıkladığımızda bir sonuç elde edebiliriz.

Yazınbilim: Bu eleştiri türü yine pozitivizmin ivme kazanıp merkezde olduğu 20. yüzyılın ilk çeyreğinde başlar. Her şeyi disipline ederek ‘bilimize’ etmeye çalışan anlayışın sonucunda “bir yazın bilim oluşturulabilir mi” sorusu gündeme gelir ve cevaplar öne sürülür.

Mezkûr soruya dair ilk cevap arayışları Moskova Dilbilimsel Çevresi ve Şiirsel Dil Araştırmaları Derneği mensupları tarafından başlatılır. Rus zümrenin bilimize etmek kadar bu soruya cevap arayışının arkasındaki etkenlerden birisi de Rus eleştiri geleneğini, evrensel boyutta hâkim kılmak. Felsefeyi ve ruhbilimi hatta yer yer toplumbilimi de gözardı ederek ortaya konulan yöntemde esas olan yazınsallık kavramını tanımlamak ve yazın olgusunun özelliklerini ortaya çıkarmaktır. Bu faktörlerin doğuşunda şüphe yok ki yaşanan Bolşevik ihtilali ve Marksist ideolojinin Rus hinterlandında da hakimiyet sağlaması yatar.

İzlekçilik: Çok daha yüzeysel bir araştırmayı esas alan İzlekçilik; Türkiye’de de batı ülkelerinde de sıklıkla karşılaşılan bir türdür. Bir eserde veyahut bir müellifte bir söze/kavram üzerinden bu türde tahliller yapılır. Çok daha mahdut bir arayışı esas alır. Bachelard ve Poulet gibi isimler, İzlekçilik türünde otorite olmakla beraber belirli değerler tablosunu tayin etmişlerdir. Eserde özellikleri ortaya konulmak istenen mefhum bir varoluşu simgeler ki bu varoluş ancak izlekler bütünü ile vücut bulabilir.

Gösterge Çözümleyim: Gösterge Çözümleyim eleştiri türünün öncesi ve dahi önderi Julia Kristeva olarak kabul edilir. Gösterge Çözümleyim özet olarak bir üründe; anlamlama ile beraber anlatma ve belirtme biçimleri üzerine bir genel kuram olarak tarif edilir. Kristeva; bu yüzden evvela oluşum ve üreyim sonuçlarını çözerek işe başlanması gerektiğini ifade eder. Üretici dilbilgisi ve ruhçözümleyim yaklaşımlarını da izlediği yolda önemli bir destekçi ve vasıta olarak kullanır. Kuramı uygularken ise özetle üç aşamayı tayin eder: Kurma / yıkma / yeniden kurma. Kendi içerisinde bir devinim ile beraber dönüşümü esas alarak görünendeki görünmeyeni, görünmeyendeki görüneni ortaya koymayı uzun ama detaylı bir süreçle çıkarmaya çalışır.

Göstergebilim: Dünyanın hemen hemen yerinde mensupları bulunan Paris Okulu’nun yaygın olarak izlediği kuramdır. Kuramın merkezinde bir göstergeler evreninde yaşadığımızı, özgül nitelik ve özellikleri ne kadar barındırırsa barındırsın, çevremizdeki bütün nesnelerin ve olguların aynı zamanda göstergebilime veri teşkil edecek bir gösterge olduğu fikri yatar. Bu bağlamda göstergebilim dünyanın ve insanın sorununun ne olduğunu anlamak gibi bir düşünceyi ortaya çıkarmak adına nesnelerin somut çözümlemelerini ortaya çıkarmak adına uygulanmaktadır. Her ne kadar göstergeler üzerinden somut bir tasarım üretilse de göstergebilimin konusunu anlam ve anlamlama da bulmak mümkündür.

Eleştirinin Kıyılarında:

Yazınsal ürünleri ele alan, konu edinen her çalışma eleştiri olarak kabul edilemez. Zaman içerisinde belirli bir metot ve kuramlar silsilesi içerisinde yazınsal ürünü ele almak, en azından şimdilik çizilmiş bir çerçeveye tabi olmak gerekir. Yazınsal göstergebilim, gösterge çözümleyim ile izlekçilik’i daha çok yazınsal ürüne doğrudan yönelimi esas aldıkları ve kâmil bir eleştiri yöntemine büyük katı sundukları için bu çalışmada yer bulunmuştur.

