Nitelikli, bilgi içeriği yüksek, akademik ya da yorum içeren kapsamlı yazılar… Bu başlık altında kıymetli yazarların ve akademisyenlerin özel, kısa ya da uzun, alana özgü metinlerini bir arada bulabileceksiniz. Fihrist olarak idealist bir bakış açısıyla nitelikli metinler ortaya koyma arzusundayız. Dolayısıyla, bu başlık, sizler için geniş bir arşiv oluşturma niyetinin ürünü. Yararlanmanız dileğiyle…

Geleneği Ararken: Abdullah Harmancı'nın Arkadaş Ağacı Hikayesi

Yazar: Servet Sena Çelik

İnsanoğlunun hayat serüveni çeşitli değerler ve birikimler üzerine kuruludur. Milletlere geçmişiyle ilgili bilgi veren, ait oldukları zümreye dair malumatlar içeren, kısacası özelde bireye dünyaya geldiği toplumun kültürünü aktaran bu değer ve birikimlere gelenek denir.

Türkçe lügatte gelenek “Bir toplumda, eskiden kalmış olmaları dolayısıyla saygın tutulup kuşaktan kuşağa iletilen, yaptırım gücü olan kültürel kalıntılar, alışkanlıklar, bilgi, töre ve davranışlar[1].” şeklinde ifade edilmektedir. Gelenek kelimesi ayrıca örf, adet, an’ane ve töre gibi kelimelere karşılık olarak da kullanılmaktadır[2].

Bunun dışında özel anlam olarak Türk Edebiyatında gelenek ve geleneğin kullanımı gibi formlar vardır. Özet olarak ifade edecek olursak Türk Edebiyatında gelenek demek Divan ve Halk Edebiyatından yararlanmak anlamına denk gelmektedir[3].

Cumhuriyet dönemiyle beraber literatürde Yeni Türk Edebiyatı ile Divan ve Halk Edebiyatı arasında bir bağlantı kurarak ‘yumuşak geçişleri’ gösteren veyahut tarihin hiçbir zaman kesintiye uğramadığı gibi bir milletin de edebiyatının kesintiye uğramadan değiştiğini ortaya koymak, hiçbiri değilse de aradaki ilişkiyi/korelasyonu keşfetme bazen da inşa etme çabasını güden kişilerce edebiyatta gelenek imgeleri sıklıkla ya kullanılmıştır ya da irdelenmiştir Biz bu çalışmamızda Abdullah Harmancı’nın Baltan Taşa Değecek kitabındaki, Arkadaş Ağacı hikayesindeki gelenek figürlerini, imgelerini ele almaya çalışacağız. Ancak bundan evvel Divan ve Halk Edebiyatını gelenek kılan ve güncel/cari edebiyatı onlardan ayıran sürecin yani modernleşmenin bir anlamda batılılaşmanın serüvenine değinmenin ve Türk Edebiyatına yansımasını da aktarmanın yerinde olduğunu düşünüyoruz.

Türk Modernleşmesi/Batılılaşması ve Edebiyata Yansımaları

Türk-İslam devlet geleneğinin belki de her manada zirvesini teşkil eden Osmanlı Devleti; Bizans hududunda küçük bir beylik olarak temelleri atılan bir teşekküldür. Osmanlılar, köhnemiş Bizans’ın hududunda yer alırken cihat-gaza politikasıyla gazi-alpleri etrafında toplaması, yöneticilerinin dirayeti ve şüphe yok ki talihin de yardımıyla kısa süre içerisinde güçlenmişlerdir. Bilhassa Haçlılara karşı kazanılan Niğbolu zaferiyle Anadolu’dan Balkanlara taşan Osmanlılar, İslam dünyasında da bir saygınlık kazanmışlardır[4]. Fatih’in İstanbul’u fethiyle beraber bir imparatorluk haline gelen Osmanlı Devleti, yönünü ve yüzünü batıya fetih maksatlı çevirir. Bu başarı grafiği Kanuni Sultan Süleyman ile zirveye doğru çıkar. Ancak ilahi ve sosyal bir kanundur ki; her gerileme, çöküş adına ne denirse densin zirveye çıkılmasıyla başlar. Kanuni Sultan Süleyman zamanında batıya mutlak hakimiyetini kabul ettiren Osmanlı Devleti; coğrafi keşiflerin Avrupa’ya sağladığı iktisadi refah ve onun da tetiklediği düşünce dünyasındaki özgürlük-çeşitlilik, teknolojik tekâmül ve sömürge düzenin sağladığı hammadde, iş gücü ile pazar gibi mefhumlar; Avrupa’nın veya diğer tabirle batının üstünlüğü tedricen ele geçirmesine neden olur.

