Nitelikli, bilgi içeriği yüksek, akademik ya da yorum içeren kapsamlı yazılar… Bu başlık altında kıymetli yazarların ve akademisyenlerin özel, kısa ya da uzun, alana özgü metinlerini bir arada bulabileceksiniz. Fihrist olarak idealist bir bakış açısıyla nitelikli metinler ortaya koyma arzusundayız. Dolayısıyla, bu başlık, sizler için geniş bir arşiv oluşturma niyetinin ürünü. Yararlanmanız dileğiyle…

Sosyolojide Çağdaş Kuramlar ve Tartışmalar: Skinner-Chomsky Polemiği

Yazar: Abdulkadir Öncel

Giriş

Dilleri öğrenmek ve bunları uygun durum ve koşulda yaratıcı şekilde kullanabilmek yalnızca insanlara verilen bir beceridir (Riemer, 2002, 49). Ancak bu becerinin doğuştan mı geldiği; öğrenmenin anne karnında mı başladığı, yoksa doğum sonrası başlayan bir öğrenme süreci mi olduğu, ya da dillerin yapısına dair bir çıkarımla mı açıklanması gerektiği sürekli tartışılagelmiştir. Bu açıdan oldukça karmaşık ve çok söz söylenen bir alan olarak belirlediğimiz çocukların ana dil edinim sürecini, ana başlığımızı F. Skinner ve Noam Chomsky arasındaki polemik ile sınırlandıracağız. 1960’lardan evvel çoğu psikolog Skinner’ın dil edinimi teorisi benimsenmekteydi.

Çocukların dili pekiştirme yoluyla öğrendiğine dair davranışsal psikolojik yaklaşım büyük oranda kabul edilmekteydi. Daha sonrasında ise Chomsky’nin 1959’da Skinner’ın kitabına yazmış olduğu eleştiri ‘‘Review of Skinner’s Verbal Behavior’’ bu konudaki ana paradigmayı temelinden sarsan bir gelişme oldu. Chomsky dilin yalnızca davranışsal psikolojinin ortaya koyduğu pekiştirme yoluyla öğrenilemeyeceğini ve insanların dil edinimlerine yardımcı bazı doğal yapılar olduğunu savundu. Biz de bu makalede ikili arasındaki polemiği ve hangi temelde cereyan ettiğini ele almaya çalışacağız.     

Skinner – Davranışçı dil edinim kuramı

Davranışçılık, 1940’larda ve 1950’lerde, özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde etkili olan bir öğrenme teorisidir. Dil öğrenimi ile ilgili olarak, bu psikolojik teorinin en bilinen savunucusu B. F. Skinner’ın bu konudaki temel eseri ‘‘Verbal Behavior’’ (1957) idi. Skinner gibi geleneksel davranışçılar, çocuklar çevrelerindeki kişiler tarafından üretilen dili taklit ettiklerinde, duyduklarını yeniden üretme girişimlerinin ‘olumlu pekiştirme’ (positive reinforcement) olduğunu öne sürdüler. Bu övgü ya da sadece başarılı iletişim şeklinde gerçekleşir. Böylece çevreleri tarafından teşvik edilen çocuklar, doğru dil kullanımının ‘alışkanlıkları’ oluşana kadar bu sesleri ve kalıpları taklit etmeye ve uygulamaya devam edecektir.

Bu görüşe göre, çocuğun duyduğu dilin niteliği ve niceliği ile çevrede başkaları tarafından sunulan takviyenin (reinforcement) tutarlılığı, çocuğun dil davranışını şekillendirecektir. Bu teori, çocuğun öğrenmesi gereken her şeyin kaynağı olan çevreye büyük önem vermektedir (Lightbown ve Spada, 2006, 15). Örneğin, bir çocuk bir kelime veya cümleyi doğru söylediğinde ebeveynlerinden ya da bakıcısından takdir ve beğeni alır. Süt kelimesini doğru söyleyip, annesi de ona gülümseyerek süt verirse çocuk böylece bu kelimeyi pekiştirmiş olacaktır.

