“Samimiyet, gerçeğe tutkuyla bağlılık, amaçsız ve yükselmeden düşen, daima düşen bir karakter…”

Oğuz Atay Neden Önemli

Güzel bir insan olmanın tanımını yapmak ile söze başlayarak, büyük adımları bu küçük adam için, küçüldükçe dünyası, titiz işçiliğin müptelası olmuş Oğuz Atay için atalım. Büyük lokmaları, Oğuz Atay’ın detaycı ve bir o kadar apaçık varlığında ağzımıza atalım, karşılığında kelimelerle ifadeye kalkışalım. Güzel insan… Bir insanı güzel yapacak niteliklerin çoğulcu ve çoktan seçmeli ve aynı şekilde kişiden kişiye değişmeli bir yönü var. Ama yine de, bizim tanımımıza herkesin içten, derin bir evet çekeceğine dair sıcacık umudu hissediyorum içimde. Samimiyet… Oğuz Atay’ı, küçücük oğuz atayı güzel kılan samimiyetiydi. Gerçeğe yönelik davrandığı kayıtsız şartsız sorgulamaları arasında neşeli oyunlar yaratıyor oluşu, tümden umutsuz ve yine de mücadeleci tavrının yansımasıydı. Gerçeğin çoğulcu yansımalarını birbirine muzip oyunlarla bağlayan bu küçük oğuz atay, yenilginin büyüklüğü karşısında sadece hayret duyuyordu. İfadelerinin yalınlığı, bir o kadar uzun bağlarla birbirine bağlanışı ve anlamı bükerek genişleten tavrı ile kişiliğin zarını soyan ve sonunda hiçliğe varacak raddeye varan o hiç oğuz. ataycık…

Bu samimiyet, kendine döndürdüğü okları ile gerçeğin yansımalarını somutun kuru ikliminden çıkarıp kelimelerin ikircikli dünyasında sergilemesine yol açıyordu. Farkındaydı; her seferinde o oyunlara dalışı, bıçağın kemiğe dayanması sebebiyleydi. Gidecek bir öte daha yoktu ve işte o anda dil, oyunlarıyla kendini ifade edebiliyordu. O apaçıklık, oyunlar arasında samimi çabayla sade yansımalarını gösteriyordu. 700 sayfadan fazla süren bir Tutunamayanlar bile fazlasıyla sadeydi aslında, dönen ve dönen, o küçük oğuz atayın içine kapanan bir sadelikteydi. Bir 700 sayfa ancak bu kadar küçük bir noktada yeşerebilir ve yine de sadeliğini koruyabilirdi. Oyunlar içinde oyunlar ve içinde oyunlar ile küçülen, bunu meziyet bilen oğuz, samimiyetin kendisiydi işte.

Bize samimiyeti öğreten, iç sorgulamalarında bu denli derine inebilen bir ikinci yazar, ne yerli ne de enternasyonel, büyük vazifeler üstlenmiş, bol armalı yazarlar var mı, onun kadar etkili olabilir mi, zannetmiyorum. Bilinç akışının pirleri, Proust, Joyce, Faulkner, Woolf, ya da küçüklüğün ifadesi Kafka, bu denli samimi değildi. Hangisi kişiyi kişiyle, kişiliğin kendisiyle, korkunun apaçık haliyle, yalnızlığın o biricikliğiyle tanıştırabilirdi onun kadar? İçten bir soru bu, ne aşırı övgü, ne de yerli olanı bağnazca savunu içerir. Küçüklüğün kitabını yazmış bir kafka, hayır, fazla kendinden dışarıdaydı, başkalaşmayı marifet sayıyordu. Joyce, Faulkner, Proust, fazla şatafat kokuyorlardı, kendi olanı anlatmaktan başka her şeyi yapacak kadar yapaylıkla iç dünyayı süslüyorlardı. Woolf ise kısır bir cinsiyet sarmalındaydı, kendi olmaktan da bir o kadar uzaktı. Aktivizm, senden ideal bir sen yaratma çabasıyla gerçek seni sana unutturur. Ki, oğuz en çok da bununla dalgasını geçerdi: reklamlar ve ideolojik pazarlama sanatı. Gerçeğin bu yıkıcı tavrına göğüs gererek acıda boğulmayı, acıda nefessiz kalarak boğulmayı, acıda nefessiz kalan ciğerindeki yanmaları hissederek boğulmayı ve boğulmayı göze almış bir oğuz atay… önemliydi.

Oğuz Atay, söylevin içe dönmüş hitabetinin ustasıydı. Bu içe dönük hitabet, “kendine çeki düzen ver” düsturundan çok daha fazlasıydı, kendini keşfetmenin korkusuz emirlerini birbirine sarf ederek arada çıkan mücadelenin sonuçsuzluğunda tıkanıyordu. Berabere kalan bir mücadele; takılı kalma, ölüm sabitliği, ilerlemenin mümkün olmaması, derinlere inmekten başka çarenin olmaması, yüzeye çıkmayı unutacak kadar derinlere inmenin, derinlerde beyne vuracak olan o inmenin… Ölmenin. İntihar mı bu, bir kahramanlık mı, şehit mi oğuz atay, hepsi onun için fazla gülünç. Bir esprinin artık güldürmeyecek raddeye gelmesinin, ağlatacak raddeye gelmesinin ve ölmenin…

Samimiyet, gerçeğe tutkuyla bağlılık, amaçsız ve yükselmeden düşen, daima düşen bir karakter… O değerliydi, samimiyeti, gerçeğe tutkuyla bağlı oluşu ile. O çok değerliydi, ruhun boşluğunu, kimliğin sessizliğini bize ölüme yaklaştıkça apaçık edişi ile. Bu ölüm dolu boşluğu hissettiğimde hıçkırarak ağlarken sabah oluyordu, çocuktum daha, güneşin parladığı o ilk anda, kıpkırmızı gözlerim güneşten acıdığında, yeşermenin keşfiyle, o ölümün sıfır noktasından yükselişin keyfiyle tanışmıştım. Evet işte, bulmuştum! İçin bomboşluğu aslında bir bereketti, inşa için yığınla umut vardı ve işte bu, Oğuz Atay’ın ölümün ertesinde döngüsel olarak yeşerdiği andı.

Oğuz Atay bu denli bereketli bir topraktı.

Bülten'e Üye Ol

Fihrist Kitap Çalışmalarından Haberdar Ol