Pellucidar Dizisi Üzerine


Antik Çağ’dan günümüze kadar insanlar; Dünya’nın merkezinde bir boşluk olduğuna inandılar. Bazıları ölülerin buraya gönderildiğine inanırken, bazılarına göre bu boş Dünya’da bir medeniyet yer alıyordu. Yunan mitolojisinde Hades’in hüküm sürdüğü Ölüler Diyarı, İskandinav mitolojisinde Kara Elflerin yaşadığı Svartalfaheim, Hristiyanlık inancında cehennem ve Yahudilik inancında Şeol, yaşayan canlıların hayatlarını kaybettikten sonra gittikleri bu dünyaya verilebilecek örneklerden yalnızca bazıları. 

Yunan mitolojisine göre yeraltı dünyasına çeşitli mağaralar aracılığıyla ulaşılabilirken, Kelt mitolojisinde ise “İrlanda’nın Cehenneme Açılan Kapısı” olarak da bilinen “Cruachan” adlı tek bir mağara bulunmakta. Yine Asya’daki Tibet efsanelerine göre ise yerin altında Mu ve Atlantis’ten göç eden üstün insanlar tarafından kurulan “Agarta” ve “Şambala” krallıkları bulunuyor ve bu krallıklara çeşitli mağaralar ve tüneller aracılığıyla ulaşılabiliyor. Kısacası, kültürden kültüre değişkenlikler gösterse de “Yeraltı Dünyası” konsepti, pek çok ortak nokta ile birlikte eski çağlarda oldukça yaygın bir inançtı. 

Modern zamanlara geldiğimizde ise tarihin en büyük bilim adamlarından birisi olan Edmond Halley, dönemine göre oldukça tutarlı olan bir hipotez geliştirdi. Meşhur bir kuyruklu yıldıza adını da veren Halley, Dünya’nın manyetik alanının her yıl yer değiştiren çizgilerden dolayı tahmin edilemez olduğunu fark etmişti. Halley, bunun sebebini Dünya’daki dış kabuğun haricinde iç içe geçmiş üç farklı kabuk katmanının varlığına yordu. Oyuk Dünya Teorisi olarak da bilinen bu hipoteze göre, bu katmanlar arasında tamamen boşluk bulunuyor ve iç katmanların kutupları manyetik alanımızın hareketlerine etki ediyordu. Bu teorinin ilginç kısmı ise, tıpkı dış kabuğun üzerinde hayatlarını sürdüren bizler gibi, bu üç kabuğun üzerinde de farklı yaşam formlarının olduğunun varsayılmasıydı. Her ne kadar günümüzdeki bilimsel gelişmeler sayesinde yanıldığını bilsek de, Dünya’nın 5 ayrı katmanının varlığı göz önüne alındığında, 1692 yılında bu teoriyi geliştiren Halley’in dönemine göre büyük bir iş başarmış olduğu yadsınamaz bir gerçek.

19 ve 20. yüzyıla geldiğimizde ise bu hipotez edebiyat dünyasında oldukça popüler hale geldi. Ludvig Holberg, John Uri Lloyd, Charles Willing Baele, George TuckerWilliam Richard Bradshaw, Jules Verne gibi yazarlar Oyuk Dünya Teorisi’ni temel alarak macera romanları kaleme aldılar. Edgar Rice Burrough ise 1914 yılında kaleme aldığı Dünya’nın Merkezinde adlı eseri ile bu yazarların arasına ismini yazdırdı. Böylece iç dünya konseptini ilk oluşturan kişi olmasa da, belki de bu konsepti bu kadar tutarlı bir şekilde kaleme alan ilk kişi oldu; zira Dünya’nın merkezinde yer alan bir boşluk göz önüne hikâyenin akla yatkın olmasını engelleyen bazı problemler vardı. Bu Dünya’ya Güneş ışığı nasıl ulaşacak veya herhangi bir ışık kaynağına sahip miyiz? Gece ile gündüzün olmadığı bu Dünya’da zamanı ölçmemizin herhangi bir yöntemi var mı? Zamanı ölçemediğimiz bir Dünya’da zaman kavramının varlığından bahsedebilir miyiz? Dünya’nın merkezinde yer alan Pellucidar’da yerçekimi nasıl işliyor? Buna benzer pek çok probleme zekice çözümler getiren Burroughs, bu çözümler sayesinde okuyucuyu hikâyenin dünyasına ait hissettirmeyi çok iyi başarıyor.