‘‘Her şeyden önce vurgulanması gereken şey, davranışçı dil edinim kuramının; klasik koşullanma (Pawlow), edimsel koşullanma ve taklit (imitation) ilkelerine dayanan bir yaklaşım olduğudur’’ (Skinner, 1974’den aktaran Pınar, Y. ve Kubilay Pınar, 2015, 348). Skinner, dil edimi açısından davranışçı psikolojik yaklaşımı benimsemiş ve yeni doğanların dili pekiştirme yoluyla öğrendiğini ifade etmiştir. Bu açıdan taklidin bir şekilde ödül ceza sistemi içerisinde uyaran tarafında değerlendirilmesi gerektiği aşikârdır. Davranışçı yaklaşıma göre ancak bu yolla dil edinimi gerçekleşebilir.

Davranışçı dil edimine göre bireyi anlamak isteyenin yapması gereken; öncelikle gözlemlenebilir olana, yani insan davranışlarına ve davranışın ortaya çıktığı çevreye odaklanmaktır. Skinner için dil de diğer davranışlar gibi bir davranış biçimidir (Merten, 1997, 51; Edmondson ve House, 2011, 91’den aktaran Pınar, Y. ve Kubilay Pınar, 2015, 348).

John Locke’un deneyci yaklaşımını benimseyen Skinner duygusal süreçleri göz ardı ederek uyarıcı (stimulant) süreçlere odaklanmıştır. Kara kutu olarak tasvir edilen insan beyni içerisinde neler olup bittiği ile değil daha çok çevrenin uyarıları üzerinden bir okuma gerçekleştirmiştir. Basitçe, bu dilsel süreç çevre ile başlıyor. İkinci aşamada kara kutu denilen insan beyni içinde dile dönüşüyor ve üçüncü ve son aşamada da dilin bir davranış olarak pratik edilmesi durumu gerçekleşiyor.

Skinner, Locke’un tabula rasa (boş levha) yaklaşımından da oldukça etkilenmiştir ve yapmış olduğu çalışmada da bu yaklaşımı izlediğini söyleyebiliriz. Bu bağlamda bebeklerde bir davranışı açıklamak için başvurulması gereken nedenler olmalıdır, çünkü dünyaya zihinleri boş gelmektedirler. Bebeğe uyku ve yemek gibi günlük hayat aktivitelerinin de öğretilmesi gerekmektedir. Skinner da dilin bu günlük hayat aktiviteleri gibi boş olan zihne (tabula rasa) ödül-ceza sistemi ile öğretilen bir şey olduğunu söyler. Skinner’da dil edimi bu yolla açıklanabilir.

Bununla birlikte davranışçı yaklaşım içerisinde ‘ilişkilendirme’ ve ‘ilişkilendirerek öğrenme’ oldukça önemli ve yardımcı bir aparattır. Bloom’a göre ilişkilendirme, bu öğrenme sorununa popüler bir çözümdür ve yüzyıllardır psikolojik ve felsefi düşünceye egemen olmuştur. Bu, John Stuart Mill, David Hume ve John Locke gibi ampirist filozoflar tarafından ayrıntılı olarak savunulan görüştür.

Bu, kelime öğrenme mekanizmasının, genel öğrenme ilkelerinden kaynaklanan bir varyasyona duyarlılık olduğu görüşüdür. Aynı anda iki düşünce ortaya çıkarsa, ilişkilendirilirler ve biri diğerine yol açar. Çocuklar tavşanın anlamını öğrenirler, çünkü kelime tavşanları gözlemlerken veya düşünürken kullanılır. Sonuç olarak, kelime ve düşünce ilişkilendirilir ve çocukların kelimenin ne anlama geldiğini böylelikle öğrendiği söylenir (Bloom, 2000, 56).

Ancak bugün artık hiç kimse çocukların dillerini, çevrede konuşulan cümleleri tekrar ve taklit etmek ve hata yaptıklarında düzeltilmek yoluyla öğrendikleri düşüncesinde değildir (Ernst, 2008, 22’den aktaran Pınar, Y. ve Kubilay Pınar, 2015, 349). Herhangi tıbbi bir bozukluk ya da izole edilme durumu söz konusu değilse, her çocuk daha önce hiç duymamış olduğu cümleleri bile üretebilir, bunun için taklide gerek yoktur. Bu açılardan, Skinner’ın dil kavramının sınırlılıklar içerdiğini söyleyebiliriz.

Davranışçı modelde en çok eleştirilen konulardan biri; insanın gözlem ya da taklit yoluyla öğrendiğini savunulmasının varsayılması ve davranış denen karmaşık yapının basit bir etki tepki şemasına indirgenmesi durumudur (Pötter, 2004, 6’dan aktaran Pınar, Y. ve Kubilay Pınar, 2015, 349).

