Tarzan’dan Pellucidar’a, Pellucidar’dan John Carter’a, Edgar Rice Burroughs’un bilimkurgu ve fantastik edebiyat türlerine katkıları saymakla bitmez. Sekseni aşkın kitabıyla okurlarını soluksuz maceralara, yepyeni diyarlara sürükleyen Burroughs, Caspak Üçlemesi’yle Caprona’yı sunarak bir kez daha eşsiz bir dünyanın kapılarını aralıyor. Birinci Dünya Savaşı’nın göbeğinden, Almanya ve İngiltere çatışmalarından bir anda sıyrılıp kendimizi yalnızca bir efsane olarak bilinen Caprona adasında buluyoruz. Bir çerçeve öykü olarak tanımlayabileceğimiz bu üçleme, Grönland taraflarında kıyıya vuran bir termosun ve içindeki anıların şans eseri bulunmasıyla gün yüzüne çıkıyor. Asıl hikâye ise anlatılarla başlıyor.
Hikâyemiz, Birinci Dünya Savaşı döneminde farklı ülkeler için denizaltı tasarlayan bir fabrikası olan Bowen J. Tyler’ın kendi elleriyle yaptığı bir denizaltının saldırısına uğramasıyla başlıyor. Sahiden de 1916 yılında Almanya, askeri veya değil fark etmeksizin Müttefik limanlara yönelen tüm gemiler için denizaltılarına ateş açılması emrini veriyor. Bu emrin bir kurbanı olan başkarakterimiz Tyler canını zor kurtarıyor ve peş peşe gelişen olaylar sonucunda kendisini İngiliz ve Alman mürettebattan oluşan bir güvertede, U-33’ün güvertesinde buluyor. Günlerce süren, ihanet ve sabotaj dolu epey olaylı yolculuklarından sonra şans eseri Güney Pasifik sularında, metrelerce göğe uzanan uçurumlarla çevrelenmiş Caprona adasına denk geliyorlar. İşte tüm hikâye de bu adada geçiyor.
Çerçeve öykü olması gereği, farklı katmanlardan oluşan hikâye okura farklı bakış açıları sunuyor. Bowen J. Tyler Jr.’ın Caprona’da başından geçenlerin zaten başlı başına bir macera başyapıtı olmasının yanında bu termosun ulaştırıldığı üniversite arkadaşı Tom Billings’in onu kurtarmak üzere çıktığı yolculukla beraber hikâye bambaşka bir boyut kazanıyor. Bu teknikle beraber hikâyeye kazandırılan karakterler ve olaylar hem Caprona dünyasını daha iyi tanımamızı sağlıyor hem de üç boyutlu ve gerçekçi karakterler ile bizi bu fantastik yolculuğun içine çekiyor. Çerçeve öykünün de ötesinde, üç farklı kitapta üç farklı karakteri konu alması okurun hem merak duygusunu gideriyor hem de henüz cevabını alamadığımız soruları hiç beklemediğimiz şekillerde karşımıza çıkarıyor. Bowen Tyler Jr. kurtuldu mu? Anıları gerçekten birisinin eline geçti mi? Onu kurtarmak için yola çıkıldı mı ve çıkıldıysa ne badireler atlattılar? Bradley ve ekibinin akıbeti nedir? Bu gibi daha nice soruların cevabı, tıpkı Burroughs’un diğer eserlerinde de olduğu gibi son derece tatmin edici bir sonla veriliyor. Aynı olayın farklı yüzlerinin karşımıza farklı karakterlerle çıkarılması hem hikâyeyi hem de Caprona’nın kadim tarihini zenginleştiriyor. Bowen J. Tyler Jr. ile Caprona ve ekosistemi hakkında geniş bir bilgi edinirken Tom Billings ile bu ırklara, özellikle de adadaki en gelişmiş ırk olan Galulara dair çok şey öğreniyoruz. Bradley ile beraber iki kitaptır gizemini sürdüren Oo-oh adası, Wieroolar ve Caspak’taki evrim süreci gibi oldukça önemli konulara ışık tutuyoruz ve sonunda her şey gözümüzün önünde bir anlam kazanıyor. Burroughs’un muazzam bir işçilikle dokuduğu öyküler, en sonunda hiç olmayacak bir yerde birbirini tamamladığında ise karşımıza nefes kesen bir tablo çıkıyor.
Burroughs, her zamanki gibi doğanın ve insanoğlunun aslında birbirine sağlam ağlarla bağlı olduğunu gösteren, tarihi baştan yazan bir hikâyeyle karşımızda. Tarzan’da kendimizi balta girmemiş ormanların hükümdarlığında, Pellucidar’da ise sonsuz bir güneşle aydınlanan ve dünyamızın merkezine konuşlanmış bambaşka bir dünyayı keşfederken bulduğumuz gibi Caspak Üçlemesi’nde ise hiçbir haritada yer almayan ve hiçbir girişi bulunmayan gizemli bir adayı ziyaret ediyoruz. Kadim dinozorlar, akıl almaz evrimler, uçan sürüngenler derken bir yandan yepyeni bir yaşam keşfediyor, bir yandan da her kitapta kendini göstermeyi başaran aşk uğruna yapılan yolculuklara şahit oluyoruz. Bayan La Rue ve Bowen J. Tyler Jr.’ı ilk görüşte ele geçiren aşktan Tom Billings ve Ajor’un arkadaşlıktan doğan partnerliklerine, Bradley ve Co-tan’ın birlikte yaşamalarının beklenmedik bir şekilde getirdiği ilişkiye kadar geniş bir yelpaze sunan tüm bu romantik elementler hem okurların ufkunu açıyor hem de karakterlere yeni bir derinlik kazandırıyor. Daha önce Tarzan’da da gördüğümüz üzere Burroughs bu üçlemede de kadın karakterlerini arka planda bir dekor olmaktan çıkarıp hikâyenin tam göbeğine yerleştiriyor. Bayan La Rue, Ajor ve Co-tan birer öykü elementi olmaktan çıkıp birbirinden farklı kişiliklere sahip, olay akışını yönlendiren ve zenginleştiren paha biçilemez karakterler haline geliyorlar. Sadakat ve dostluk ise bu üçlemenin temellerini oluşturuyor. Bu macerada nice badireler atlatan insanların birbirlerine duyduğu sadakat ve sorumluluk nihayetinde herkesin tatlı bir sona kavuşmasını sağlayan yegâne şey. Tom Billings’in üniversite arkadaşını kurtarmak için hayatında hiç duymadığı bir adaya gözünü bile kırpmadan yolculuğa çıkması, ekip arkadaşlarının ondan haber alamamalarına rağmen adayı terk etmeyip olağanüstü çabalarla Billings’i bulmak için uçurumlar aşmaları, Bowen J. Tyler Jr.’ın mürettebatını tüm bu talihsizliklere rağmen koruyup kollaması okurlara gerçek bir dostluk ve yoldaşlık hikâyesi sunuyor.
Burroughs’un hikâyeleri her ne kadar olağanüstü olsa da gerçekdışı elementleri hem döneminin tarihi gerçekleriyle hem de dostluk, aşk, kardeşlik ve onur gibi temalarla harmanlayarak okurlara ellerindeki metin pekâlâ gerçek olabilirmiş gibi hissettiriyor ve kâh hüzünlendirip kâh güldürerek bir başyapıta daha imza atıyor.