Üstünlüğü tedricen ele geçiren batı çok daha hızlı bir şekilde arayı açacak ve büyük bir güçle beraber gıpta edilesi bir noktaya erişecektir. Gerek askeri hezimetler gerek bürokrasi ve sosyal tabadaki sorunlar Osmanlı Devleti’ni çalkantılı bir döneme sokar. Her ne kadar devlet adamları ve sultanlar düzeltme çaba içine girmişlerse de başarılı olamazlar. İki yüzyılı aşan bu dönemde ciddi toprak kayıpları ve asayiş sorunları görülecektir.

Sultan III. Selim ile beraber batının teknikte, askeri anlamda ve iktisadi yönde mutlak üstünlüğü istemeye istemeye de olsa kabul edilir ve ‘batılılaşma’ hareketi gerçek anlamda başlar. Bu hareketin temelinde daha çok askeri sebepler vardır. Ancak bu dönemde yeni bir ordunun kurulması, mevcut ordunun ıslahı, yeni ordu için mali kaynağın temini, askeri sanayi ve eğitim konusunda çalışmaların yapılması kararlaştırılır[5].

Askeri maksatlı olarak başlayan bu batılılaşma süreci zamanla toplumun her kesimine sirayet edecektir. İktisadi cepheden hukuki veçheye oradan da eğitim faaliyetlerine kadar ulaşan batılılaşma hamlesi, zamanla edebiyata ve oradan da fikriyata yansıyacaktır. Önceli doğu ve batı Hristiyanlık ile İslamiyet olarak ele alınırken zamanla teolojilerden azade temsil ettiği medeniyet birikimi olarak temsil edilmeye başlanır. Bunun ilk izlerine de Ahmet Mithat Efendi’nin yazılarında rastlamak mümkündür[6].

Tanzimat’tan Meşrutiyet’e oradan da Cumhuriyet’e uzanan süreçle beraber Türk milleti tedrici ve sancılı bir dönüşüm yaşamış bu değişimi askeriyeden hukuka, iktisattan sosyal hayata kadar pek çok alanda tecrübe etmiştir. Eğitimde başlayan batılılaşma, nihayetinde Türk Edebiyatında da yeni bir çığır açmış bu çığır Cumhuriyet ile beraber değişimi kendisine mal etmiş olan Türk milletinin ve Türk aydının elinde nev-i şahsına münhasır bir hal alarak Yeni Türk Edebiyatı haline gelmiştir. Gelenek ve gelenek muarızına dair oluşum sürecini açıkladıktan sonra şimdi hikayemizi ele almaya geçebiliriz.

Harmancı’nın Arkadaş Ağacı’nda Geleneğin İzleri

Hikayeleriyle maruf olan Abdullah Harmancı son eseri olan Baltan Taşa Değecek’i Muhit Kitap’tan çıkardı. Biz de Baltan Taşa Değecek kitabından Arkadaş Ağacı hikayesini defaatle okuduk. Şimdi Harmancı’nın bu güzel hikayesinde yer alan gelenek izlerini irdelemeye çalışacağız. Harmancı’nın bu hikayesi Yaprak isimle bir baba ile kızın arasında geçen diyalog üzerine kurulu. Annesi evi terk etmiş olan Yaprak; karın lapa lapa yağdığı bir akşam sırasında babasına peşisıra sorular sorarak onun düşüncelerden deryalara yönelmesine, deryalardan bitmek bilmeyen muhasebelere gark olmasına neden oluyor.

Hikaye, tırnak içerisine alınış “İnsanların yolları neden ayrılır[7]?” ile başlıyor. Devamındaki okumayla kurulan bağlamda bir hatırlama ve yakınma merkezli pişmanlık duygusunu hissediyorsunuz. Yazar bu cümlesiyle hikayenin akışına dair hem malumat veriyor da hem de okuyucuyu hikayenin başında, ortasında ve sonunda kısacası tamamında bir ‘nefs muhasebesine’ davet ediyor.

 Sosyal bir varlık olan insan, diğer mahlukatla temas içinde yaşayarak hayatının idame ettirir. Türk-İslam medeniyetinin inşa ettiği yaşadığımız toplumda insan her şeyin merkezindedir. Hatta o kadar Kur’an-ı Kerim’de insan yaratılmışların en şereflisi yani eşref-i mahlukat olarak nitelendirilmektedir[8]. Harmancı ister kitabi ister tasavvufi olsun her anlamda geleneğe uygun olarak insana evvel kendisini ve varoluşunu hatırlatarak hikayesine başlıyor.

