Gilbert Keith Chesterton (1874-1936), İngiliz yazar, gazeteci ve filozof, modernizme eleştirileri ve Hıristiyan inancının savunusuyla tanınmıştır. Mizahi üslubu ve paradoksal düşünce tarzıyla öne çıkan Chesterton, Ortodoksi ve The Everlasting Man gibi eserlerinde modern şüpheciliği sorgulamış, Hilaire Belloc ile birlikte geliştirdiği distributizm teorisiyle kapitalizme ve sosyalizme alternatif bir ekonomik model önermiştir. Edebiyat, din ve toplum üzerine yazdığı 80’den fazla kitap, sayısız makale ve köşe yazısıyla 20. yüzyılın en özgün seslerinden biri olarak kabul edilir.

G.K. Chesterton: Modernizmin Eleştirisi ve Alternatif Bir Toplum Tahayyülü

I. Hayatı

Gilbert Keith Chesterton, 29 Mayıs 1874te Londranın Kensington semtinde, orta sınıf bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası Edward Chesterton bir emlak acentesiydi ve amatör bir sanat tutkunu olarak evinde küçük bir sanat galerisi bulunduruyordu. Annesi Marie Louise Keith ise Anglo-Fransız kökenli bir aileden geliyordu. Bu kültürel zenginlik, genç Gilbertin düşünce dünyasının şekillenmesinde önemli rol oynadı. Chestertonın çocukluğu, kitaplar ve sanatla iç içe geçti. Henüz küçük yaşlarda kendi hikayelerini yazmaya ve çizimler yapmaya başladı. St. Pauls Schooldaki eğitimi sırasında edebiyata olan ilgisi daha da derinleşti ve okul gazetesinde yazılar yazmaya başladı. Bu dönemde Walter Scottun tarihi romanları ve Robert Louis Stevensonın macera hikayeleri, onun edebi zevkinin şekillenmesinde etkili oldu.

1892de Slade Sanat Okuluna girdi. Burada resim ve illüstrasyon eğitimi alırken, aynı zamanda University College Londonda edebiyat derslerine de katıldı. Bu dönem, onun sanatsal duyarlılığının geliştiği ve düşünce dünyasının zenginleştiği bir zamandı. Ancak akademik başarısı sınırlıydı ve formal eğitimini tamamlamadan okuldan ayrıldı. 1896 yılında yayıncılık dünyasına adım attı ve Redway & Fisher Unwin yayınevinde çalışmaya başladı. Bu dönemde sanat eleştirisi yazıları yazmaya başladı ve The Bookman dergisinde düzenli olarak yazmaya başladı. 1900 yılında Greybeards at Play adlı ilk kitabı yayımlandı. Bu, mizahi şiirler ve kendi çizdiği illüstrasyonlardan oluşan bir eserdi.

1901 yılı, Chestertonın hayatında bir dönüm noktası oldu. Frances Blogg ile tanıştı ve 1901de evlendiler. Frances, Chestertonın hem kişisel hem de entelektüel hayatında önemli bir rol oynadı. Evliliklerinde çocukları olmadı, ancak bu durum onları toplumsal meselelere ve özellikle çocuk eğitimine daha fazla eğilmeye yöneltti.

Daily Newsta köşe yazarlığına başlaması, onu İngilterenin en tanınan gazetecilerinden biri haline getirdi. Bu dönemde Bernard Shaw, H.G. Wells ve Hilaire Belloc gibi dönemin önemli entelektüelleriyle yakın dostluklar kurdu. Özellikle Belloc ile olan dostluğu, Chesterbellocolarak anılan düşünsel ortaklığın temelini attı.

1908de Ortodoksi adlı başyapıtını yayımladı. Bu kitap, modern şüpheciliğe karşı Hıristiyan inancının savunusuydu ve Chestertonın düşünce dünyasının en olgun ifadesiydi. 1911de The Innocence of Father Brown ile başlayan dedektif öyküleri serisi, onu popüler edebiyatta da başarılı bir isim haline getirdi. 1922de Katolik Kilisesine geçişi, uzun süren entelektüel ve spiritüel bir arayışın sonucuydu. Bu karar, onun düşünce dünyasında yeni bir dönemin başlangıcı oldu. St. Francis of Assisi (1923) ve The Everlasting Man (1925) gibi önemli dini eserleri bu dönemde yazdı.

