ütopya | distopya |
bilimkurgu |

Geniş bir tarihsel çizgiyi kapsayacak şekilde inşa ettiğimiz bu dizide, ilk ütopya ve distopya eserlerinden çağdaş bilimkurgu çalışmalarına kadar bir bütüncül çerçeve oluşturma çabasındayız. Nitelikli bilimkurgu okuyucularının kitaplıklarında bulunması gereken klasikleri barındıran dizi, gün geçtikçe yeni eserleri bünyesine katarak genişliyor. 

ütopya | distopya |
bilimkurgu
üzerine


Bu seride yer alan kitaplar, fihrist gözlüğüyle bakıldığında bambaşka anlamlar içeriyor; bu klasikler, günümüzdeki bilindik hızlı tüketim bilimkurgu metinlerinin birliğinden fazlasını vadediyor. Üç önemli başlık, “ütopya, distopya ve bilimkurgu” tarihî akışı içerisinde birlikte düşünülebilecek bütünlüğü taşıyan bir eksenin temsilcileri ve birlikte düşünüldüğünde bizim bu seride neyi amaçladığımızın ana fikrini veriyor. Bu seri, geleceğin tahayyülünün sınırlarını zorlayan bir çabanın geleceği yaratma telaşının zıt kutuplarını, en iyisi ve en kötüsünü, öznel ve nesnel yorumlarını dile getiriyor. İnsanın zihnin geleceğe yönelik sınırları aşan yorumlarını sergilemeyi amaçlıyor. Bu kitaplar, özellikle ilk örnekleri temsil eden “proto-bilimkurgu” kitapları, ne denli geniş hayal gücü ile geleceğe baktığımızı bize gösterirken aynı zamanda, gerçekleşenin ne denli yalın ve beklenenden farklı olduğunu da bize gösteriyor. Gelecek üzerine kurulan yargıların, ideolojik planlamaların, naif hayalciliklerin ne denli gerçek dışı olduklarını bugünün gözünden görmek müthiş bir deneyim sunuyor bizlere. O yüzden, ütopya, distopya ve 19. yüzyıl bilimkurgu çalışmalarının ilk örnekleri, bize bizim geleceğe bakışımızı da sorgulatıyor.

Bilimkurgu denilince, teknolojinin hükmünün geçtiği diyarların mekanik hallerini, metalik renklerini akla getiriyoruz. Bu, modern bir kopuşun en büyük göstergesidir aslında, tekniğin kendi başına bir kimliğinin oluşuna temelden iman edişimizin göstergesidir. Teknik, sayıların araçsal çıkarlar doğrultusunda sonsuz bir mükemmeliyet zincirinde idealize oluşu… Bu kurgu dünyalar, ideolojisini bile tekniğe bağımlı bir şekilde dile getiriyor. Bu arada evet, madde, özdek, nesnenin temas edilebilir en yalın hâli geleceğimizin sınırlarını belirliyor; metalin kimliği, plastiğin doğası bir şekilde bizim doğamız oluyor, bunu reddetmiyoruz. Ama kaderci-determinist olan bu teknolojik-materyalist koşullamanın genişletilmesi ve geliştirilmesi gerekiyor. İşte burada insani zihinlerin yansımaları, dünyayı algılayış biçimleri, ideolojik saplantıları ve kültürel yansımaları devreye giriyor. Kısacası madde, insani bir şekilde, insanca ve insani ihtiyaçlara odaklı bir şekil alıyor.

Bu felsefi temelin altının çizilmesinin bizim serimiz için ne gibi bir önemi var demeyiniz, önemi apaçık: ütopya ve distopyanın bilimkurgu ile kopartılmış olan o sağlam bağının tekrar kurulması. Ütopya ve distopya (ki distopyanın teknolojik baskıcı sistem tasavvurları, bilimkurgu ile doğrudan ilişkilidir) fikirsel, felsefi ve ideolojik yansımalar ile yeni bir dünya kurma telaşının yansımasıdır. Ayrıca, ilk ütopyaların teknolojik birikimle ilişkilerini de küçümsememek gerekir. Dolayısıyla bu eksen, insan zihninin geleceği yaratma hevesi ve teknolojiyi bunun bir aracı olarak görme çabası, bu üç disiplinde de görülür. Bu çalışmaları birlikte vermemizin; kimi zaman kurgu dışı fikirsel ütopya hayallerini hikâye ve romanlarla ve hatta şiirlerle birlikte verme niyetimizin bir bütün olarak düşünülmesi gerekir. Hayaller, geleceği yaratır, hayal edildiğinin aksine varsa da gerçeklik, insan zihninde gerçekleşir. Dünyalar içinde, nesne ile etkileşim, etken-edilgen ilişkiler içinde gerçekleşir insani hayaller. Ve işte böyle, gerçek dışı hayaller, gerçeğin zıt kutbu bir vazifede gerçeği törpüleyerek gerçekleşir. Hayal etmeli bu yüzden, geleceğe dair konuşmalı.