Akabinde kızının babasına sorduğu sorunun, kahramanda oluşturduğu hisler gayyasını şu cümlelerle tarif ediyor: “Kalbimi göğsümü içinde kanırta kanırta çıkartsa ancak bu kadar acır etim! Ve dahi ruhum. Ve dahi kalbim. Ve dahi varlığım[9]!” Ölümlü bir varlık olan insanın en önemli iki organı olarak beyin ve kalp tanımlanmıştır. Hangisinin daha önemli olduğu tarif edilemeyecek bir mukayyetsizliği içinde barındırır. Bu eküri insanın zahirini temsil ederken ruh ise kalp ve beynin bütününe karşılık gelen ademoğlunun batındaki karşılığıdır. İnsan kalbiyle hisseder, beyniyle anlar ama ruhuyla yaşar, tadar, farkına varır. Acı da sevinç de, kıvanç da hüzün de ruh ile doğrudan temas kurar. Ruh ve kalp ile beynin insandaki bütünlüğü temsil ettiği fikri Divan Edebiyatı’nda da Halk Edebiyatı’nda da bilinmektedir. Bu bakımdan Harmancı; Türk-İslam kültürüne muvafık bir tasvirde bulunuyor.

Devamın karakter Yaprak “Baba vampir mi olacaksın yoksa bu gece[10]?” diye babasına bir soru soruyor. Vampir gibi varlığı kabul edilemeyen, insanüstü ve olağandışı varlıklar daima masallarda yer almışlardır. Türk Edebiyatı da masallarında çok çeşitli ve farklı karakterleri barındırmaktadır. Bu bakımdan Yaprak’a sordurulan bu soru, Türk Edebiyatının geleneksel masal figürünün hikayeye senkronize edilmesine karşılık gelmektedir.

Yaprak sorduğu sorularla babasını hikayede düşünceden düşünceye sürükler. Dostuna dair sorusuna kahramanımız ‘içinden’ şöyle cevap verir: “Vedat’la otuz sene dost kaldık kızım. Vedat’ı ilk mektebe gitmeden önce tanımıştım kızım. Seneler ilerledikçe, lisedir, üniversitedir, geçip gittikçe, hayat dene şeyin içine iyice girdikçe[11]…”

Dostluk; insanoğlu için hangi kültürün mensubu hangi topluluğun parçası olursa olsun çok kıymetli bir şeydir. Farsça’dan dilimize geçen bu kelime “seven, sevgili, yar” gibi anlamlara karşılık gelmektedir[12]. Türk kültüründe de önemli bir yeri vardır. En başta ifade etmek gerekir ki Kur’an-ı Kerimde tekil ve çoğul olmak üzere dost anlamına gelen veli/evliya tabirleri seksen yedi kez zikredilmiştir[13].

Hz. Peygamber ve arkadaşlarının mücadelesinden mülhem dostluk, Türk kültüründe önemli bir yere sahiptir. Anadolu’nun Türkleşip İslamlaşma sürecinin önemli adımlarını kapsayan Selçuklular’dan Osmanlı Devleti’ne uzanan kuruluş sürecine karşılık gelen dönemde faaliyet gösteren Ahilik kurumu da ‘dostluk’ mefhumu üzerine bina edilmiştir.

Kelime anlamı “dost”, “kardeş” gibi manalara karşılık gelen Ahilik İslamiyet’in kaideleri ile 12. yüzyıla kadar olgunlaşmış Türk hayatının kültürel birleşiminin bir sonucudur[14]. Hikaye okunduğunda içinde bir burukluk duyduğu anlaşılsa da onun dostlarına bağlılığı Türk kültür hayatındaki dost kavramına muvafık bir görüntü çizmektedir.

Hikayenin seyrinde Yaprak’ın sorduğu sorular kahramanı zorlamaya; ruhen ve kalben ile beynen yormaya başlar. Yazar şu cümlesiyle bilinçaltına herkesin yerini bilmesi gerektiği mesajını gönderir: “Belki de onunla böyle bir büyük adam gibi konuşmamlıydı[15].” Türkler’de her insan birey olarak bir kıymet-i harbiyeye sahiptir.