Chestertonın son yılları, yoğun yazarlık faaliyetleri ve konferanslarla geçti. 1932de BBCde radyo konuşmaları yapmaya başladı ve sesi İngilterenin her köşesine ulaştı. Sağlığı giderek bozulmasına rağmen üretkenliğini sürdürdü.

14 Haziran 1936da Beaconsfielddaki evinde hayata veda ettiğinde, arkasında zengin bir edebi miras bıraktı. 80den fazla kitap, yüzlerce makale ve şiir, sayısız gazete yazısı ve radyo konuşması bu mirasın parçalarıdır. Onun paradoksal düşünce tarzı, keskin zekası ve derin inancı, 20. yüzyıl İngiliz düşünce ve edebiyatının en özgün seslerinden birini oluşturdu.

Chestertonın mirası günümüzde de etkisini sürdürüyor. C.S. Lewisten Neil Gaimana kadar pek çok yazar ondan etkilendi. Onun distributizm teorisi, alternatif ekonomik modeller arayanlar için ilham kaynağı olmaya devam ediyor. Katolik entelektüel geleneğindeki yeri ise tartışmasızdır.

II. Viktorya Döneminden Modern Çağa: Chestertonın Entelektüel Serüveni

Gilbert Keith Chestertonın düşünce dünyası, Viktorya İngilteresinin çalkantılı son döneminde şekillendi. Chesterton, çocukluğunda William Morrisin sosyalist ütopyalarının, John Ruskinin sanat eleştirilerinin ve Matthew Arnoldun kültürel analizlerinin tartışıldığı bir entelektüel atmosferde büyüdü. Slade Sanat Okulundaki eğitimi sırasında Walter Paterin estetizmi ve Oscar Wildeın dekadans anlayışıyla tanıştı. Bu erken dönem etkileri, onun sanat ve edebiyata olan yaklaşımını derinden etkiledi.

Chestertonın gazeteciliğe adım atması ve Daily News ile Illustrated London Newsda düzenli köşe yazarlığı yapması, onu dönemin en etkili kamusal entelektüellerinden biri haline getirdi. Bu dönemde yazdığı makaleler, sonradan The Defendant (1901) adlı kitabında toplanacak ve onun paradoksal düşünce tarzının ilk örneklerini oluşturacaktı. Nitekim kitabın önsözünde şöyle yazıyordu: Bu makalelerin amacı, aşikar olanı savunmaktır. Çünkü modern dünyada aşikar olan her şey savunmaya muhtaçtır.

Chesterton, entelektüel düşünce dünyasıyla yaptığı münazaralar ve tartışmalar, döneminin gündemini belirleyen ve bereketli yeni düşünsel sorular doğuran atışmalar olmuştur. Kısaca birkaçına değinmek gerekirse:

Bernard Shaw ile Süregelen Diyalektik: Chestertonın George Bernard Shaw ile olan ilişkisi, modern entelektüel tarihinin en ilginç dostluk-karşıtlık örneklerinden biridir. İki düşünür arasındaki tartışmalar, özellikle sosyalizm ve ilerleme fikri etrafında şekillendi. 1908de The New Age dergisinde yayımlanan açık mektuplar dizisi, bu fikri çatışmanın en belirgin örneklerinden biridir. Shawun The Sanity of Art adlı eserine yazdığı yanıtta Chesterton şöyle diyordu: Sevgili Shaw, siz insanları mükemmelleştirmek istiyorsunuz. Ben ise insanların zaten mükemmel olduğuna, özellikle de mükemmel olmadıklarını bildikleri için mükemmel olduklarına inanıyorum. Bu cevap, iki düşünürün insan doğası hakkındaki fundamental farklılıklarını ortaya koyuyordu. Yine, 1927deki ünlü BBC tartışmaları sırasında Shaw ile olan diyaloğu, dönemin entelektüel atmosferini yansıtan çarpıcı bir örnek sunar. Shawun İlerleme kaçınılmazdır tezine karşı Chesterton, İlerleme bir illüzyondur, çünkü hedefi olmayan bir harekettir cevabını vermiştir.
H.G. Wells ile Bilim ve İlerleme Tartışması: Wells ile olan fikri çatışması, bilimsel ilerleme ve ütopya düşüncesi etrafında şekillendi. 1917de Wellsin God the Invisible King adlı eserine yazdığı eleştiride Chesterton, modern bilimciliğin dini boyutunu şiddetle eleştirdi: Wells, Tanrıyı bir laboratuvar deneyi gibi tasavvur ediyor. Oysa Tanrı, deney değil deneyimin ta kendisidir. Ayrıca, Wellsin The Outline of History (1920) eserine yazdığı kapsamlı eleştiride Chesterton, tarihsel materyalizmin sınırlarını göstermeye çalıştı. Wells tarihi anlatıyor, ama insanı unutuyor diyerek, bilimsel ilerleme anlatısının insani boyutu göz ardı ettiğini savundu.
Robert Blatchford ile Din Tartışmaları: 1904te The Clarion gazetesinde Blatchfordunateizm savunusuna karşı yazdığı makaleler dizisi, Chestertonın dini düşüncesinin olgunlaşmasında önemli bir aşamayı temsil eder. Blatchfordun determinist materyalizmine karşı özgür irade savunusu yapan Chesterton, Determinizm, ahlakı imkânsız kılar argümanını geliştirdi.
Bertrand Russell ile Mantık ve İnanç Tartışması: Russell ile olan tartışmaları, özellikle mantık ve inanç ilişkisi üzerine yoğunlaştı. 1923te Oxfordda gerçekleşen ünlü münazarada Russellın İnanç mantıksızdır tezine karşı Chesterton, paradoksal bir cevap verdi: Mantık bile inanca dayanır, çünkü mantığın işleyeceğine olan inancımız olmadan mantıksal düşünme mümkün değildir.
Aleister Crowley ile Mistisizm Tartışması: 1920lerde Crowleynin okültizmine karşı yazdığı makaleler, Chestertonın ortodoks Hıristiyanlık savunusunun önemli örneklerindendir. The New Witness dergisinde yayımlanan yazısında, Modern mistisizm, mistik olanı sıradanlaştırırken, Hıristiyanlık sıradanı mistikleştirir diyerek pozisyonunu netleştirdi.
Joseph McCabe ile Sekülerizm Tartışması: McCabein militarist sekülerizmini eleştirdiği 1912 tarihli açık mektubu, din ve modernite ilişkisi üzerine önemli içgörüler sunar. Chesterton burada, Modern sekülerizm, dini reddetmekle kalmıyor, dinin ne olduğunu anlama zahmetine bile katlanmıyor diyerek eleştirisinin özünü ortaya koydu.
Hilaire Belloc ile Entelektüel Ortaklık: Belloc ile olan ilişkisi, bir tartışmadan çok entelektüel bir ortaklık örneğidir. Chesterbelloc olarak anılan bu ortaklık, özellikle distributizm teorisinin geliştirilmesinde kendini gösterdi. 1925te birlikte kaleme aldıkları The Party System adlı eser, modern demokrasinin eleştirisi konusunda önemli bir çalışmadır.

Bu entelektüel karşılaşmalar, Chestertonın düşünce dünyasının zenginleşmesinde ve argümanlarının keskinleşmesinde önemli rol oynadı. Onun paradoksal düşünce tarzı ve mizahi üslubu, bu tartışmalarda etkili bir silah olarak işlev gördü ve modern entelektüel tarihte özgün bir tartışma geleneğinin oluşmasına katkıda bulundu.