Noam Chomsky – Evrensel Dilbilgisi Teorisi

Chomsky dil edinme yetisinin insanoğlunda genetik olarak doğuştan var olduğunu öne sürer.  Chomsky, insan beyninin böylesine karmaşık bir dizge olan dili çok kısa bir sürede ve mükemmel şekilde edinebilmesini insan beyninde doğuştan var olan ‘‘Evrensel Dilbilgisi’’ diye adlandırdığı bir takım ilkeler doğrultusunda mümkün olabileceğini söyler (Chomsky, 1981’den aktaran Cem-Değer, 1996, 100).

Dilin biyolojik bir olgu olduğu görüşünü savunan Chomsky, dili biyoloingüistik bir bakışla “vücudun bir organı” (organ of the body) gibi değerlendirir (Berwick-Chomsky 2011: 20’den aktaran Kerimoğlu, 2016, 54).

Chomsky dili beyin/zihin ile ilişkilendirir. Buna göre beyinde çeşitli modüller vardır ve bu modüller dilin edinimini ve kullanımını üstlenir. Beyindeki bu modüller [Dil edinim aygıtı- L(anguage) A(cquisition) D(evice)], Evrensel Dilbilgisi (Universal Grammar) adını taşıyan içsel bir dilbilgisine sahiptir. Chomsky, tüm insanlarda bilişsel olarak böyle bir mekanizmanın olduğunu varsayar.

Bu bağlamda beyindeki dil ile ilgili bu bölüm, tüm insanlarda içsel ve genetik olarak kodlanmış bir biçimde yer almaktaydı. İnsan bu nedenle dili öğrenmez, edinirdi (Kerimoğlu, 2016, 54). Ancak Chomsky’nin ortaya koyduğu şey insanların genetik olarak bir dil öğrenme makinesi olduğu değildir. Bu dil ediminin çocuğun yaşadığı bölge ve ailesinin konuştuğu dile bağlı olarak da değişebileceği anlamına gelir. Onun vurgu yaptığı çevrenin değil, dillerin sahip olduğu evrensel dilbilgisi yapısı ve zihnin ön planda olduğudur.

Cattell (2000, 67)’in de ifade ettiği gibi Chomsky davranışçılığın dışına çıkmak için fizik bilimlerinde kullanılan ve değişmez davranışçılar tarafından benimsenen bilimsel yöntemden (ampirizm) ayrılmayı gerekli buldu.

Chomsky’nin standart bilimsel yöntemden ayrılması, bazen Chomsky devrimi (ve bazen de bilişsel devrim) olarak adlandırılan şeyde ortaya çıkan en temel değişikliklerden biriydi. Chomsky, insan davranışını incelemek için gereken bilimsel yöntemin, fizik ve kimya çalışmalarında sıklıkla takip edilen yöntemden kaçınılmaz olarak farklı olduğunu düşünüyordu. Nitekim insan bilimlerinde çalışılan insan zihni, fizik bilimlerinde çalışılan kısmından bir şekilde ayrılıyordu.

Dil çalışmalarında izin verilen şekliyle bir iç gözlem (kendi düşüncelerini inceleyerek) yapmaya istekli olduğunu açıklayarak için cesur bir adım attı. Dilbilim tarihinde bu ilk kez yapılmadı, bu yüzden tamamen yeni değildi, ama onlarca yıldır ilk kez duyuldu.

Dünyanın her tarafında insanların gözlemlediği ve hakkında hiçbir şüphe taşımadığı beceri çocukların doğuştan gelen birinci dil edinimi becerisidir. Birinci dil ediniminin doğal bir beceri olduğunu ileri sürmemizi sağlayan birçok argüman vardır. Bu argümanlar çocukların dil ediniminde sentaks edinimi üzerinde yoğunlaşmaktadır. Sentaks potansiyel olarak sonsuz sayıdaki cümlelerin üretilmesini ve anlaşılmasını sağlayan söz dizim kurallarıdır. Birinci dil edinimi araştırmalarında, hangi ana dili edinirse edinsin çocukların ana dili edinme sürecinde benzerlikler olduğu gösterilmiştir.