Genç yaşta bir maden işletmesinin sahibi olan David Innes, bu işletmede çalışan ve bilime merak salmış yaşlı kurt Abner Perry ile birlikte bir maden kazıcısı icat ederler. İkisi de oldukça heyecanlıdır, bu icadı test sürüşüne çıkardıktan sonra kamuya duyuracak ve bu iş sayesinde paraya para demeyeceklerdir. Ancak işler umulduğu gibi gerçekleşmez, makinedeki bazı arızalardan dolayı yerin altına doğru ilerleyen aracı yüzeye çıkartamazlar, yeraltındaki kabukları tek tek aşarlar ve yakın zamanda öleceklerine inanmaya başladıkları esnada, kendilerini Pellucidar isimli bir iç dünyada bulurlar. Buradaki yaşam, yeryüzündekine kıyasla oldukça farklıdır çünkü Pellucidar hala tarih öncesi çağı yaşamaktadır. Dinozorların, nesli tükenmiş sürüngenlerin, yeryüzüne kıyasla çok daha büyük yırtıcıların fink attığı bu dünyada insanlık ise mağara adamlığından henüz kurtulamamıştır. Tüm bunlara rağmen insanlık için tek problem bu canavarların arasında hayatta kalmak değildir; zira Pellucidar’ın hâkim figürü insanlar değil, Mahar adı verilen korkutucu bir sürüngen ırkıdır. Zihinsel ve bilimsel açıdan insanların yüzlerce yıl ilerisinde olan Maharlar, kendi zevkleri için Pellucidar’daki tüm canlıları acımasızca kullanarak hayatlarını sürdürürler. Bazı insanlar tıpkı günümüzdeki büyükbaş hayvanlar gibi çiftliklerde yetiştirilirken, bazıları ise Maharlardan nefret etmelerine rağmen onlara karşı gelemeyecek kadar geridedirler. Gözü kara David Innes ve ortağı Abner Perry, Maharların acımasız yönetimine oldukça yakından tanık oldukları için kendilerine bir hedef koyarlar: Yeryüzündeki insanlığın gelişimini kullanarak buradaki insanları da medenileştirmek ve iğrenç davranışlara sahip Maharlar’ı yok ederek insanları baskın ırk konumuna getirmek.

Her ne kadar bilişsel olarak Pellucidar’daki insanlardan daha ileride olsa da, bu acımasız dünyada hayatta kalabilmeyi başaran insanlar ve diğer canlılara kıyasla fiziksel olarak geri planda kalan gözü pek kahramanımız David, mükemmel bir varlık olmaktan oldukça uzak bir konumda. Kahramanımız maceradan maceraya atılırken bazen duygularına yenik düşüp rasyonellikten oldukça uzak kararlar veriyor, bazen iyi niyetinin kurbanı oluyor, bazen bu yeni dünyaya adapte olmakta zorlanıyor, bazen ise yanlış anlaşılmalar sonucunda pişmanlıklarının ağırlığı altında eziliyor. Her ne kadar cesur bir karakter olsa da, dış Dünya’dan gelen birisi olarak içinde kaldığı senaryolarda korkuya kapıldığı durumların ortasında kendini bulabiliyor. Okuyucular olarak tüm bu insani duygulara yakından tanık olurken, David’de kendimizden parçalar da buluyoruz. 

İnsani duygular demişken, her ne kadar Pellucidar’daki insanlığın çok farklı bir pozisyonda olmasından bahsetsek de, insanlığın evrensel olarak paylaştığı duyguları bu dünyada da hissedebiliyoruz. David Innes, bu dünyadaki insanlarla kurduğu ilişkiler ile dostluk, düşmanlık, öfke, hayal kırıklığı ve aşk gibi pek çok duygunun tadına varırken biz okuyucular olarak insanların farklılıklarının ilişkilerde büyük bir engel oluşturmadığını anlayabiliyoruz. Pellucidar’daki insanlar bizden çok farklı özellikler taşımalarına rağmen, aynı zamanda bize oldukça yakın davranışlar da sergiliyor. 

Bülten'e Üye Ol

Fihrist Kitap Çalışmalarından Haberdar Ol