III. Heretikler: Modern Düşüncenin Radikal Eleştirisi

Heretikler, yalnızca modern düşünürlerin eleştirisi değil, aynı zamanda modernliğin temel varsayımlarına yönelik sistematik bir sorgulama niteliğindedir. Chesterton kitaba verdiği isimle bile ironik bir göndermede bulunur: Modern çağın kendini dogmasız ilan eden düşünürleri, aslında yeni türden heretiktirler. Çünkü her türlü kesinliği reddederken, bu reddin kendisini mutlak bir kesinlik olarak sunarlar.

Kitabın en çarpıcı bölümlerinden biri, Rudyard Kipling üzerine olan analizidir. Chesterton, Kiplingin emperyalizm övgüsünü eleştirirken şöyle yazar: Bay Kiplingin sorunu İngiltereyi çok sevmesi değil, dünyayı yeterince sevmemesidir. O, medeniyeti sınırlandırır; oysa medeniyet sınırsızdır. Bu analiz, Chestertonın milliyetçilik ve emperyal güç eleştirisinin özgün bir örneğidir.

George Bernard Shaw ile ilgili bölüm, kitabın en derin felsefi tartışmalarını içerir. Chesterton, Shawun rasyonalist ütopyacılığını şöyle eleştirir: Shawun istediği şey insanın mükemmelleşmesidir. Ancak insan zaten mükemmeldir – özellikle mükemmel olmadığını bildiği için. Bu paradoksal formülasyon, Chestertonın insan doğası anlayışını yansıtır.

Kitapta modern edebiyatın önemli isimlerinden Thomas Hardynin kötümserliği de eleştirel bir analize tabi tutulur. Chesterton şöyle yazar: Hardynin karakterleri kaderlerine isyan eder ama aslında kader onların isyanıdır. Bu gözlem, modern edebiyatın determinizmine yönelik keskin bir eleştiridir.

Modern bilimin iddialarına yönelik eleştiri de kitabın önemli temalarından biridir. Chesterton, bilimsel materyalizmin sınırlarını şöyle çizer: Modern bilim bize maddenin sırlarını açıklayabilir, ancak neden madde olduğunu açıklayamaz. Tıpkı bir dedektifin cinayeti çözmesi ama hayatın anlamını çözememesi gibi.

IV. Ortodoksi: İnancın Rasyonel Savunusu ve Modern Dünyaya Cevabı

Ortodoksi, Chestertonın düşünce dünyasının zirve eseridir. Kitap, yazarın peri masalları gerçektir önermesiyle başlar ve modern rasyonalizmin eleştirisinden Hıristiyan inancının savunusuna uzanan entelektüel bir yolculuğu anlatır.

Kitabın İntihar Eden Düşünce başlıklı bölümü, modern şüpheciliğin en güçlü eleştirilerinden birini sunar. Chesterton burada şöyle yazar: Şüphecinin sorunu şüphe etmesi değil, şüpheden başka hiçbir şeye inanmamasıdır. İnsan zihni bir makinedir, ama ancak bazı kesinliklere sahip olduğunda çalışabilir. Tıpkı bir lokomotifin raylar üzerinde özgürce ilerleyebilmesi gibi.

Peri masalları ve fantastik edebiyat üzerine olan bölüm, kitabın en özgün kısımlarından biridir. Chesterton burada modernliğin olağan kavramını sorgular: Çimen neden yeşildir? Bilim bize bunun nedenini açıklayabilir, ama neden başka bir renk olmadığını açıklayamaz. Her sabah güneşin doğması bir mucizedir, sadece çok sık tekrarlandığı için sıradanlaşmıştır.

Kitabın Paradoksların Bayrağı bölümünde Hıristiyan doktrininin paradoksal doğasını savunur: Hıristiyanlık, birbirine zıt görünen gerçekleri bir arada tutabilmesiyle benzersizdir. Tanrı hem merhametli hem adaletlidir, insan hem özgür hem de Tanrıya bağımlıdır. Bu paradoksal düşünce biçimi, Chestertona göre gerçekliğin karmaşık doğasını en iyi yansıtan yaklaşımdır.