Örneğin, çocuklardaki sentaks bilgisinin oluşması ve sözcük ediniminde, isim türünden sözcüklerin ilk edinilmesinde olduğu gibi (Genç, 2016, 72).

Chomsky’nin görüşü önceki davranışçı yaklaşımları sarstı. Skinner’ın öncülerinden olduğu davranışçı psikoloji ve dilbilimi gibi pek çok açıklama ve kuram insanın boş bir zihinle doğduğunu ve dil de dâhil tüm davranışların sonradan öğrenildiğini savunuyordu. Ancak özellikle Chomsky 1950’lerden sonra dilin sonradan öğrenilen kültürel bir olgu değil, biyolojik ve genetik olarak insanın bu olguyla kodlanarak doğduğunu ileri sürerek dilin biyolojik mi yoksa kültürel mi olduğu tartışmasını ateşli bir şekilde başlatmış oldu.

Chomsky’nin başını çektiği içsel dilbilgisi taraftarlarının davranışçı öğrenme tezine karşı itirazlarının temelini belirli dil özelliklerinin benzer olması, uyarıcının yetersizliği, beyin hasarlarında dil sorunları görülmeyebiliyor olması ve çocukların dili belli kalıplarla ediniyor olmalarıdır (Kerimoğlu, 2016, 54-55).

 ‘‘Chomsky, dil öğrenmenin ve konuşmanın yalın bir uyaran-tepki koşullanması ile açıklanamayacak bir zihinsel süreç olduğu üzerinde durarak davranışçı dilbilim teorilerine Kartezyen bir perspektiften karşı çıkmıştır’’ (Altınörs, 2010, 389). Chomsky insan türünün kendi varlığının farkında olmadan da düşünebildiğini ifade eder, bu bakımdan kendisi modern rasyonel Descartes’ın kökenini temsil eder.

Kartezyen dil anlayışının takipçisi olan Chomsky hayvanların sözde dilinin (pseudo-langage) aksine, insan konuşması dış uyaranların ve iç tepkilerin kontrolüne tâbi değildir; hür bir ifade ve düşünme vasıtasıdır (Chomsky, 1969, 56’dan aktaran Altınörs, 2010, 395). Descartes’dan çıkan düşünsel sonuç ilk olarak dilin yalnızca insana has bir beceri olduğudur. Descartes’ın bu yargısının temelinde dünyadaki canlılar arasında ideaların sadece insanda bulunduğuna dair varsayım yatar.

Descartes’da düşünce ve dil, maddi ve biyolojik evrimin bir sonucu değildir, insanın akıllı bir ruha sahip şekilde yaratılması sonucu vardır. Nasıl idealar insanda tabiatı gereği var ise, dil de aynı şekilde insanda fıtri bir melekedir. Tecrübe ve öğrenme süreci insanda var olan bu potansiyelin fiiliyata dökülmesinden ibarettir (Altınörs, 2010, 398).

Bu konu irdelenmesi gereken diğer bir konu da Chomsky’nin çocuğun etrafında konuşulan dilin, dilbilgisinin kurallarının eksik ve kusurlu olduğuna yönelik düşüncesidir. Zira yetişkinler konuşma sırasında kelimeleri yutuyor, yeterince açık ve net bir telaffuz ortaya koymuyor ve dil bilgisel hatalar yapıyorlar. Başka bir deyişle, girdi (ya da input) kalitesi en iyi seviyede değildir. Ancak bu tip olumsuzluklara rağmen muazzam dil edinim aygıtımız (LAD) etkilenmeyecek ve çocuğun dil edinim sürecini regüle etmeye devam edecektir. Chomsky’nin burada yaptığı şey çevresel faktörleri ve sosyal etkileşimin rolünü geri plana atmaktır. Ona göre çocuklar doğuştan sahip olduğu benzersiz dil edinim aygıtı sayesinde bu gibi zorlukların üstesinden rahatlıkla gelmektedirler (Pınar, Y. ve Kubilay Pınar, 2015, 351).

Sonuç

1957 yılında Skinner’ın yazmış olduğu Verbal Behavior isimli kitaba Chomsky’nin 1959 yılında yazmış olduğu eleştiri yazısı (review) ile başlayan bu polemik, zaman içinde Chomsky’nin ortaya koymuş olduğu teorinin ağır basması sonucu aslında epistemik cemaat tarafından galibi belli olan bir polemiktir. Birkaç yıl içerisinde Chomsky’nin metni bolca alıntılanmaya başlamıştır. Hatta öyle ki Chomsky’nin eleştiri yazısı (review) Skinner’ın ana kitabından çok daha fazla alıntı alarak dil bilim alanında en çok alıntılanan eserlerden birisi olmuştur.