Bu çalışmalar bizlere yeni dünyalar yaratmanın keyfini yaşatırken, yeninin tasavvurunun yüzyıllar sonraki gerçekten ne kadar uzağa düştüğünü göstermesi nedeniyle de kendimizi, hayallerimizi sorgulatacak. Diğer yandan, her altı dolu fikrin geleceğe bakan özgün ve “mümkün olabilecek dünyalardan birini” imgelediğini unutmamalı. Dolayısıyla bu çalışmalar; fütursuz hayaller değil, belirli dünya görüşünün yansımaları, hatta ideolojik yol haritalarının gelecekteki dünyaya dikte ettiği kurallar bütünü. Hatta, “Ey yeni nesil, şunları şunları yapacak, şunlardan kaçınacaksınız!” tonunda dinsel mizaçlı çağrılar bu metinlerin bazıları. Dünyanın sonunu hayal eden dinsel metinler bu anlamda bir distopya değil midir zaten? 19. yüzyıldaki “Son Adam” furyasında yazılan kitaplara baktığımızda bunu net algılarız (En bilineni Frankenstein, bu furyanın sadece bir örneğidir). Bu çalışmaların çoğu Hristiyan düşüncesinin belli yansımalarını içerir. Kısacası gelecek, zihnimizin doğru bir sistematik içerisinde inşa çabası sonucunda şekillenir. Ama bu bizi “ütopik sosyalistler” gibi veya pozitivist kolaycılıkta ifadesini bulan bir toplum mühendisliğine götürmesin. Toplumu şekillendirdim oldu, fikrinin yansımasıdır bu çalışmalardan birçoğu, evet. Ama toplum, bireyinin üzerindedir, ki bu fikir açık bir şekilde, ütopyacı düşüncenin fikirlerinin neden hayat bulmadığının da ispatıdır. Açıkça itiraf edelim: hayalinizdeki toplum, hayalinizdeki şekliyle hayat bulmayacak. Biz de kendi kulağımıza fısıldamayı ihmal etmeyelim: Fihrist’in tasavvur dünyası, Fihrist’in hayal ettiği hâliyle gerçekleşmeyecek. Acı bir şekilde itiraf edelim kendimize. Kabullenelim bu ezici gerçeği.

Yine bu acı gerçek, düşünmeyelim ve kurgulamayalım fikrine tekabül eden bir sonuca götürmüyor bizi. Fikir üretmenin kolay sonuçlara varmayacağının bilincinde bir şekilde, üretmenin önemine götürüyor. Bu düşünce, zihinsel üretimin kısa vadede ve yüksek tutarlılıkla karşılık bulacağı naifliğini yıkarken, kendimizi birey olarak topluma fikirsel yaratı çabamızı sadece bir “katkı” niteliğinde sunduğumuzu hatırlatır. Bireycilik bu anlamda “az gelişmiş tanrıcılık” oynamaktan farklıdır, zayıflığının bilincinde bir özgüvene sahip olmaktır. Dediğimiz gibi, özellikle eskilerin ütopya yazma çabası, bu “tanrıyı oynamak” tavrıyla doğrudan ilişkilidir. Toplum mühendisliği de denilebilir buna ama bu bireycilik üzerinden okunduğunda, “tanrıyı oynamak” terimi daha anlamlıdır. Çünkü bu daha çok şişirilmiş egoyu ve en tepe mertebede olma fikrini de yansıtır. Ama buna rağmen, ütopyaları reddedelim demiyoruz, “buna rağmen” yaratalım diyoruz. Fikirler, gelecek dünya tasavvurları… Yaratalım, ama bir yandan, dikte etmenin anlamsızlığını da görelim diyoruz. İşte bu metinlerin tutarsızlığını okuduğumuzda, kendi küçük dairemizde dünyalar yapıp yıkma tavrımızı biraz törpüleyebiliriz, sanıyoruz.

İşte bu yüzden, “başka bir dünya mümkün” kolaycılığını şu şekilde açıyoruz: başka bir dünyayı hayal etmek mümkün, yaratmak değil, diyoruz. Yine de hayal etmenin güzelliğini ve mutluluğunu vurguluyoruz. O yüzden yazıyoruz ve o yüzden okuyoruz bunca kitabı. O yüzden okuyacağız çokça, okuyacağız.

Ömer Alkan

Bülten'e Üye Ol

Fihrist Kitap Çalışmalarından Haberdar Ol