Ahlak ve etik üzerine olan bölümde modern rölativizmi eleştirir: Modern dünya erdemleri birbirinden ayırmaya çalışır. Oysa erdemler ancak bir arada var olabilir. Cesaret olmadan merhamet zayıflık, merhamet olmadan cesaret vahşettir. Chestertonın ahlaki bütünlük anlayışını yansıtan bu cümle ile, insanı öne çıkaran tutumunun yanında, asıl olarak insanın öznelliklerinin toplamı olarak bir bütün insan fikrini bizlere sunmaktadır.

Kitabın sonunda, modernliğin çıkmazlarına karşı Ortodoks Hıristiyanlığın sunduğu cevapları sistematik bir şekilde ortaya koyar: Modern insan özgürlük ister ama gelenekten koparak; macera ister ama güvenli sınırlar içinde; anlam ister ama mutlak hakikatleri reddederek. Ortodoksi ise bize gerçek özgürlüğün sınırlar içinde, gerçek maceranın gelenek içinde, gerçek anlamın ise mutlak hakikatler içinde bulunabileceğini gösterir.

V. Distributizm: Alternatif Bir Ekonomik Model

Chestertonın düşünce dünyasının en özgün katkılarından biri, Hilaire Belloc ile birlikte geliştirdiği distributizm teorisidir. The Outline of Sanity (1926) adlı eserinde detaylı olarak açıkladığı bu ekonomik model, hem kapitalizme hem de sosyalizme alternatif bir üçüncü yol önerir. Distributizm, mülkiyetin mümkün olduğunca geniş kitlelere dağıtılmasını savunur.

Chesterton, Whats Wrong with the World (1910) adlı eserinde şöyle yazar: Büyük iş adamları bize rekabeti över ama tekelleşmeyi tercih eder. Küçük dükkan sahibi ise gerçekten rekabet eder. Bu gözlem, distributizmin temel argümanını özetler. Chestertona göre gerçek özgürlük, ekonomik bağımsızlıkla mümkündür ve bu ancak küçük mülkiyetin yaygınlaşmasıyla sağlanabilir.

VI. Modern Dünyaya Karşı Direniş ve Miras

Chestertonın düşünce sistemi, modernizme karşı tutarlı bir direnişi temsil eder. The Everlasting Man (1925) adlı eserinde, evrimci tarih anlayışına karşı insanın biricikliğini savunurken, Eugenics and Other Evils (1922) adlı kitabında dönemin popüler öjeni hareketine karşı insanlık onurunu savunur.

Chestertonın mizahı ve paradoksal düşünce tarzı, bu direnişin etkili araçları olarak işlev görür. Tremendous Trifles (1909) adlı denemeler kitabında şöyle yazar: Hayatın en büyük dersi, küçük şeylerin büyük olduğudur. Büyüklük ve ilerleme takıntısına karşı bir eleştiri niteliğindeolan diğer tüm tartışmaları ile ortak noktası bulunan bu söylem, neredeyse Chesterton’ın dini ve felsefi tutumunu en içten bir şekilde yansıtan ifadelerinden biri kabul edilir.

Chestertonın düşünce mirası, günümüz dünyasının sorunlarına ışık tutabilecek zenginliktedir. Özellikle ekonomik temerküz, ekolojik kriz ve kültürel yabancılaşma gibi sorunlar karşısında, onun distributizm teorisi ve kültürel eleştirileri yeni bir anlam kazanmaktadır.

T.S. Eliotın dediği gibi: Chesterton, modern dünyanın en akıllı adamıydı. Dolayısıyla, onun düşünceleri kendinden sonra da etkisini sürdürmüştür. Nitekim günümüzde yerel ekonomiler, sürdürülebilir topluluklar ve alternatif ekonomik modeller üzerine tartışmalar, Chestertonın öngörülerinin haklılığını teyit eder niteliktedir. Ayrıca muhafazakâr siyasetin temel taşlarından, hatta kanon olarak görülen eserleri, kendinden sonraki muhafazakâr düşünürleri oldukça etkilemiştir.  

Bülten'e Üye Ol

Fihrist Kitap Çalışmalarından Haberdar Ol