Muhatap alınırken/kabul edilirken renk, mezhep, meşrep, din, dil ve ırk gibi mefhumların bir etkileyici yanı görülmediği gibi yaşın da bir önemi yoktur. Ancak babadan oğula, anneden kıza aktarım gibi bozkırdan gelen köklü bir geleneğe sahip olan Türk aile ve sosyal yapısında büyükler ve küçükler kendilerine tayin edilen toplumsal statü bağlamında hareket etmekle yükümlüdürler. Bu durum adab-ı muaşeret kurallar mecmuundan ileri gelmektedir. Kısaca toplum içindeki nezaket ve görgü kurallarını tayin eden bu şifahi birikime adab-ı muaşeret denilmektedir[16]. Yazarımız da kullandığı cümle ile geleneğin önemli bir parçası olan adab-ı muaşeret kurallarını, kızının yerini bilmesi gerektiği anlatısı üzerinden kullanıyor.

Devamında Yaprak babasına şu soruyu sorar: “Peki ya, Barutçugil baba[17]?” Yazarımız da hikayeyi şu cümlelerle sürdürür: “Kemal’e herkes soyadıyla hitap ederdi. Gıyabında da soyadıyla anılırdı[18].” Yazar burada geleneksel olarak bireylerin anılma tarzına gönderimde bulunuyor. Nitekim 1934 tarihli soyadı kanunu çıkana kadar kişiler ailelerini hatırlatan, boylarını veyahut mensup oldukları topluluğu çağrıştıran isimlerle ilintirilendirilerek anılırlardı. Soyadı kanunu Mart 1933 yılında görüşülmeye başlanır ve bir yılı aşkın bir zaman zarfında Mayıs 1934 tarihinde yürürlüğe girer[19]. Yazar burada da geleneğin başka bir parçasını kullanmaktadır.

Harmancı; hikâyenin tamamında bir nefs muhasebesi yaptırdığı kahramanın şu sözleri tekrarlatır: “Eksik olan âlemi eksik görür. Kâmil olan âlemi kâmil görür[20].” Harmancı’nın bu iki cümlesi şüphe yok ki Türk tasavvuf kaynağından beslenmektedir. Tasavvurun ana gayesi Allah’ın rızasını kazanmak olup nefsini bilmek, kalbini bilmek ve kalbini temizlemek gibi ilkeleri içerir[21]. Bu ilkeler de şüphe yok ki yazarın yukarıdaki cümlelerinin besin kaynağıdır. Cümleden hareketle diyebiliriz ki Harmancı burada geleneğe gerek ruh gerekse de şekil anlamında önemli katkılar veren tasavvufu yani tekke İslamı’nı özetle geleneğin referans almıştır.

Sonuç

İnsan ve gelenek arasında sınırsız bir ilişki vardır. Ademoğlunun hayatının her alanında geleneğe ve geleneğin karşıtı izlere rastlamak mümkündür. Tarihte pratikliği ve yeni süreçlere adaptasyonları ile meşhur olan Türkler bunu yaparken tabir-i caizse kabuğun içindeki özün cevherini korumayı bilmişler; duruma göre ya kabuğu ya da cevherin hayat verdiği özü değişime uğratmışlardır.

 Gerek Halk Edebiyatı gerekse de Divan Edebiyatı; bu cevherden neş’et eden özün farklı türevleridir. Sosyal bir varlık olan insan değişimden kaçamadığı gibi Türkler’de zamanla değişimin etkisi altında kalmışlar ve devrin teknoloji, usul, askeri, iktisadi ve sosyal başarı anlamında öncülüğünü temsil eden batı/Avrupa ile temaslarını da değişime ayak uydurma mesabesinde sağlamaya başlamışlardır.

Bu değişim süreci askeri alanda başlayıp hukuk ve iktisadi alandan eğitime ve oradan da edebiyat sahasına tevarüs etmiştir. Tam bu noktada Tanzimat’tan Meşrutiyet’e ve oradan da Cumhuriyet’e uzanan köklü bir süreç başlamış ve ortaya çıkan Yeni Türk Edebiyatı, mezkur cevherin geçtiğimiz ve bu yüzyıldaki son hali olmuştur. Lakin eskiye dair her şeyi içinde barındıran gelenek, daima eskiyle/tarihle yaşayan Türkleri de derinden etkilemiştir. Bu etkiden mütevellit geleneğe dair izler ve unsurlar Yeni Türk Edebiyatı’nda da daima yerini bulmuş ve hiç şüphe yok ki bulmaya da devam edecektir.

Biz de bu sosyal ilkeden hareketle Türk Edebiyatında öykü anlamında değerli eserler veren Abdullah Harmancı’nın Baltan Taşa Değecek kitabının Arkadaş Ağacı hikayesindeki unsurları gelenek açısından irdelemeye çalıştık. Mezkur hikayede geçen ve gözümüzle beraber daima geçmişin şevkiyle yaşayan gönlümüze çarpan geleneğin, öğelerini ortaya koymaya gayret ettik. Nefs muhasebesinden pişmanlığa, insanın alemdeki varlık bütününden dostluğa oradan da adab-ı muaşerete ve tasavvufa uzanan pek çok öğeyi yani geleneğin parçalarını Harmancı’nın eserinde bularak gözler önüne sermeye gayret ettik.