Bunlarla beraber eleştiriye usul ve tarz açısından yaklaşmakla beraber eleştiri olmayan ancak esin kaynağı vazifesini üstlenen değerli türler de mevcuttur. Bunların başında İstanbul’da kaleme alınmış olan Erich Auerbach’ın Mimêsis adlı eseri gelir. Erich Auerbach; insanın, yazınsal ürünlerde yansımalarını ele almaya gayret edecektir. Onun ve kitapta bahisleri geçen benzer çalışmaların özeti; batının sosyal, iktisadi ve politik süreçlerden etkilenmesinin eleştiri türüne ve edebiyata yansımalarına karşılıklarını görmek için önemli çalışmalar arasındadır.

Tahsin Yücel’e Göre Sonuç: Fransız yazar François Rabelais, 16. yüzyılda kendi tuttuğu yolu da anlatırcasına yazınsal ürünlerle uğraşan kimseleri metinlerdeki dilbilgilerini, alıntıları, yorumları bırakarak dolaysız bir şekilde metinlere odaklanmaya davet eder. Yücel; bu tarihi çağrıyı doğrularcasına eserinde verdiği bütün eleştiri kuramlarını da ele aldığında, Fransız yazarın bu çağrısının asırlar sonra geçerliliğini korumasının nedenini de izah eder. Ona göre bir metni bütüncül bir biçimde kavramak, anlamak ve değerlendirmek için yani eleştiri yapabilmek için metne doğrudan yönelmek, onu okumak tek olmakla beraber kestirme ve hala geçerliliğini koruyan ‘kadim’ bir yoldur. Şüphe yok ki eleştiriye getiren yol da eleştiriyi temin eden usul de okumaktan geçmektedir.

Okuma merkezdedir ancak bu bir tür başka okumaları tahfif edici, gereksiz kılıcı değildir. Aksine başka okumalara yöneltebilecek bir sürecin ilk ve bir’icik adımıdır. Bu bakımdan ilk okumalar her ne kadar başka okumalarla düzenlenir veyahut teyit edilebilirse; yine diğer okumalara matuf olarak da bir konuya dair ilk okumalar da düzenlenme, teyit edilme ve eleştirilme bağlamında bir değer ve anlam kazanabilir. Bu bakımdan tetikleyici ve sürükleyici unsur her zaman okumaktır.

Hem yazınsal ürünü hem de bir eleştirmen için eleştiri ürünlerini okumak, önemli bir iş olarak görülür. Odaklanılan yapıt/ürün/eser üzerine ele alınan eserler okunuyor ve eleştiri türündeki yapıtlardaki kalite de tedrici olarak artıyorsa metne/ürüne/esere daha doğru ve güçlü yaklaşmak da doğru orantıya mukabil o kadar geçerli ve güçlü olacaktır.

Bu bağlamda özetlemek gerekir ki; eleştirmen veyahut araştırmacı ilgi duyduğu, odaklandığı bir eser veyahut eserler namına bir başka eleştirmenin ya da araştırmacının ortaya koyduklarını birer enstrüman olarak kullanabilir.

Bu hem bilimselliğe hem de nedenselliğe uygun bir tutumdur. Bir başka noktanın daha altını çizmek gerekmektedir: Eleştiri türünü de yazınsal ürünler/eserler kapsamına dahil eden bir kimse onun öznel/özgül yanına bir değer atfetmenin yanında eleştiri de biçimi ve kurmacaya paralel olarak karakteristikler bütününü harekete geçiriyor demektir. Bu da bir kaynaştırmayı takiben daha nesnel olmasa da tümcel sonuçlara ulaşmayı mümkün kılabilmektedir.

Nitelikli, bilgi içeriği yüksek, akademik ya da yorum içeren kapsamlı yazılar… Bu başlık altında kıymetli yazarların ve akademisyenlerin özel, kısa ya da uzun, alana özgü metinlerini bir arada bulabileceksiniz. Fihrist olarak idealist bir bakış açısıyla nitelikli metinler ortaya koyma arzusundayız. Dolayısıyla, bu başlık, sizler için geniş bir arşiv oluşturma niyetinin ürünü. Yararlanmanız dileğiyle…

Bülten'e Üye Ol

Fihrist Kitap Çalışmalarından Haberdar Ol