Vurmalılar (Ebo Taylor – Nga Nga)

Adını müzik koyduğumuz şeyi basite indirgeyelim ve müziği vurmalılara teslim edelim. Kötülük etmiş olmayacağız. Ziyan olmayacak çabamız, müziği kısıtlamayacağız. Belki de bu teşebbüs, basite inme arzusu bir derinleşme kazandıracak bize ve temel vuruşların ritmine teslim olup müziğin tüm kapılarını aşmış olacağız. İşte böyle bir uğraşın bizi getireceği noktada, bir süre sonra veya binlerce sene öncesine dönüşle, Afrika’da olacağız. Bir yerde elbet, Ebo Taylor ve highlife – afrobeat adlarıyla anılan ritmik sallantıya bırakacağız kendimizi. Batı Afrika’nın geleneğinden doğan bu temponun batı enstrümanıyla buluşması ve çeşitlik kazanması sonucu elde ettiğimiz üründe bir ilham arayacağız.

Bir dönüp bakalım, bu müzik en başta nedir diye, hava mıdır ateş mi? Yoksa suyun hikmeti mi müzik? Net bir hayır, topraktır bu tok titreşimin temeli. Yayılacak alan bulamaz pek, ürediği yerde gergince kendini ifade eder. Pat pat, patt, patt… Aklımıza üflemelinin havayla olan münasebeti gelir bir anda, ama hemen silker atarız bu fikri. Trompetler bas vuruşlarının hizmetinde, ki üflemelilerin yayılmacı bir politika izlemesine izin vermez sahibi. Doğduğu anki vuruşu kıymetli, toprak menşeili bakırın doğurduğu bir üründen, trompetten ne istediğini bilen hamleler bunlar, bap bap babaaabap…

Afrika. Uzun yaylıların ağıdına, geniş notaların sallanışına rastlamayız bu coğrafyada. Kelt uzun havaları veya Uzak Doğu sızlanmalarına benzemez bu müzik. İfadesinde belirgin semboller şekillenir, basittir, “ilkel”dir. Bu yüzden dünya küçük bir köy olduğunda, ahali bu “cühela takımı”nı müzikten sorumlu devlet bakanı seçmiştir. Batının büyük uğraşlar sonucu evrilmiş klasik müziği bile 1900’ün doğumuna müteakip, Afrika “ilkelliğinden” nasibini almıştır. Başka sebepler de arayabiliriz bu ve bunun gibi durumlara. Cazın siyahi kökenine, salsa ve diğer Hispanik müzik türlerine bakabiliriz, yüzyılın arifesinde modern müziği inşa eden türlerin birikiminde yoğrulabiliriz ama biliriz: Her birinde Afrika’nın bu toprak diriliğini hissedeceğiz.

Aslında klasik Afrika müziğinde bu denli tansiyon bulamayız, bu müzik yüksek notalara, bir batı enstrümanıyla, trompetle çıkıyor ve Afrika’nın ruhunda bulunan akıcı trans ritmini sonuca bağlıyor. Gergin ifadeler kendince zirvesini arıyor, aynı tempoda ufak iniş çıkışlarla sona çivisini çakıyor. Ebo Taylor ürünü olan bu müzik, Afrika’nın “ilkelliğinden bir tık ötede”, sonuca bakıyor. Fikri var ve inatlaşıyor, duygusallaşıyor, kalp atışları yükseliyor ve yüksekte finale kadar kalıyor. Bize biri Fela Kuti’yi hatırlatıyor: bu müzik Afrobeat, iddianın müziği.

Üflemelileri siyahi parmak evcilleştirmiş belli, baştan sona dek ritimde aynı güç, aynılıkta zirveyi zorluyor. Hiyerarşik bir yapı yok, müziğin bir noktasında tepe belirleyip tüm aşkınlığı o ana bağlamıyor, açıyor, açıyor ve tüme yayıyor. Bu müzik kendince birden çok söylemi iç içe doluyor ve anlatıları birbirine bağlıyor. Bağ bir açıyor kendini ve yine ritme teslim oluyor. Sona yaklaşırken anlatı kendince kısıyor sesini ve sonsuza yankısını bırakıyor…

Bülten'e Üye Ol

Fihrist Kitap Çalışmalarından Haberdar Ol