Skinner dilin davranışçı psikolojik açıdan tabula rasa olarak dünyaya gelen çocuklara çevre ve kültür etkisi ile uyaranlar aracılığıyla pekiştirilerek öğretildiğini savunur. Chomsky ise dilin edinilen bir şey olduğunu, zihnin hazırlıklı olarak bu sürece dâhil olduğunu ve insanların dil edinimlerine yardımcı olan bazı doğal ve genetik bileşenlerin bulunduğunu savundu.

Çocukların dil edinim hızının pekiştirme teorisi ile açıklanamayacağını belirten Chomsky, böyle olmuş olması halinde çocukların dil öğrenmelerinin çok daha uzun bir süreç gerektireceğini ifade etmiştir. Chomsky iddiasını kuvvetlendirmek için hayvanların da oldukça becerikli olmalarına rağmen taklit dışında insanlar gibi dil konuşamıyor oluşlarını örneklendirir. Bunun sebebini ise insanlar gibi dil öğrenmelerine izin veren doğuştan gelen bir özelliklerinin olmaması olarak gösterir.

Skinner çevre ve pekiştirmenin, Chomsky ise çevrenin değil zihnin ön planda olduğunu savunur. Son altmış yıllık süreçte Chomsky’nin evrensel dilbilgisi teorisi, Skinner’ın davranışçı dil edimi teorisinin yerini almıştır. İkisi arasındaki farkı en basit şekilde Skinner’ın dilin öğrenildiğine, Chomsky’nin dilin doğuştan geldiğine ve basitçe geliştirildiğine inanması olarak özetlemek mümkündür. Skinner davranışçı, Chomsky ise yapısalcıdır.

İkili hiçbir zaman yüz yüze tartışmamışlardır. Bu durum Skinner’ın Chomsky ile karşı karşıya gelmek konusunda çekincelerinin bulunduğu şeklinde yorumlanmıştır. Ayrıca iki yazar da hiç diyalektik metodu kullanmamıştır.

Birçok yönden ikisi arasındaki tartışma doğa-kültür (nature vs. nurture) çatışması olarak ele alınabilir.  Bu ikileme kesin bir cevap vermek zordur. Skinner tartışmaya gelmemesi itibariyle oldukça suçlanmış ve kendisi hakkında ‘‘uyarıcı psikoloğu’’ gibi yakıştırmalar yapılmıştır. Bir polemik açısından bu durum teorik olarak sorunludur.

 Epistemik cemaat, Chomsky’yi hükmen galip ilan etmiş ve köprünün altından çok sular akmış olsa da bu paragrafın başında ifade ettiğimiz gibi doğa-kültür tartışması tam olarak uzlaşmaya varılmış bir konu değildir. Skinner polemiğe belki gerçekten argümanı olmadığı için belki de önemsemediği için gelmemiştir.

İlk neden en çok kabul gören görüş olsa da bu argümanın geliştirilemeyeceği anlamına gelmemektedir. Bu da bizi bu tartışma özelinde dikkatli olmaya itmelidir. Nitekim hala insan zihninin boş levha (tabula rasa) olduğu görüşünde olan çok sayıda kişi bulunmaktadır. İkisinin benimsemiş olduğu yaklaşımlardan ve yarım kalmış polemiklerinden yeni çalışmaların filizlenme olasılığı küçümsenmeyecek derecededir.

1977 yılında George L. Engel’in ortaya koymuş olduğu biyopsikososyal perspektif bu iki konunun bir birleşimi gibi düşünülebilir. Engel bu yaklaşımı ile biyolojiyi, psikolojiyi ve sosyal çevreyi bir araya getirmiştir. Bu bağlamda Skinner’ın ve Chomsky’nin farklı dil görüşlerinin aynı potada ilişkisel olarak ele alınabilme ihtimali üzerinde düşünmek vakit kaybı olmayacaktır. Bu metnin yazarı da Popper’ın yanlışlamacılığı gereğince bir teorinin çürütülene dek geçerli olduğunu düşünenlerdendir.

