Konuk Ağırlama Grubu / Pentagram – Give Me Something to Kill the Pain

Bir isim koyalım şu koca deve. Kurcalayalım zihnimizi ve büyüklüğünü dile getirelim bir güzellemeyle. Hadi biraz uğraş verelim, fazlasını hak ediyorlar, Pentagram bu hakkını verelim, otuz yıllık deve… Kimsenin metalin aşırılığından, hızından ve öfkesinden haberi yokken “thrash” metal diye bir zıkkımla piyasada yer edinmek için didinen karalı adam bunlar. Develer, ya da dedeler artık. Bir isim koyalım bu ihtiyarlara, biraz daha uğraş ama, lütfen. Popçular Dışarı diye bir bağırış geliyor kulağa, 97 yılındaki konserinde Sertap Erener’in, Levent Yüksel’in özel konuk olarak geldikleri VİP köşesinden tezahüratlar eşliğinden atılması akla geliyor. Pentagram’ın doğruluğu tasdiklenmiş meşhur şehir efsanesi. Yani kitlesinin marjinallikte kimlik bulması ve popüler olanı reddetmesi. Türk metalinin bir tanesi, biriciği, içi dolu turşucuğu… Türk metal dinleyeni daima sahip çıktı Pentagram’a, kabul, ama onu gerçekten tanımlayan sıfat bu da değil. “Türk metalinin göz bebeği”, hayır çok basit, ayrıca gerçek bu değil asla kandırmayalım kendimizi.

Güzelleme yapalım dedikçe akla bir cümle geliyor ve diğer tüm başlıkları öteliyor. Evet, Pentagram bir konuk ağırlama grubudur, diyelim artık. Misafir ağırlama komitesinin başındakilerdir Pentagram, en önde durup yabancıya güler yüz gösterip şehri, konseri ve kitleyi sevdiren gruptur. Bu kadar kaliteli müziğin sınırları aşacağı yerde köşesine tıkılmasıyla yaşanan dramın görünen en büyük sembolüdür. Çünkü müzik nedir ki, bu piyasa ekonomisinin belirlediği müzik listelerinde iyi veya kötü müzik nasıl belirir ki… Toptan reddiyeyle meydana çıkmış en büyük metal gruplarını bile piyasaya, markete kazandırabilenlerin olduğu batıyla nasıl yarışılabilir ki…

Ortada Murat İlkan, sarı uzun saçlarıyla. 2010 yılında gruptan sağlık sorunları dolayısıyla ayrılmak zorunda kaldı. Pentagram’ın en üretken devrinin solisti olarak, hala “Nerde Murat İlkan’lı Pentagram yeaağ” tepkileri kulağa çalınır.

Pentagram ilhamdır sonradan gelen yeni yetmelere, ama layığını bulamamış bir grubun onur ödülleriyle gönlünün alınması kaderidir bir kere. Öyle… Doksanların sonlarından sonra yeni bir enerjiyle yükseleceği tutar ama uluslararası bir başarı için yetmez bu teşebbüs. Öyle değil mi… Ona düşen, ağır metal yüklemesiyle ülke sınırlarına girmiş bir abinin yüzüne gülmek ve bulunduğu ortamda ona olduğunca iyi hissettirmektir. Seyirciyi şöyle bir silkeleyip, oo hadi bakalım ağır abiniz geldi, biz de sizinle dinleyeceğiz onu, kendinize gelin, deyip tansiyonu yükseltmektir vazifesi. Öyle değil mi… Öyle, biliyorsun işte.

Öyle Sinan, öyle… Aynı fikirdesin benimle. Hatırlarsın bir Testament konserini. Çok bekledik, bir konser ne kadar öncesinden ve nasıl büyük bir heyecanla beklenilirse öyle bekledik. Testament Konseri’nde önlerden yer edinebilmek için de öyle çaba verdik. Testament Konseri… Dilimin sürçmesine bak, buradan bile anlaşılıyor sorunun kökeni. Bir festivalin adı nasıl Testament konseri olur… Bir festivaldi, öncesinde tonlarcasının çıktığı uzun soluklu bir “müzik eylemiydi.” Neyse diyelim, kabul edelim Testament’in abiliğini. Ne beklemiştik “Testament Konseri”ni. Yıllar yılı her gün en az bir kez kulağımıza değen ve ergen haysiyetimizi bir bayrak yapıp göndere çeken büyüklerdi onlar, beklemiştik ve uzun uzun şarkılarını sıradan geçirmiştik. Ama olan olmuştu ve yine Pentagram’ı festival listesine almışlardı, dalga geçmiştik. Öyle Sinan, inkar etme dalga geçmiştik, konserlerin demirbaşı yine listede diye eğlenmiştik.

30. yıla özel Akustik konseri. Pentagram’ın “büyüttüğü” Demir Demirkan, Ogün Sanlısoy ve Murat İlkan gibi devlerin de bulunduğu tam kadro.

Konser devamı yaşadığımı bir ben bilirim, bir de sanırım önümdeki sen. Bir daha hiç bir konserde önüne geçmem diye yeminler edecektin Sinan, ama artık çok geçti. Yaklaşık on şarkılık listeydi ve Pentagram öyle bir seyirci yüklemesiyle belirmişti ki başta, kitle bile bu performansı göstereceğini tahmin edememişti. Sonuçta orada bulunanlar yılda en az bir kez bu adamları canlı dinliyordu, sözde her şey doğal akışında gidecekti. Bilemiyorum sıralamayı Sinan, hatırlayamıyorum. Birkaç şarkı geçti ve omuzlarını dövmekten yorulmuştum. Önümdeki sen, bana küfretmekten şarkıyı söyleyemesen de sayemde iyice ritme girdin ve olan oldu, sevdiğim şarkının gitar “riff”i giriyordu.

“Give Me Something to Kill the Pain”

Sana sorsak korku da neymiş, ama korkmuştun, fena dayak yiyecektin. Beni öne alıp uğraşamam seninle demenle herşeyi belli edecektin. Ama bunlar teferruat, Murat İlkan bağırıyordu, “give me something to kill the pain!” şarkının ortasına doğru bir acı yoğunluk belirdi içimde ve gözlerim doldu. Yoğunluk içimde fazlasıyla yer etti ve bu böyle devam etmez, saatler var önümüzde, demiştim. Anlayacağın, Testament’e benden eser kalmayacak diye bir telaşa girmiştim. Bak gördün mü Sinan, yine Testament ve hep Testament. Pentagram konserindeki yükselişin de belirleyeni Testament. Fazla hissetmemeli çünkü Testament…

Kendime çeki düzen verip durdum, ama aslında seni yumruklamış ellerimin onu bunu itmesini durdurdum sadece. Şarkının sonuna doğru akan göz yaşının bir açıklaması yoktu, durdum ama melankolik yoğunluğu durduramadım. Birkaç şarkı daha çaldılar ve ölmüş olan beni diriltmeye çalıştılar ama bu içimde olanı durduramadım. Sonra da Testament diye bir grup varmış, onu çıkardılar. Tanıyamadım. Yapmacık birkaç tepinme, yok, gelmiyor tinsel irkilme, yoğunlaşamadım.
Kulağımda bir tekrar
Give me something to kill the pain,
there’s no tomorrrow and no today
my soul is not for eternity
and I know I will fade away, in memories…

Bülten'e Üye Ol

Fihrist Kitap Çalışmalarından Haberdar Ol