KAYNAKÇA

AKALIN, Ş. (2011). “Gelenek”, Büyük Türkçe Sözlük, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.

BERKES, N. (2012) Türkiye’de Çağdaşlaşma, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

ÇAĞRICI, M. (1994). “Dost”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul: TDV Yayınları.

DÖNMEZ, İ. K. (2007). “Örf”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul: TDV Yayınları.

EKİCİ, Y. (2011). Ahilik, Ankara: Sistem Yayıncılık,.

HARMANCI, A. (2021). “Arkadaş Ağacı”, Baltan Taşa Değecek, İstanbul: Muhit Kitap

İNALCIK, H. ( 2018). Osmanlı İmparatorluğu Klâsik Çağ (1300-1600), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

İZ, M. (2014). Tasavvur, İstanbul: Kitabevi Yayınları.

Kur’an-ı Kerim.

POYRAZ, E. (2010). “Durali Yılmaz’ın Hikâyelerinde Gelenek”, Yeni Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi.

YAŞAR, F. T. (2016). “Âdâb-ı Muâşeret”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul: TDV Yayınları.

YILMAZ, Z. (2016). Atatürk’ün Sosyal Değişim Politikaları İçerisinde “Soyadı Kanunu” ve Yankıları, Yüksek Lisans Tezi.

[1] Haz.: AKALIN, Ş. (2011). “Gelenek”, Büyük Türkçe Sözlük, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, sf: 920.

[2] DÖNMEZ, İ. K. (2007). “Örf”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul: TDV Yayınları, C: 34, sf: 87.

[3] POYRAZ, E. (2010). “Durali Yılmaz’ın Hikâyelerinde Gelenek”, Yeni Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, s. 3, sf: 119.

[4] İNALCIK, H. ( 2018). Osmanlı İmparatorluğu Klâsik Çağ (1300-1600), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, sf: 22.

[5] BERKES, N. (2012) Türkiye’de Çağdaşlaşma, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, sf: 92.

[6] BERKES, (2012). a.g.e., sf: 381.

[7] HARMANCI, A. (2021). “Arkadaş Ağacı”, Baltan Taşa Değecek, İstanbul: Muhit Kitap, sf: 48.

[8] Kur’an-ı Kerim, İsra Suresi, 70. Ayet.

[9] HARMANCI, (2021). a.g.e., sf: 48.

[10] HARMANCI, (2021). a.g.e., sf: 49.

[11] HARMANCI, (2021). a.g.e., sf: 49.

[12] ÇAĞRICI, M. (1994). “Dost”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul: TDV Yayınları, C: 9, sf: 511.

[13] Mesela bkz. Kur’an-ı Kerim, (Nisâ 4/45, 75, 119, 123, 173, A‘râf 7/27, 3).

[14] EKİCİ, Y. (2011). Ahilik, Ankara: Sistem Yayıncılık, sf: 28.

[15] [15] HARMANCI, (2021). a.g.e., sf: 50.

[16] YAŞAR, F. T. (2016). “Âdâb-ı Muâşeret”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul: TDV Yayınları, C: 1 (ek basım), sf: 34.

[17] HARMANCI, (2021). a.g.e., sf: 51.

[18] HARMANCI, (2021). a.g.e., sf: 51.

.[19] YILMAZ, Z. (2016). Atatürk’ün Sosyal Değişim Politikaları İçerisinde “Soyadı Kanunu” ve Yankıları, Yüksek Lisans Tezi, sf: 17-20.

[20] HARMANCI, (2021). a.g.e., sf: 53.

[21] İZ, M. (2014). Tasavvur, İstanbul: Kitabevi Yayınları, sf: 27.

Nitelikli, bilgi içeriği yüksek, akademik ya da yorum içeren kapsamlı yazılar… Bu başlık altında kıymetli yazarların ve akademisyenlerin özel, kısa ya da uzun, alana özgü metinlerini bir arada bulabileceksiniz. Fihrist olarak idealist bir bakış açısıyla nitelikli metinler ortaya koyma arzusundayız. Dolayısıyla, bu başlık, sizler için geniş bir arşiv oluşturma niyetinin ürünü. Yararlanmanız dileğiyle…

Bülten'e Üye Ol

Fihrist Kitap Çalışmalarından Haberdar Ol