Bunun yanında salt yanlışlamacı bir yaklaşımla değil dil öğrenme süreci içerisinde hem biyolojik hem de çevresel ve kültürel faktörlerin rol oynama potansiyellerinin olduğu izlenimi yüksektir. Bu bakımdan her iki teoriye yaklaşım da eşit şekilde eleştirel ve kritik düşünce düzleminde olmalıdır. 

Kaynakça

Altınörs S. Atakan. 2010. Düşünce İle Dil Arasındaki İlişkiye Descartes’ın Yaklaşımı. Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi. 28/1: 389-401.

Berwick, R. ve Chomsky, Noam. 2011. The Biolinguistic Program: The Current State of Its Development. The Biolinguistic Enterprise. New Perspectives on the Evolution and Nature of the Human Language Faculty. Ed. A. di Sciullo ve C. Boeckx. Oxford: Oxford University Press: 19-41.

Bloom P. 2000. How Children Learn the Meanings of Words. Cambridge Massachusetts: The MIT Press.

Cattell, R. 2000. Childrens Language. Consensus and Contruversy. Cassell: New York, London.

Chomsky, Noam. 1959. Review of Skinner’s Verbal Behavior. Language. c. 35: 26–58.

Chomsky, Noam, Nelcya Delanoë ve Dan Sperber. 1969. La Linguistique cartésienne, traduction française. Paris: Seuil.

Chomsky, Noam. 1981. Lectures on Government and Binding. Dordrecht: Foris

Değer, Ayşen Cem. 1996. Evrensel Dilbilgisi ve İkinci Dil Edinim Kuramı. Dilbilim Araştırmaları. 100-113.

Edmondson, J. Willis ve House, Juliane. 2011. Einführung in die Sprachlehrforschung. Tübingen ve Basel: A. Francke Verlag.

Ernst, Peter. 2008. Germanistische Sprachwissenschaft. Wien: Facultas Verlags- und Buchhandels AG.

Genç, Bilal. 2016. Birinci Dil Ediniminin Sözcük Edinimi Sürecinde Doğuştancı, Davranışçı, Bağlantıcı ve Sosyal Bilişselci Teoriler. Dil ve Edebiyat Eğitimi Dergisi. c. 18: 69‐80.

Kerimoğlu, Caner. 2016. Dilin Kökeni Arayışları I: Dilin Kökeniyle İlgili Akademik Tartışmalar. Dil Araştırmaları. c. 18 s.2: 47-84.

Lightbown, P. M. ve Spada N. 2006. How Languages are Learned. Oxford: Oxford University Press.

Merten, S. 1997. Wie man Sprache(n) lernt. Eine Einführung in die Grundlagen der Erst- und Zweitspracherwerbsforschung mit Beispielen für das Unterrichtsfach Deutsch. Frankfurt: Peter Lang.

Pötter C. 2004. Mutter-Kind-Beziehung und Sprachentwicklung. Die Bedeutung des Mutterischen für die frühkindliche Sprachentwicklung. Hamburg: Verlag Dr. Kovac.

Pınar, Yunus ve Nihal Kubilay Pınar. 2015. İlk Dil Edinim Kuramlarında Duygu ve Duygulanım Olgularının Yeri. International Journal of Human Sciences. c.12 s.2: 343-359. doi:10.14687/ijhs.v12i2.3331.

Riemer C. 2002. Wie lernt man Sprachen? In: Quetz, J.u.a. (Eds.): Neue Spra chen Lehren und Lernen: Bielefeld: Bertelsmann Verlag, 49-81.

Skinner B. F. 1957. Verbal Behavior. New York: Appleton-Century-Crofts.

Skinner, B. F. 1974. Eine funktionale Analyse des Sprachverhaltens. In: Eichler&Hofer: 12-24.

Nitelikli, bilgi içeriği yüksek, akademik ya da yorum içeren kapsamlı yazılar… Bu başlık altında kıymetli yazarların ve akademisyenlerin özel, kısa ya da uzun, alana özgü metinlerini bir arada bulabileceksiniz. Fihrist olarak idealist bir bakış açısıyla nitelikli metinler ortaya koyma arzusundayız. Dolayısıyla, bu başlık, sizler için geniş bir arşiv oluşturma niyetinin ürünü. Yararlanmanız dileğiyle…

Bülten'e Üye Ol

Fihrist Kitap Çalışmalarından Haberdar Ol